Kıtaların kesişme noktasında bir İstanbul aşığı fotoğrafçı

Kıtaların kesişme noktasında bir İstanbul aşığı fotoğrafçı

Belçikalı fotoğrafçı Jerome de Perlinghi kırk yılda katettiği yüzbinlerce kilometrelik yolculuğunu on civarında kitapla taçlandırdı. Bunların arasında kendi imkânlarıyla hazırladığı 'Şangay' ve 'Chicago' ile birlikte ağustos ayında basılacak olan 'İstanbul' kitabı ile üçlüyü tamamlıyor: Adeta Dickens’in 'İki Şehrin Hikayesi’nden mülhem 'Üç Şehrin Hikayesi'. Bu üç şehir birbirine benzemese de Jerome’nin keskin mizah anlayışı ve eleştirel bakışı onları birbirine yaklaştırıyor....

ÖMER SARUHANLIOĞLU

Tarih boyunca yolu İstanbul’a düşenlerin İstanbul’dan etkilenmemiş olması ya da ona kayıtsız kalmış olması mümkün olabilir mi? Hacılar, sefirler, askerler, tacirler ve nihayet maceracı seyyahlar, ressamlar, şairler, romancılar. Alexis Vaton, Chateaubriand, Mark Twain, Hans Cristian Andersen, Kunt Hamsun, Edmond de Amicis, Pierre Loti…

Şehrin karşısında hayranlık ve hayal kırıklığı arasında gidip gelseler de hemen hemen hepsinde ortak duygu 'ilk görüşte aşk'tır. Gecenin geç saatlerinde Çanakkale Boğazı geçilir ve İstanbul, Sarayburnu açıklarında gün doğarken sisler içinde yavaş yavaş efsunlu, egzotik, harikulade siluetiyle kendisini ifşa eder. Bu duygu, sonradan hoşnutsuzluğa, bıkkınlığa dönüşecek olsa da aşktır. Amicis, o ilk görüş anında kendisini dünyanın bütün hazinelerine, ordularına sahip muktedir krallardan daha şanslı sayar: “İşte” der “bu, dünyanın en güzel manzarasıdır. Bunu inkâr eden Tanrı’ya nankörlük etmiş demektir. Bundan daha büyük bir güzellik insan aklını aşar. . . İstanbul bir Babil’dir. Bir dünyadır, âlemin yaratılmadan önceki kargaşa halidir. Güzel midir? Harikulade! Çirkin mi? Korkunç! Orada kalır mısınız? Kim bilir?”

Yakın zamana kadar seyyahların yerini fotoğrafçılar almış görünüyordu. İnsanın iç dünyasına hitap eden uzun, edebi, duygusal tasvirler yerini daha çok göze hitap eden bir anın ('decesive moment'!) ebedileştirildiği bir imgeye bırakıyordu. “Bir fotoğraf ne anlatır” diye sorular soruluyor, cevaplar veriliyordu. Ancak devasa sosyal medya çöplüğüne dökülen ve ömürleri birkaç saniyeden ibaret olan milyonlarca fotoğraf bu soruları bugün artık anlamsız ve hükümsüz kıldı. Kızılderili reisinin sözüyle “her şey çok hızlı gidiyor ve ruhlarımız geride kalıyor”. Eğer hala ruhtan bahsedebileceksek, ruhumuzun ve insanlığın selameti için her anlamda kalıcı değerlere olan ihtiyacımız gün geçtikçe artıyor. Belki tam da bu yüzden şimdi bir büyük hayale, fotoğraf kitaplarına daha çok ihtiyacımız var. İnsanlara, şehirlere dair gerçekten 'var olan' gözde ve ruhta kalıcı etki bırakan kitaplar. Belçikalı fotoğrafçı Jerome de Perlinghi bütün coşkusuyla, bütün enerjisini seferber ederek ve bütünüyle kendi imkânlarıyla işte bunu yapıyor. Yirmi beş yılı Fransız Libreation gazetesinde geçen ve New York Modern Sanatlar Müzesi, Londra Victoria & Albert Müzesi gibi müzelerinin koleksiyonlarındaki fotoğraflarıyla toplam kırk yıllık bir yolculuğun şimdilik son durağı İstanbul olmuş.

screenshot-5.jpg
Jerome de Perlinghi

Jerome de Perlinghi'nin İstanbul hikayesi, 1917'de Bolşevik ihtilalinden kaçarak ailesiyle İstanbul'a gelen, iki yıl sonra Belçika’ya yerleşen büyük babası ile başlıyor.

BOLŞEVİK İHTİLALİNDEN KAÇAN ATALARININ İZİNİ SÜRDÜ

Bazı şehirler fotoğrafçıların teveccühünü çekme bakımından diğerlerinden daha şanslı. İstanbul da bu şehirlerden birisi. Ve ben bu şehre âşık olan modern-zaman seyyahların ya da fotoğrafçıların sayısının bir tane daha arttığına tanıklık etmekten çok mutluyum. Jerome’yi yaklaşık üç yıl önce tanıdım ancak onun İstanbul macerası çok daha eskilere dayanıyor. Ta büyük dedesinin çocukluğuna... Bolşevik ihtilalinden kaçan büyük dedesi ailesiyle birlikte St. Petersburg’dan İstanbul’a gelmiş ve 1917-1918 yılları arasında burada kaldıktan sonra Belçika’ya yerleşmiş. Olup bitene bu perspektiften bakıp mistik bir boyut katacak olursak Jerome’yi İstanbul’a getiren dürtünün atalarının izini sürmek olduğunu söyleyerek bir latife yapabiliriz.

Gerçek anlamda ise on dört senedir yılın başında ve sonunda “Yolların Kesişme Noktası” dediği İstanbul’a geliyor, uçaktan iner inmez eşyalarını otele bırakıp hiç vakit kaybetmeden şehri tavaf etmeye başlıyor, sonraki günler her sabah ezanla birlikte sokaklara düşüp yatsı ezanına kadar bitmeyen enerjisiyle İstanbul’un yedi tepesini inip çıkıyor ve mesaisi bittikten sonra yüzünden hiç eksilmeyen tebessümüyle ve haklı bir gururla karşısına çıkan herkese cep telefonunu gösteriyor: Kırk, elli hatta altmış bin adım. Her yıl eskitilen üç-dört çift pabuç. Kırk yıl boyunca katedilen yüzbinlerce kilometrelik bu yolculuk on civarında kitapla taçlandırılmış, bunların arasında hepsini kendi imkânlarıyla hazırladığı 'Şangay' ve 'Chicago' ile birlikte bu yıl ağustos ayında basılacak olan 'İstanbul' kitabı üçlüyü tamamlıyor: Adeta Charles Dickens’in 'İki Şehrin Hikayesi’nden mülhem 'Üç Şehrin Hikayesi'. Bu üç şehir birbirine benzemese de Jerome’nin keskin mizah anlayışı ve eleştirel bakışı onları birbirine yaklaştırıyor...

screenshot-4.jpg

EN SEVDİĞİ YER GALATA

Açıkça anlaşılıyor ki Jerome’nin İstanbul’da en çok tercih ettiği yer Galata Köprüsü’nün Eminönü ayağı. Burada hepi-topu birkaç yüz metrekarelik bir meydanda müthiş hikayeler çıkabildiğini fark etmiş öyle ki kitaptaki fotoğrafların büyük bir kısmı bu bölgede çekilmiş. Tıpkı bundan yüz elli yıl önce Amicis’in Galata Köprüsü’nün bir köşesinde durup da önünden geçen rengarenk ve her milletten insan kalabalığını seyredip onları tasvir ettiği gibi Jerome de sezgisel bir biçimde İstanbul’un sosyolojik, sınıfsal ve demografik çeşitliliğini (zenginlik mi demeli?) en fotografik biçimde burada ortaya serdiğini keşfetmiş görünüyor. Arkada köprü, Galata Kulesi ya da İstanbul’un simgesi olan Yeni Cami, şehrin telaşı içinde hepsi de koşuşturan doğulular, batılılar, tesettürlü ya da dekolte elbiseli kadınlar, şalvarlı ya da kravatlı, takım elbiseli adamlar, seyyar satıcılar, emekliler ya da aylak gezinen gençler… Bu fotoğraflara bakan bir İstanbullu kitapta her an kendisiyle karşılaşacağı duygusuna kapılabilir ve hatta daha da ileri gidip Jerome’nin Melih Cevdet Anday’ın şu şiirinden haberdar olduğunu zanneder:

Simitçi, kahveci, gazozcu
Müslümanı yahudisi, urumu,
isporcusu, ihtiyarı, veremi
kiminin saçı uçar, kiminin eteği…

screenshot-2.jpg

DEKLANŞÖRE GİZLİCE BASMIYOR

Birçok sokak fotoğrafçısının yaptığı gibi fotoğraf makinasını göbek hizasına yerleştirip, yürürken kimseye fark ettirmeden deklanşöre basmak ve sonuçlara bilgisayar ekranında bakmak onun işi değildir. Çekeceği fotoğrafı tasarlaması gerektiğini, mutlaka vizörden gözleriyle görmek istediğini söyler. Bunu yaparken insanların burunun dibine sokulur ve bu bakımdan riskli hatta tehlikeli bir iş yapmaktadır ancak kırk yıldır aynı şekilde fotoğraf çekmekte ısrarlı olması dilini bilmediği ülkelerde badireleri atlatmanın yollarını bulmuş olduğunu gösteriyor.

screenshot-3.jpg

ON DÖRT YILLIK ÇALIŞMANIN ÜRÜNÜ

Bu kitap on altı yıllık gayretli, zahmetli, coşkulu ve saygıdeğer bir çalışmanın sonucu. Bu on dört yıl İstanbul’un nasıl değiştiğini gözleyebilme imkânı verecek kadar uzun bir süre. Jerome de artık İstanbul’u beton binaların istila ettiğinin, sokaklarında baş üstünde taşınan tablalarda simit satılmadığının ve vapurlarda o zarif ince belli cam bardakların yerini kötü kokulu plastik nesnelerin aldığının farkında ve buna en az bizler kadar üzülüyor...

screenshot-1.jpg

Sıra-dışı bir şehirde uzun yıllar yaşamanın avantajları olduğu kadar dezavantajları da var. Tarih, kültür, sosyal doku, peyzaj insanı ruhen ve estetik olarak besliyor ancak aynı zamanda alışkanlıklar ve zorunluluklar oradaki güzellikleri ve değerleri sıradanlaştırabiliyor. Hayranlıkla temaşa edilecek mekânların önünden ilgisizce geçip gidebiliyoruz. Mesela Eminönü meydanı çoğu İstanbullu için bir yerden bir yer giderken sadece kat edilen- bazen rahatsız edici derecede- kalabalık bir mekân olmanın dışında bir anlam taşımıyor. Bu bakımdan fotoğraf ve fotoğrafçı gözü son derece önemli bir araç. Üstelik bir çift yabancı göz orada bizim yılların alışkanlığı ile fark edemez hale geldiğimiz hazineler keşfedebiliyor. Bu kitapta tasvir edilen İstanbul pek çok şeyin yanı sıra biz İstanbulluların kanıksadığı ritmi ve dokuyu bir başka gözle görme imkânı vermesi bakımından da son derece önemli. İnsan şehrini tanıması için bazen yabancı bir çift göze ihtiyaç duyabiliyor. Jerome, en azından benim için, böyle bir yabancı çift göz oldu.

İstanbul her şeye rağmen hala güzel. Jerome’nin de bu güzelliğe 'ilk görüşte âşık olduğu' açıkça anlaşılıyor. Aşkı bıkkınlığa, öfkeye dönüşecek mi bilmiyorum ama İstanbul Jerome’nin gözüyle kelimenin tam anlamıyla 'bir başka' güzel. İstanbullular olarak çocuklarımıza miras bırakacağımız bir eser ortaya koyduğun için teşekkürler Jerome.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN