İslam’ın Batı’yla olan ilişkisini ‘Ben, Öteki ve Ötesi’ kitabında detaylı bir şekilde inceleyen Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, geçmişten günümüze Batı ülkelerinin vizyonunu resmediyor. Edebiyat ve fikriyat dergisi İtibar’ın eylül sayısı için Harun Tan’a konuşan İbrahim Kalın, röportajında ayrıca kitabından anekdotlar, tarihi metinler ve keskin saptamalarıyla 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye karşı ayrımcı tutumuna da ışık tutuyor. İşte o röportajdan bir bölüm...
‘Ben’ ve ‘Öteki’ diyalektiğinin keskin bir ayrışmaya tabi tutularak felsefi/düşünsel köklerini kartezyen düalizm ve bunun üzerine temellenmiş Aydınlanma düşüncesiyle birlikte okumak mümkün müdür? Sözgelimi, Rousseu’nun medeniyeti bir yozlaşma, bir tür çürüme olarak görmesi bu dikotomik söylemin ürünü müdür?
Ben ve Öteki ayrımı, bütün bütün toplumlarda karşımıza çıkar. Zira ontoloji tarihten önce gelir. Kadim toplumlarda, Doğu’da, Batı’da, Afrika’da, Asya’da her yerde farklı biçimlerde formüle edilmiş bir ayrımdır bu... Kartezyen düalizm, bu tür ayrışmaları mutlak bir çatışma zemini haline getirebilir. Aydınlanma sonrası Avrupa düşüncesinde ortaya çıkan yaklaşımla, düalizmin de ötesinde baskıcı, bir monizmin hakim olduğunu gösteriyor. Bir Avrupa var bir de onun dışında başka toplumlar var değil. Mesele daha derine gidiyor: Avrupa emperyalizmi -ki felsefi, antropolojik ve kültürel kodları açısından bakıldığında tarihte bir benzerine pek rastlamazsınız- aslında tek bir Ben’in “ben” demeyi hak eden tek bir varlığın olduğunu, bunun da ancak modern ve medeni Avrupa olduğunu söylüyordu. Eğer diğer toplumlar bir varlık iddiasında bulunacaksa ve yeni cesur dünyada var olma şansı elde edecekse bunu ancak bu modern ve edebi Avrupa’ya banzeyerek, ona öykünerek ve nihayetinde ona asimile olarak yapabilir. Bu mutlak monizmin ürettiği baskıcı ilişki biçimleri, modern Avrupa tarihinin ana eksenini 1950’li yıllara kadar belirlemiştir...

SAYGIYA DAYALI OLMALI
‘Ben’ tasavvurunun ‘Öteki’ için bir tür epistemik tahakküm anlamı taşıdığı fikrini, müziğinden mimarisine kadar tüm geleneksel kültür formlarını irfan fikriyle pekiştirmiş İslam düşüncesiyle nasıl örtüştürebiliriz?
Ben ile Öteki arasındaki ayrım farklı biçimlere bürünebilir. Bundan mutlak manada kaçmak mümkün değil. Gerekli de değil. Bunu bir veri -ontolojik bir zaruret- olarak kabul edip ona göre hareket etmek daha isabetli ve hikmetli bir yaklaşım tarzı olur. Ben ve Öteki arasındaki bir mutlak tahakküm ilişkisi olmak zorunda değildir. Klasik Avrupa emperyalizmi, bunu dayatmak istedi. Bu ilişki, hiçbir değer ve ilkenin olmadığı, “ne olsa gider” tarzında köksüz, topraksız ve tarihsiz bir liberalist ütopyaya da dayanmak zorunda değil. Ben ile Öteki arasında alışverişe, karşılıklı çıkara, saygıya, ortak iyi çabasına dayalı bir ilişki kurulabilir. İnsanlar -ve toplumlar- kendileri kalarak ‘Öteki’ ile sağlıklı ve yapıcı ilişkiler kurabilirler. İslam tarihi bunun örnekleriyle dolu. Semerkant’tan Saraybosna’ya, Bağdat’tan İskenderiye’ye, İstanbul’dan Kurtuba’ya kozmopolit ve çoğulcu İslam şehirleri, farklı kültürel, etnik ve dini gruplarla bir arada yaşayarak ‘çoklukta birlik’ ilkesiyle hareket ederek muazzam eserler ortaya koydular...
Kitabınızda salt teorik metinler yerine İslam ve Batı kültür tarihine ışık tutan ilginç anekdotlar, tarihi metinler ve hikayelere başvurduğunuzu görüyoruz.
Fakirin maharetinden ziyade konunun mahiyetinden kaynaklanıyor. Keşke bu alanda daha fazla çalışma yapılsa. Kitaptaki örneklere gelince... Örneğin; ünlü İtalyan ressam Bellini’nin İstanbul’a gelip Fatih’in portresini çizmesi ve sultanın buna izin vermesi kadar portrenin daha sonraki tarihi de bir hayli ilginç. Hele Nakkaş Sinan’ın adeta Bellini’ye nispet yaparcasına çizdiği Fatih portresi... Sultan Abdülaziz’in 1867’de çıktığı meşhur Avrupa seferi de bu babda zikredilecek güzel bir örnek. Osmanlı sultanının Avrupa başkentlerinde karşılanması, Paris Sanatı Sergisi’nde yaşadıkları, devletin yaşadığı bütün sıkıntılara rağmen asaletinden ve ihtişamından taviz vermemesi, bugün de hatırlanması gereken hususlar....

ÖZGÜRLEŞTİRİCİ RUHU YENİDEN KEŞFETMELİYİZ
Din, felsefe ve sanat yek diğerinden bağımsız disiplinler olarak düşünülebilir mi? Yoksa, bizi Tarkovski’nin iddia ettiği bu üç şey mi kurtaracak?
Bunları, hakikat arayışının temel unsurları olarak düşünmek gerekir. Din, hakikatin kaynağıdır. Felsefe akli argümanlarla bunu temellendirir ve akla ikna, kalbe itminan getirir. Sanatsa bu ikisinin ifade ettiği hakikatleri ve daha fazlasını, insanın varlıkla olan ilişkisi bağlamında ortaya koyar. Tarihte bu üç unsuru mezcetmemiş medeniyet yoktur. Bir medeniyete özgün kimliğini veren, bu üç kaynak arasında kurduğu ilişkidir... Büyük resmi göz ardı ettiğimizde, filin tuttuğumuz bir uzvunu bütünden ibaret zannediyoruz. Bu yüzden de tarihte görülmemiş düzeyde malumata sahip olduğumuz halde insanlığın temel sorunlarına çözüm üretemiyoruz. İlim ile malumatı, bilgi ile hikmeti birbirine karıştırıyoruz. Netice itibariyle, zihnimiz bölünüp parçalandığı için, gerçekliği de bölük börcük algılıyoruz. Varlığı, gerçekliği ve hakikati bütüncül olarak ele almamızı sağlayacak, hikmet ve ahlak temelli bir bakış açısına ihtiyacımız var. Din, felsefe ve sanatın özgürleştirici ruhunu yeniden keşfetmemiz şart. Bunların bizi ‘beşeriyet’ mertebesinden ‘insaniyet’ makamına nasıl ulaştırdığını görmemiz gerekiyor.
RAFLARDAKİ EN YENİLER

Hayatından esinlenerek yazdı
Goethe’nin evlilik ve birliktelik üzerine uzun yıllardır başyapıt olarak kabul edilmiş romanı ‘Seçilmiş Yakınlıklar’, kendi hallerinde yaşayan bir çiftin, iki ziyaretçinin evlerine gelişiyle bozulan huzurlarını anlatıyor. Çiftin evlilikleri beklenmedik duygular ve yasak bir aşkla huzurunu kaybediyor.

Franz Kafka’nın son bir yılı
Kafka’nın günlüklerini, eserlerini ve mektuplarını inceleyen Kumpfmüller, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında dünya çapında hızla tanınmaya başlayan, yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından birinin son yılını araştırmacı gazeteci titizliğiyle kurgusuna dahil ediyor.

Ödüllere sakın inanma
Patlak veren bir felaketle rayından çıkan bir reality-show yarışması ve kendilerini bekleyen tehlikelerden habersiz, kaybetmemeye kararlı yarışmacılar... Bir hayatta kalma oyunu ve bu oyunun parçası olmayı reddedip içgüdülerine tutunanlar bu romanın ana karakterlerdir.
HAFTANIN KİTABI

İttihat ve Terakki
İlber Ortaylı, Erol Şadi Erdinç İnkılap Kitabevi
288 sayfa / 22 TL
Osmanlı’da darbeler tarihi
İlber Ortaylı ve Erol Şadi Erdinç’le yapılan bir dizi görüşmeden ortaya çıkan ‘İttihat ve Terakki’, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gizli örgütlenmeler ve darbeleri mercek altına alıyor.
Kitapta Cumhuriyet dönemindeki askeri darbelerin ve tepeden inmeci zihniyetin köklerinin nerelere kadar dayandığı sorgulanıyor. Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, 31 Mart Ayaklanması, asker-siyaset ilişkisi, İttihat ve Terakki’nin iki döneminden, suikastlar, gizli örgütlenmelere, kitapta anlatılan konulardan bazıları. Açıklayıcı dipnotlarla daha da zenginleşen kitapta ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilgili nizamnamelerin aynı basımları da yer alıyor. İlber Ortaylı eserin içeriğine ve Erdinç’in bakış açısına ilişkin şunları söylüyor: “Türkiye tarihi, bütün Orta Doğu ve Balkanlar için önemi olan bir çalışma daha okuyucunun karşısında. Bu eseri yayımlamak Erol Şadi Erdinç’in ölümünden sonra nasip olabildi. Erdinç yazmayan değil, kolay yazmayan biriydi. Herkesi eleştirdiği gibi en başta da kendini eleştirirdi.”
YAYINEVİ MUTFAĞINDAN

Terapist hasta ilişkisi
Haftanın yayınevi ‘Pinhan Yayıncılık’ta üç yeni kitap göze çarpıyor. Lena Andersson’ın kaleme aldığıda ‘Keyfi Tavır’ romanında Ester, hayranı olduğu şair ve yazar Hugo Rask ile tanışıyor, ikili kısa sürede birbirlerine aşık oluyor. ‘Ahlak ve Toplum’da Emile Durkheim, bireylerin akıl ve inanç ekseninde toplumsal yapının tümüyle etkilendiğini, ahlak kavramının ise nasıl oluştuğunu ortaya koyuyor. Sandor Ferenczi’nin ‘Psikanalizin Gelişimi’ adlı eserinde de terapist hasta ilişkisi, psikanalitik yaklaşımın teorik yönü ve uygulamaları masaya yatırılıyor.
ÇOK SATANLAR TÜRKİYE

Bilinmeyen Bir
Kadının Mektubu
Stefan Zweig
HayvanAlardan
Tanrılara - Sapiens
Yuval Noah Harari
Şeker Portakalı
Jose Mauro De
Vasconcelos
Kürk Mantolu
Madonna
Sabahattin Ali
Oz
Adam Fawer
Küçük Prens
Antoine de
Saint-Exupery
Anne Kafamda
Bit Var
Tarık Akan
* Türkiye’de çok satan kitaplar ‘idefix’, ‘D&R’, ‘kitapyurdu’ ve ‘Babil’ listelerinden derlenmiştir.
İNGİLTERE

The Girl on the Train
Paula Hawkins
The Noise of Time
Julian Barnes
Born to Run
Bruce Springsteen
The Silk Roads
Peter Frankopan
Harry Potter and the Cursed Child - Parts One & Two
J.K. Rowling, Jack Thorne, John Tiffany
My Brilliant Friend
Elena Ferrante
Nutshell
Ian McEwan
* İngiltere’de çok satan kitaplar ‘blackwell’, ‘Amazon.uk’ ve ‘ebay’ listelerinden derlenmiştir.
