Görüşler

İşçi, Orman Asisi ve Partizan

İşçi, Orman Asisi ve Partizan

‘Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı’ kitabının yazarı Halil Turhanlı “Jünger Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı ertesindeki krizine İşçi, onu izleyen diğer büyük savaşın yol açtığı çok daha ağır sonuçlara Orman Geçidi ile tepki vermişti. Carl Schmitt ise İkinci Dünya Savaşı sonrası biçimlenen Avrupa’ya, uluslararası yeni örgütlenmeye Yeryüzünün Nomosu ve Partizan Teorisi ile tepki gösterdi” diyor.

Weimar yılları hem sağda hem de solda radikal düşüncelerin gün ışığına çıktığı, savunulduğu ve taraftar bulduğu bir dönemdir. Birinci Dünya Savaşı’ndan Almanya’nın yenik çıkması, toprak kayıpları, Versay Antlaşması’yla dayatılan ağır koşullar, Fransızların Ruhr’u işgal etmesi, halkın büyük çoğunluğunu yoksulluğa düşüren yüksek enflasyon radikalizme zemin hazırlamıştı. Romancı, denemeci Ernst Jünger ve hukukçu Carl Schmitt hayli tartışmalı tezlerini bu ortamda ortaya attılar. Aradan geçen yıllar içinde ikisi de hep Nazi rejimine yakınlıklarıyla anıldılar.

Bu Carl Schmitt açısından tartışmasız doğrudur. Ancak Jünger açısından o denli kesin olmayan, en azından tartışılabilir bir iddiadır; çünkü o Schmitt’den farklı olarak Nazizme açık destek vermemişti. Kimi eleştirmenler ısrarla onun Nazi rejimiyle açık ve belirgin ilişkisi bulunmasa da yazdıklarının nasyonal sosyalist ideolojiye yakın olduğunu ileri sürerler. Denemeleri güçlü felsefi görüşler içeren, düşünce dünyası karmaşık ve çelişkili olan Jünger’i siyasal yelpazede belirli bir yere koyabilmek kolay değildir.  “Organik inşa”  (Organische Konstruktion) olarak adlandırdığı yeni bir toplumsal örgütlenme arayışındaydı. 

Onsekiz yaşında evden kaçarak Fransız lejyonuna yazılacak ve Afrika’ya gidecek denli serüven tutkunuydu. Birinci Dünya Savaşı başladığında hemen Prusya ordusuna gönüllü olarak katılmış, Batı Cephesi’nde savaşmıştı. Jünger’i okuduğumuzda Batı Cephesi’nin hiç de sakin olmadığını anlıyorsunuz. Birkaç kez yaralanmış olmasına rağmen her defasında tedavinin ardından hemen cepheye dönmüş, savaşın sonuna değin cephede kalmıştı. Prusya ordusundaki en yüksek nişanlardan biriyle ödüllendirilmişti.  

*** 

Yazdıklarında yoğunlukla yaşanmış kişisel deneyimlerini Almanya’nın tarihiyle kaynaştırdı, bunlara ezoterik bilgiler de ekledi. Özellikle Çelik Fırtınalarında başlıklı anlatısında, Walter Benjamin’in ifadesiyle savaşı estetize etti. 1920’lerde Alman gençlerinin en çok okudukları kitaplardan biriydi bu. (E. Jünger, Çelik Fırtınalarında, çev. T.Turan, Jaguar Kitap, 2019) 

Jünger ve Schmitt’in buluştukları ortak zemin de mevcuttu elbette. Parlamenter demokrasi, liberal değerler ve kurumlar, burjuvazinin dünyası ikisinin de ağır eleştirilerinin hedefindeydi. Anti-hümanist bakış açısı, Aydınlanma sonrası Avrupa’ya karşı besledikleri derin kuşku, toplumsal bir kast olarak ruhsal aristokrasiyi savunmaları diğer ortak noktalar arasında sayılabilir. 

Weimar entelektüelleri Birinci Dünya Savaşı’nın Alman halkında yarattığı karamsarlığı ve umutsuzluğu dağıtmaya çalıştılar. Bunu yaparken çeşitli önerilerde bulundular. Kaybedilen savaşı bir tür spiritüel zafere dönüştürdüler. Bir halkı birarada tutan bağları vurguladılar, özellikle dil ve kan birliğini işlediler. Ölümü kutsayan metafizik-politik düşünceler geliştirdiler. 

Ernst Jünger Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı sonrası toplumsal istikrarsızlığına ve kolektif travmasına İşçi ile tepki verdi. ( Jünger, The Worker: Dominion and Form, çev. B.Costea, Northwestern University Press, 2017 ).  Ancak hemen eklemek gerekiyor: İşçi figürü onun  “topyekûn seferberlik” (Die totale Mobilmachung) nosyonuyla yakından ilişkilidir. Jünger’in düşüncesinde topyekûn seferberlik parçalanmanın, bölünmenin, yabancılaşmanın ve köksüzleşmenin panzehridir. Bütün bireysel enerjileri biraraya getirir ve tek bir hedefe yöneltir. Hem barış hem savaş zamanında bir bütün olarak tek hedefe yönelen toplum ideal bir kolektiviteyi temsil eder.  

*** 

İşçi Almanya’da 1932’de yayımlandı. Jünger başka dillere çevrilmesine izin verme konusunda uzun yıllar tereddüt etti. Bir yönüyle felsefi bir metin, bir diğer yönüyle gelecekçi  (futuristik) bir anlatı olarak okunabilir. Heidegger 1939-40 yılının kış dönemi boyunca verdiği seminerleri İşçi’ye ayırmıştı. Onun hayli etkilendiği ve sık alıntıladığı bir metindir. 

Jünger’in işçisi yüksek teknolojik örgütlenme içinde faaliyette bulunmaz; yararlı ya da tüketilir nesneler üretmez. Tam aksine, o işçinin makinelerle uyumlu olarak hareket eden bir otomat olmaktan kurtulmasından yanadır. Pierre Bourdieu, Fritz Lang’ın Metropolis filminin İşçi’nin  “estetik bir yorumu” olduğunu ileri sürmede bu açıdan haklıdır. (P.Bourdieu, Heidegger’in Politik Ontolojisi, çev. A.Sümer, Monokl, 2018, s. 35) Hatırlanacağı üzere bu dışavurumcu sinema klasiğinde insanlık dışı koşullarda çalışan, ruhsal ve zihinsel olarak makinelerin birer parçası haline getirilen işçiler kendilerini insanlıktan çıkaran koşullara isyan eder, makinelere saldırır, makineleri parçalarlar. Jünger’in İşçi’sinde önerdiğini yapar, sonunda fabrikanın sahibiyle uzlaşsalar da bir süreliğine otomat olmaktan kurtulurlar. Açık bir ifadeyle söylendiğinde teknik uygarlığın içinde köle olmaktan kurtulan işçinin varoluş yeri fabrika değil, savaş alanıdır. O esasen endüstri çağına değil, arkaik bir zamana aittir. Mitlerle dolu bir geçmişten gelir. Bu uzak geçmişteki atalarıyla, onların gelenekleriyle bağlarını korur.  

Jünger İşçi’nin  “organik tasarım” olduğunu belirtir. Bu işçinin süreç içinde ruhsal ve fiziksel olarak değişim geçirebileceği anlamına gelir. Bir diğer anlatımla işçi metafizik bir süreç içinde bildiğimiz, tanıdığımız insana özgü nitelikleri geride bırakan bir figürdür. Nietzsche’nin  “insanca pek insanca”  bulduğu niteliklerden arınarak, insanüstü’ne doğru ilerlemektedir. İnsan olmasından dolayı fiziksel açıdan kırılgan bedeni yıkıcı güçlere, acıya karşı direnç kazanacaktır. 

*** 

İşçi sürekli çatışma içindedir. Devamlı tehdit ve tehlike algılar. Arkaik dürtülerle hareket eder. Tehlikeyle burun buruna gelmede tereddüt etmez. Ölümün yakınında yaşamaktan hiç çekinmez.  

Weimar’ın muhafazakâr entelektüelleri modern toplumdaki katı, ruhsuz teknolojik örgütlenmeyi ve büyük kentlerdeki hayatı eleştirerek pagan geçmişe dönüşü, doğaya yakın bir hayatı yeniden keşfettiler. Nazilerin gençlik örgütleri de Alman halkının eski canlılığına yeniden kavuşması için doğaya dönüş propagandası yapıyor, orman yürüyüşleri, dağ gezintileri düzenliyor, dağların yüksek tepelerine tırmanmak için dağcılık sporunu teşvik ediliyor, Bavyera Alplerinin zirvelerine tırmanma arzusunu aşılıyorlardı. Yabanıl doğaya açılan gençlik örgütleri toprağa kök salan halk (Volk) anlayışını, köksüzleşmenin alternatifini temsil ediyorlardı. 

Jünger bu temaları, doğayı yücelten bu metafizik-politik düşünceleri İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde, 1951’de, Alman halkı açısından ilk yenilgiden çok daha ağır, sonuçları bakımından çok daha trajik olan ikinci yenilginin yarattığı kızgınlıkla Orman Geçidi’nde ele aldı. (E.Jünger, The Forest Passage, çev. T.Friese, Telos Press, 2013). 

Jünger bu metinde portresini çizdiği orman asisi  (Waldganger) bir bakıma onun işçi figürünü tamamlar. Orman asisi ruhsal aristokrasinin temsilcisidir. Orman onun açısından özgürlük alnıdır; aynı zamanda yaşam ve ölüm arasında gel-gitlerin deneyimlendiği bir yerdir, tıpkı savaş alanının işçi açısından olduğu gibi. Mitlerle, gizemlerle, ataların öyküleriyle doludur. İnsanlar orada ruhsal bağlarla birbirlerine bağlanırlar Ormandaki asi şiir ve şarkı ile yaşar. 

*** 

Jünger ve Schmitt 1930’larda tanıştıklarında ikisi de Weimar düşünce dünyasında belirli ağırlığa sahiptiler. Dostlukları 1983 yılında Schmitt’in ölümüne kadar sürdü. Birbirlerinden karşılıklı olarak etkilendiler.  

Schmitt, Partizan Teorisi’ni soğuk savaş döneminde, 1962’de Berlin Duvarı’nın inşasından bir yıl sonra, Almanya’nın ikiye bölündüğü soğuk savaş yıllarında kaleme aldı. Kitabın omurgasını o yıl Franco İspanya’sında verdiği iki ders oluşturur.  

Jünger Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı ertesindeki krizine İşçi, onu izleyen diğer büyük savaşın yol açtığı çok daha ağır sonuçlara Orman Geçidi ile tepki vermişti. Carl Schmitt ise İkinci Dünya Savaşı sonrası biçimlenen Avrupa’ya, uluslararası yeni örgütlenmeye Yeryüzünün Nomosu ve Partizan Teorisi ile tepki gösterdi. Bunlardan ikincisinde krizin çözümünü partizan figürü üzerinden analiz ediyordu. (C.Schmitt, Partizan Teorisi: Siyasal Kavramı Üzerine Bir Arasöz, çev. S.Bekiroğlu, Nika Yayınevi,2019, ikinci baskı). 

Schmitt’in nomos kavramı ile partizan figürü arasında daha ilk okumada fark edilen belirgin bir bağ mevcuttur. Nomos, İkinci Dünya Savaşı ertesinde oluşan yeni uluslararası durumu, ulus devletin egemenlik alanına ve yetkilerine ilişkin yeni anlayışı analiz ederken geliştirdiği ve bir halkın toprakla bağlarını ifade eden kavramdır. Nomos Schmitt’in partizan ve devrimci savaşçı arasındaki ayrımı belirginleştirmesini de sağlar. Buna göre partizan yurdunu, bağlı bulunduğu toprağı savunan bir direnişçidir. Taktiksel açıdan hareketli olsa da esasen toprağa bağlıdır, toprağını savunur. Oysa devrimci savaşçı ya iç savaşta sınıf mücadelesi yürütür ya da uluslararası devrim için savaşan bir saldırgandır.  

Schmitt partizan figüründe politikacı ve yazar Rolf Schroers’in 1961’de, yani İspanya’da ders vermesinden bir yıl önce yayımlanan partizanlar hakkındaki kitabından etkilenmişti. İkinci ve belki de daha önemli esin kaynağı Jünger’in yukarıda sözünü ettiğim işçi ve orman asisi figürleriydi. 

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir