Kendimize yeni bir hikaye yazabilir miyiz?

Kendimize yeni bir hikaye yazabilir miyiz?

'Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar' romanı ile okurla buluşan Henize Nilgün Karataş, yaşadığımız hayatların ne kadar bize ait olduğunu sorguluyor. Roman, Şule Çet cinayetine benzer bir olayla başlasa da acıyı yeniden kurgulamaktan kaçınan Karataş, asıl derdinin “Kendimize yeni bir hikaye yazabilir miyiz?” sorusuna yanıt aramak olduğunu belirtiyor.

BÜŞRA AKDAŞ

Gazeteci-Yazar Henize Nilgün Karataş, Defne ya da Bazı Tuhaflar adlı romanı A7Kitap etiketi ile okurla buluştu. “Geçmiş ve gelecek arasında üç kişilik bir iyileşme” alt başlığını taşıyan roman, günümüzdeki kadın cinayetlerinden yola çıkarak okurunu gelecek ve şimdi arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Aylarca komada kaldıktan sonra hayata tutunan Defne karakterinin etrafında yeni bir gelecek inşa etmeye çalışan roman, sürükleyici olduğu kadar okurunu sorgulamaya da itiyor. Acıları tekrar yaşatmak yerine yeni yaşam hikayelerine odaklanan Henize Nilgün Karataş, KARAR Gazetesi okurları için sorularımızı şöyle yanıtladı:

whatsapp-image-2025-02-04-at-10-10-10-1.jpegHenize Nilgün Karataş

Yıllarca ekonomi gazeteciliği yaptıktan sonra, bir romanla okur karşısına çıktınız. Bu süreç nasıl oldu?

"Ben hayatla yazarak başa çıkmaya çalışan insanlardanım. Bu yüzden üniversite yıllarından bu yana çeşitli roman denemelerim oldu. Defne‘den hemen önce başka bir roman yazma girişimi içindeydim. Ancak bir gece (kadın cinayetlerinin sembol isimlerinden Şule Çet’in öldürülmesinin 4. yılıydı) üzüntüm, öfkem, merakım ve sorularım beni Defne ile buluşturdu. “Şule şimdi yaşıyor olsaydı neler yapıyordu?” Okulunu bitirmişti, işe girmişti, sevmişti, sevilmişti… Kim bilir? Bir sürü olasılık. Defne bu soruyla doğdu. Şule adını kadın dayanışmasına miras bırakarak gitti, Şule ile aynı gece, aynı kaderi yaşayan Defne, hayata tutundu ve kendine yeni bir hikaye yazmaya karar verdi. Ancak şunu da belirtmem lazım; Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar da çıkış noktası elim bir olay olsa da romanın acıklı değil düşündürücü olmasına gayret ettim. Acıları yeniden yaşatmak, yarayı kanatmak, yeni mağduriyetler yaratmak istemiyorum. Bu nedenle Defne hayatta kaldı ve kendine yeni bir hikaye yazmaya başladı. Bu roman da böylece ortaya çıktı."

GERÇEĞİ YENİDEN ŞEKİLLENDİRMEK

Romanınızda yer alan bazı karakterlerin ve olayların gerçek hayatla doğrudan bağlantısı olduğu anlaşıyor. Kurgusallık ile gerçekçilik arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz?

"Tüm kurgular, bir şekilde gerçek dünyadan beslenir. Karakterler ve olaylar, çevremizde gördüklerimizin, okuduklarımızın, duyduklarımızın bir yansıması. Ancak bir yazar olarak, bu gerçekleri alıp ona yeni bir biçim kazandırmaya çabalıyorum. Yapmaya çalıştığım, gerçekliğin birebir yeniden üretimi değil de onun dönüştürülmesi diyebiliriz. Kurgusallık ile gerçekçilik arasındaki dengeyi kurma konusundaki çabamın kaynağını şöyle açıklayabilirim: Olasılıklar altında gerçeği yeniden şekillendirmek ve gerçek dediğimiz her ne varsa onu sorgulamak, eğip, bükmek ve başka alternatifleri görebilmek, gösterebilmek. Tabii bu noktada gerçekliği sorgulayabiliriz; biz bu roman bağlamında gerçeği, olanlar, yaşananlar, tanık olduklarımız, maruz bırakıldıklarımız diye tanımlayabiliriz. Bir yazar için de gerçek; olan bitenin yankısı, yansıması diyebiliriz. Ben isterim ki Defne’nin okuyucusu, hikâyenin ‘olabilirliğine’ inansın, asıl gerçeğin o yansımada olduğunu görebilsin."

whatsapp-image-2025-02-04-at-10-10-10.jpeg

GASP EDİLEN HAYATLAR

Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar’da postmodern bir anlatı görüyoruz. Geçmiş, günümüz ve gelecek arasında gidip gelirken, bireyin varoluş mücadelesini sorguluyorsunuz. Alt metindeki bu sorgulama okura bir iç hesaplaşma daveti mi?

"Anlatıcı gerçekler ile kurguyu harmanlayıp bir hikaye paylaştı, her okur bu hikayeyi farklı yorumlayabilir. Bir roman yayımlandıktan sonra artık yazarın değildir; okurundur. Ancak asıl derdimin ne olduğunu sizler aracılığıyla okurla paylaşmak isterim. Dediğim gibi, gerçek hayattan ilham alırken, belirli bir olay ya da kişinin hikâyesini birebir anlatmak gibi bir amacım olmadı. Aksine, bu unsurları kullanarak daha geniş ve evrensel temalar hakkında konuşmak istiyorum. Bu yaşadığımız hayat bizim hikayemiz mi? Hikayemizi biz kendimiz mi yazdık? Başkalarının bizim için yazdığı bir hikayemi sahiplendik? Jung’a göre hepimizin personaları yani duruma göre üstlendiğimiz maskeler, roller, kimlikler var. Romanda Servan’ın dediği gibi; hepimiz her bir hikayede başka roller üstleniyoruz. Kimisinde iyiyiz, kimisinde de kötü. Kimisinde baş rolüz. Kimisinde yan karakter. Buradaki asıl mesele bu roller bizim hikayemize ne kadar uygun? İçimizdeki gölgemiz bu duruma ne diyor? Ne kadarını sindirebiliyor? Sanırım bu romanın alt metninde de okuyacağınız gibi benim asıl derdim başkaları yüzünden üstlenmek zorunda kaldığımız roller, başkaları tarafından gasp edilen hayatlar. Bu gasp her zaman cinayetle olmuyor; bazen bir söz, bazen bir kısıtlama, bazen bir yargı şeklinde de olabiliyor."

GEÇMİŞ – ŞİMDİ – GELECEK BİR ARADA

Romanda karakterlerin Defne’yi merkeze alarak birbirleriyle olan ilişkileri, çatışmaları, değişimleri, dönüşümleri söz konusu. Üç ana karakter hem yaşadıklarıyla hem de olaylara karşı duruşlarıyla üç farklı kişi. Defne, Selma ve Servan bu benzemezlikleri ile neyi sembol ediyor?

"Bilebildiklerimiz karakterlerin bizimle paylaştıkları, her birinin o noktaya gelinceye kadar çok farklı hikayeleri var. Defne -komadan uyandıktan sonraki ismiyle Deff- gelecekten gelmesine karşın geçmişi simgeliyor. Geçmişi düzeltme çabasıyla kendine yeni bir gelecek inşa etmeye çalışıyor. Selma’nın kaygısı gelecek, pasif agresif bir tavırla geleceği şekillendirme gayretinde. Sessiz bir devrimci o. Servan, anda kalmaya çalışıyor, geçmişin karanlığında, geleceğin bilinmezliğinde kaybolmak yerine anda olana anlık çözümler arıyor. Aslında herkes kendisi olarak var olmak isterken, hem başkalarının yazdığı hikayelerin içine çekilip hem de diğerlerini çekmek istiyor. Bir yandan mevcut düzenin sınırlarını zorluyorlar diğer yandan yeni sınırlar çiziyorlar. Karakterler kurmaca da olsa insan…"

BU HAYAT BİZE Mİ AİT?

Karakterleriniz arasında ‘gerçek kötü’ler var. Ancak ana karakterler de hem yaralı hem de kusurlu. Bunu özellikle yaptığınızı düşünüyorum; neden okura karakterlerini zaaflarını, zayıflıklarını göstermek istediniz?

"Evet, roman kahramanları da bizler gibi yaralı ve kusurlu. Tüm iyi niyetlerine karşın birbirlerine yalan da söylüyorlar, bencillik tuzağına düşüp birbirlerini yargılıyorlar.

Herkes kendi bildiği yoldan iyileşmeye çalışıyor, ancak bunu yaparken üstlendikleri kimlik ve kişiliklere de yapışmaktan alıkoyamıyorlar kendilerini. Bize çok benziyorlar, onların da asıl derdi; uyum ve uzlaşma adına birilerinin birilerini kalıplara sokma gayreti ve bazen zorla bazen de kendiliğinden vazgeçilen asıl hayatlarımız. Konuştuğumuz gibi bir sürü soru var anlatılan yaşam hikayelerinin içinde. Bu yaşadığımız hayat bize mi ait? Kendi hikayemizi kendimiz mi yazdık? Yoksa başkalarının yazıp, yönettiği bir hikayede oyuncu muyuz? Kendimize yeni bir hikaye yazabilir miyiz? Sorular, sorular… Okurun kendisi için en doğru cevabı bulacağına eminim…"

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN