Hamlet’in Opheliası’na bir meydan okuma: İrem Uzunhasanoğlu 'Bir Aşkın On Günü'nde mücadeleci bir kadın karakterle karşımızda

Hamlet’in Opheliası’na bir meydan okuma: İrem Uzunhasanoğlu 'Bir Aşkın On Günü'nde mücadeleci bir kadın karakterle karşımızda

Son romanı ‘Bir Aşkın On Günü’nde kadınların ve aşkın doğasını irdeleyen İrem Uzunhasanoğlu, on günde on eşya üzerinden anlattığı hikâyenin baş karakteri Aylin ile Hamlet’in Ophelia’sına da modern bir meydan okuma sunuyor: ‘Ophelia, abisi, babası ve Hamlet tarafından delirtilen bir kadın. Benim Ophelia’m ise o nehir kıyısından kalktı ve mücadele etti. Eril bir düzenin içinde preslenmedi, sesini buldu.’

İlk romanı ‘Gitme, Gül Yanakların Solar’dan bu yana Türk edebiyatının güçlü kalemleri arasına adını yazdıran İrem Uzunhasanoğlu, Bir Aşkın On Günü’nde bu kez kadınların ve aşkın doğasını derinlemesine bir yolculuk ile okurlarının karşısında. Romanda aşkı, eşyalar üzerinden anlatan Uzunhasanoğlu “Çünkü insan unutur ama eşyalar unutmuyor. On günde, on eşya anlattı bize bu romanı” diyor. Baş karakteri Aylin’i kurgularken Shakespeare’in Hamlet oyunundaki Ophelia’ya sık sık baktığını söyleyen Uzunhasanoğlu “Abisi, babası ve Hamlet tarafından delirtilen ve sonunda intihar eden o kadın… Benim modern Ophelia’m ise o nehir kıyısından kalktı ve mücadele etti. Yaşam için, aşkı için ve delirmemek için. Eril bir düzenin içinde preslenmedi, sesini buldu, ayrılık döngüsünden kurtuldu” diyerek travmalarından güç alan çarpıcı bir kadın karakter çiziyor.

BİR AŞKIN ON GÜNÜ ROMANINIZDA AŞKI, EŞYALAR ÜZERİNDEN ANLATMIŞSINIZ. BU FİKİR NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Nesnelerin ve mekanların duyguları saklaması, koruması üzerine uzun zamandır düşünüyorum. İlk yazdığım romanda mübadil ailenin Ege’nin karşı yakasından getiremediği karpuz lambalar vardı, vatanından koparılmış bir kadının geçmişiyle tek bağıydı o lamba. Bu romanımda da aşkı nesneleştirerek anlatmak istedim. Baş karakterim Aylin, yıllara yayılan bir aşkın izlerini nesneler üzerinden aktarıyor bize. Çünkü insan unutur ama eşyalar unutmuyor. Kırmızı battaniyenin söküğü, kanepenin üzerindeki leke, buhurdanlıktan çıkan kekik kokusu Aylin’in kalbindeki en derin duyguya dokunuyor. Özellikle de yoğun bakımda yatan sevdiği adamın uyanmasını beklerken nesneler dile geliyor adeta ve tanıklık ediyor bu aşka. Aylin’in hafızasında aşkın nasıl biriktiğini, katmanlandığını gösterirken sorgulamalar, geçmişin karanlıkları, sırlar, mücadeleler de bu yolculuğa eşlik ediyor. Nesnelerin, romanın anlatısını da özgün kıldığını düşünüyorum. Marcel Proust’un çayına batırdığı madlen kekle birlikte tüm çocukluğunun çay fincanından fırlaması gibi bir izlek takip ettim. On günde, on eşya anlattı bize bu romanı.
BİR AŞKIN ON GÜNÜ ADLI ROMANINIZDA AYLİN KARAKTERİNİN ARDİYE ODASI VAR. ESKİ KOLTUK DEĞNEKLERİ, ÇOCUĞUNA AİT EŞYALAR… NEDEN BU EŞYALARDAN KURTULMUYOR? OYSA GEÇMİŞ, AYLİN’İN HAYATINDA BİR YÜK GİBİ DURUYOR.

Aslında Aylin’in bir ardiye odası yok. Küçük yaşta terk etmek zorunda kaldığı oğlu bir gün geri gelecek diye kapısını hep kilitli tuttuğu fakat zaman geçtikçe ve umut tükenmeye başladıkça ‘umutsuzluk ardiyesi’ diye adlandırdığı bir deposu var. Eski eşyalar bizim bilinçaltımız, geçmişimiz, çocukluğumuz, travmalarımızdır. Aylin romanın bir yerinde “Eşyalar aşkımızı benim zayıf hafızamdan daha iyi saklıyor” diyordu. Aylin’in bıraktığını sandığı ama asla bırakmadığı anıları o odada kilitli. Yük gibi duran her şey aslında onun kimliğinin parçası, yeniden ayağa kalkışlarının sessiz tanıkları. Onlardan kurtulmak, geçmişi inkâr etmek demek. Oysa Aylin, inkâr etmekten çok yüzleşmeyi öğrenmek zorunda. Kadınlar yüklerini taşıma biçimlerinden, geçmiş bağlarından güç alır. Geçmişin travmaları acıtır ama aynı zamanda ayağa kalkabilmemiz onlara bağlıdır. O oda bir hafıza sandığı, bir mahzen, bir sarnıçtır.

ŞAİRİMİZ “AYRILIK DA SEVDAYA DAHİL” DEMİŞ AMA AYLİN’E BAKTIĞIMIZDA, SEVDANIN KENDİSİNİ DEĞİL ACIYLA BİZZAT TANIŞIYORUZ. AYLİN’İN GÖZÜNDEN AŞK ACISINI NASIL TANIMLARSINIZ?

Aylin için aşk da terk edilmek de varoluşsal bir çığlık, bir döngü, bir kaygı biçimi. Çok derinlerinde gizlediği terk edilmiş o küçük kız çocuğu tetikleniyor her seferinde. Olmayan babaların kızlarında açtığı derin yaraların sonuçları bunlar. Ayrılık ve aşk sarkacında gidip gelirken kadın kimliği yaralanıyor, ruhu onanamaz şekilde hasarlanıyor. Haliyle, ayrılık Aylin için bir yokluk değil, daha çok varlığını hatırlatan yakıcı bir iz. Çocukluğundan beri terk edilmelerle, yalnız bırakılmalarla büyüdüğü için, acının ötesine geçiyor ve kanayan bir geçmişe bakıyor. Yeni ayrılık, en eski ayrılıkların yankısını taşıyor. En sonunda sesini bulması da acıya rağmen var olma çabası. Bizde bu hasarı bırakan da içinde büyüdüğümüz sevgisiz aileler. Sevilmemek, değer görmemek, ruhumuzun hasarlanması bizi ileri yaşlarımızda yanlış ilişkilerin içine hapsediyor. Anne, babalarımızın davranışlarının tekrarını bize yaşatacak partnerleri bulup, yaralarımızı onlarda dikmeye çalışıyoruz. Sonu hüsran oluyor. Deliriyor, hastalanıyoruz. Aylin’i kurgularken, Shakespeare’in Hamlet oyunundaki Ophelia’ya sık sık baktım. Abisi, babası ve Hamlet tarafından delirtilen ve sonunda intihar eden o kadına… Benim modern Ophelia’m ise o nehir kıyısından kalktı ve mücadele etti. Yaşam için, aşkı için ve delirmemek için. Eril bir düzenin içinde preslenmedi, sesini buldu, ayrılık döngüsünden kurtuldu.


AYLİN’İN AŞKI İÇİN MÜCADELE ETTİĞİNİ OKUYORUZ ROMANDA. OYSA GÜNÜMÜZDE BUNU YAPAN İNSAN SAYISI ÇOK AZ. AŞKI, GÜNLÜK İFADELER ÜZERİNDEN TANIMLIYOR GİBİYİZ. BU DEĞİŞEN SOSYOLOJİYİ NASIL YORUMLARSINIZ?

Aşksız, şefkatsiz, merhametsiz bir çağda yaşıyoruz. Her şey çok hızlandı. Tüketim alışkanlıklarımız gibi duygularımız da hızlandı, yüzeyselleşti. Aşk artık çoğu zaman sabırla, emekle, bekleyişle değil; kısa mesajlarla, sosyal medya paylaşımlarıyla, anlık hazlarla tanımlanıyor. Oysa aşkın özü direnç, süreklilik ve fedakârlık. Aylin’in mücadelesi bu yüzden günümüz okuruna yabancı kaçabilir ama aynı zamanda özlenen bir duyguyu da hatırlatıyor: Aşk için kalmayı, kalabilmeyi ve mücadele etmeyi. İnsanlar artık acıya tahammül edemiyor. En ufak kırılmada kaçıyor, bir sonraki ihtimale yöneliyor. Oysa aşk, sadece mutluluk anlarından ibaret değil; yüzleşme, kırılma, emek verme ve yeniden kurma süreci. Ama sabır çoktan unutulan bir meziyet. Haz tükenince aşk bitti diyoruz, oysa tam o noktada hakiki sevgi ortaya çıkıyor. Aşk kolay söylenen bir kelime değil, uğruna fedakarlıkların göze alındığı bir yolculuk.

‘ISSIZ ADAM’ OLAMAYACAK KADAR GÜÇLÜ BİR ERKEK PROFİLİ

Romandaki Aykut karakteri siyasetçi olarak ne kadar güçlüyse, Aylin ile ilişkisinde o kadar naif. Okurken aklıma Issız Adam filmi geldi. Issız Adamlar ilişkilerde çoğalıyor mu, günümüzde?

Issız adam fikrini kavramsallaştıran Çağan Irmak’a teşekkür borçluyuz, ben de bu kavramı bir önceki romanım Uzak Bir Masal’daki narsist bir heykeltıraş olan karakterim Levent’te işledim. Sorunun cevabı, evet ıssız adamlar çoğalıyor ancak Aykut ıssız adam olamayacak kadar güçlü ve mücadeleci. Zaten Aykut, bu tür erkeklere tepki olarak yazdığım bir karakter oldu. Modern erkekler, toplumun onlara yüklediği ‘güçlü, yenilmez, duygularını saklayan’ rolünü artık taşıyamıyor. İş hayatındaki güçlü görünümlerinin altında bağ kurmayı başaramayan, güçsüz adamlar yatıyor. Onların bu bağsızlığı, sorumluluk almayışları yüzünden partnerleri de eksik ve yalnız kalıyor. Sevmeyi öğrenmek vakit ister, sevilmeyi öğrenmek daha fazla vakit ister. Ama günümüzde en önemli detay bu sevgiyi “sürdürebilmekte.” Kurduğu bağın ağırlığını taşıyamayan erkekler, kendi duygularından kaçmaya meyilliler. Güçlü görünümleri ve travmatik kırılganlıkları arasına sıkışmışlar. Oysa Aykut, Aylin için mücadele ediyor. Spoiler vermeden söylemek isterim ki romanın en başında Aylin’le konuşmak istediğini söylediği ama kaza geçirdiği için bir türlü konuşamadığı şey bile aslında çok büyük bir fedakârlık.

YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN