“Büyük yazarlar büyük despotlardan da beter...” Nerede okudum, anımsayamıyorum şimdi, böyle demiş Çehov Tolstoy’un evinden ayrılırken, buluşmaya vesile olan arkadaşına dönerek.
ÖMER FARUK
Bugün (15 Haziran) Attila İlhan’ın yüzüncü doğum günü. Ne vakit Kaptan’ı düşünsem, konuşsam birileriyle onun hakkında, aklıma bu küçük anekdot geliverir. Evet, büyük yazarlar, büyük aydınlar büyük despotlardan da beter...
Üniversiteye yeni başlamıştım. Sol’a ve sosyalizme dair elime ne geçerse okuyor, ‘Ulusal Solcu’ yazılıyordum. (Ulusal Solculuk denen saçmalığın ‘Nasyonal Sosyalizm’ yani bir tür ‘Neo-Kemalizm’ olduğunu idrak etmem sonranın işleri...) 60’ları tekrar yaşıyor gibiydik: Ordu içinde bir hizip iktidara yeni gelen AK Parti’yi durdurmak isterken, Attila İlhan’ın başı çektiği ‘Ulusalcılık’ dolu dizgin yükselişteydi. Edebiyattan gündeliğe hemen her şeye Attila İlhan kitaplarının önümde açtığı pencereden bakıyordum: Hangi Sol, Hangi Sağ, Hangi Atatürk, Hangi Batı, Hangi Laiklik, Hangi Seks... Toyduk. Ve dünyayı ‘şemalarla’ açıklamaya, anlamaya fevkalade yatkın. Nereden bilebilirdik, Hilmi Yavuz’un dediği gibi, İlhan’ın narsisizminin yıllar geçtikçe, aşırı bir ‘ego şişkinliğine’ neden olduğunu...
‘Baylan ekibinde’ de bulunmuş Hilmi Yavuz’un ‘İlk Gençliğin İdolü’ başlıklı yazısından okuyalım: “Her şeyin en doğrusunu onun bildiğine, her şeyin en iyisini onun yazdığına, her konuda ve her zaman onun haklı çıktığına ve her problemin ‘çok basit’ çözümünün sadece ona sorulması gerektiğine inandırma konusundaki çabaları, o yaşlandıkça ciddiyetini yitirerek, insanı hüzünlendiren patetik bir hal aldı. Dahası, zihnindeki bütün ara renkler silinmiş, zihin sadece siyahlarla beyazlar, iyilerle kötülerden ibaret bir şemaya indirgenmişti.” Baylan’daki geniş yuvarlak masayı düşündüğümde, demek ki onunla yolu ‘ilk gençlikte’ kesişen hemen herkeste benzer etkiler bırakmış İlhan. Gelgeç bir hayranlık ve sonra olgunlaşma. Türkiye ve dünya ‘şemalara’ indirgenemeyecek kadar karmaşık çünkü.
Yine de özgündü. Hiçbir başka kalıba sığmıyordu düşünceleri. Eklektik ve kendi başına. Narsisizm ‘yanılgılarını’ kabul etmesini, geliştirdiği fikirlerden kolayca vazgeçmesini engelliyordu, ama bir yere, bir gruba bağlanmasının da önünde engeldi. Arkasından yazılan en ilginç yazıyı Engin Ardıç kaleme almıştı: “Her büyük sanatçının ‘dönemleri’ vardır, ben onun ‘ellili ve altmışlı yıllarını’ severim. Birçok solcu geçinen salak 12 Mart 1971 olayına sevinç çığlıklarıyla alkış tutarken, o ‘anlaşıldı, faşizm deneyecekler’ demişti. Sonra gitti, sığlığa saplandı. (...) O gençliğimizde bizi allak bullak eden zıpkın düşünür gitmiş, yerine ‘egzantrik bir ihtiyar’ gelmişti... Pek sevdiği Mirseyyid Sultangaliyev’in ‘milli komünizm’ abukluklarını hiç saymıyorum.”
Ama Ardıç da yanılıyordu. Attila İlhan hiç değişmemişti ki. Ellili ve altmışlı yıllarda yazdıkları da pekâlâ erken ‘Ulusalcı’ metinlerdi. Temel düşüncesini hiç değiştirmemiş, bütün görüşlerini kendi kafasında yarattığı ‘Atatürk imgesi’ etrafında biçimlendirmişti. Taşra kentlerinin meydanlarına benzettiği ‘aklının orta yerinde’ koca bir ‘Atatürk heykeli’ vardı sanki; bütün yollar ona çıkıyordu. Ellilerde/altmışlarda da İsmet İnönü’yü eleştirip, Tek Parti diktasının bütün kötülüklerini ‘ona’ isnat ediyor, Kemal Atatürk’ün devrimlerini içtenlikle benimserken geçmiş kültür mirasımızı ve geleneği de savunmaktan vazgeçmiyordu.
(Özgünlüğü tam da burada gömülüdür zaten!) Kemal Tahir’le İlhan Selçuk arasında bir yerlerdeydi: hem Osmanlıcı hem Kemalist...
Ama sonra gitti, Cumhuriyet gazetesine demir attı. Büsbütün ‘Selçuklaştı.’ Birkaç sene daha yaşasaydı, belki, o da bir gece sabaha karşı Maçka’daki evinden alınacak, ‘terör örgütüne üye olmak’ suçlamasıyla gözaltında tutulacaktı. Apartmanının önünde basın açıklamaları yapılacak, gençler ve bazı sivil toplum dernekleri(!) kapısında nöbet tutacaktı.
Attila İlhan’dan geriye ne kaldı bugün? 2016 sonrasında inşa edilen ‘yeni rejime’ birçok aklı başında düşünürün/yazarın görüp ısrarla ifade ettiği gibi ‘Yeni İttihatçı’ bir renk hâkim. Bir miktar milliyetçi, bir miktar dindar. İlle de popülist, ille de devletçi! Kendisiyle barışılsa da İttihatçılığın ‘Kemalci’ değil ‘Enverci’ bir yorumu; daha az laik çünkü. Entelektüel sermayesini Necip Fazıl’ın ve Sezai Karakoç’un ‘İslamcı’, Attila İlhan’ın ‘Ulusalcı’, Kemal Tahir’in ‘Osmanlıcı’ iddialarından alan ‘İttihatçı/Millî Görüş kırması’ batı/batılılaşma karşıtı/Neo-Osmanlıcı bir tuhaf eklektik ideoloji...
Attila İlhan’ı ‘Yeni Türkiye’yi inşa eden entelektüellerden birisi sayabilir miyiz? Bence evet. Ve kimi şairler için sıklıkla söylenegelen şu ifadeyi onun için de tekrarlayabiliriz rahatlıkla: “şiirleri çok iyi ama düşünceleri...” Birçoğu ‘şarkılaşan’ şiirleri belleğimizde diriliğini korusa da düşünceleri, siyasal tahayyülleri bugün artık hem anakronik hem çok yorucu. Keşke yalnızca şiirle uğraşsaydı.