Görüşler

Küresel fetret devri

Küresel fetret devri

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer “Bu tip kriz dönemlerinde verilmesi gereken mücadelenin ilkesel ve ahlaki koordinatları var” diyor.

Virüs tehdidi altında kaotik bir süreçten geçiyoruz. Küresel bir ‘fetret devri’ndeyiz adeta. Ölümlerin, belirsizliğin, endişe ve kaygının artarak devam ettiği şu günlerde bizi paranoyaklaştıran, gerçeklik algımıza kast eden ve onu tahrip eden ucu bucağı olmayan spekülasyonlar, komplo teorileri de altın çağlarını yaşıyor. Tehdidin büyük ve belirsizliğin yoğun olduğu bu süreçte aklın, mantığın ve sağduyunun sınırlarını zorlayan spekülatif, fantastik söylemlerin alan genişletmesi anlaşılabilir elbette. Ancak açık konuşmak gerekirse bu tip kriz dönemlerinde de normal dönemlerimizde de hayata ilişkin ilkesel ve ahlaki konumlanışımızın nasıl olması gerektiği öyle büyük salınımlar barındırmıyor.

Düşünsel veya eylemsel açıdan bir uçtan karşıt bir uca savrulmamızı gerektiren bir şey de olmuyor. Evet, bir anlamda ev merkezli bir hayat sürdürerek ‘sosyal hayat’ yasaklısı hale geldiğimiz şu günlerde dünyaya, ilişkilere ve işleyişe ilişkin normal şeyler yaşamıyoruz. Ancak bugün de dünyanın rahat, stabil olduğu anlarda da verilmesi gereken bir mücadele var ve verilmesi gereken bu mücadelenin ilkesel ve ahlaki koordinatları var. Şu kritik günlerde bu mücadeleden vazgeçmemizi gerektiren bir şey olmadığı gibi tersine bu tarz mücadelenin nitelik ve derinlik kazanamasının nasıl hayati bir önem ve aciliyette olduğunu yeniden deneyimliyoruz. Yine bu dönemde yeniden anlıyoruz ki; mücadelemiz ilkesel ve ahlaki olmalı, insanın onurunu ve izzetini lekelememeli, özgürlüğe ve adil bölüşüme odaklı olmalı, kısaca devlet-toplum ilişkimizden doğa ile kurduğumuz ilişkiye uzanan çok geniş ölçekli olmalı.

Bu açıdan baskın gündem maddemiz dışında hayatımızın iş ve işleyişine ilişkin hassasiyetimizi korumak, özgürlük ve adalet mücadelesinin nitelik ve derinlik kazanması için çalışıp çabalamak mecburiyetimiz sürüyor. Bu açıdan 25 Mart 2020’de bir torba yasayla Meclis’ten geçen ve “dernekler yasası”nda değişiklik öngören düzenlemeye bakmakta yarar var. Türkiye’nin ve dünyanın kriz karşısındaki teyakkuz durumu nasıl aklın, mantığın gerekliliği ise aynı şekilde hayatımızın her alanında yapılan sosyal, siyasal, ekonomik vs. düzenlemelerin de taşıdıkları anlam ve yapacakları etki üzerinden değerlendirilmeleri yine aklın ve mantığın gereğidir. Bu, ülkemizin, devlet-toplum ilişkimizin mahiyeti açısından da hayati önemdedir. Kendilerini doğrudan ilgilendirmeleri münasebetiyle, ülkenin direnç merkezleri, varlık ve nitelik göstergesi hükmündeki sivil toplum yapıları için ayrıca varoluşsal bir sorumluluktur. Ayrıca ülkenin bugününe ve yarınına ilişkin görev ve sorumluluk duyan her bir ferdi için de varoluşsal bir sorumluluk olduğu izahtan varestedir. Çünkü hiçbirimiz basit bir uyum aparatı, bir intibak nesnesi değiliz. Her birimiz hayatımızın ve birlikte yaşadıklarımızın sorumluluğunu alan bir kurucu irade olma yüküyle, göreviyle mukayyet durumdayız.

Bu açıdan 15 Temmuz gibi ‘istisna’ döneminde işlevselleştirdiğimiz ‘torba yasa’ya ve virüs salgınının bu netameli günlerinde yapılan ‘dernekler yasası’ ile ilgili düzenlemeye bakmamız gerekiyor. ‘Torba yasa’nın neliğine ilişkin bir tartışmanın zaruretine vurgu yapıp işi ehline bırakalım. Dönelim ‘dernekler yasası’nın şu salgın günlerinde ‘torba yasa’yla geçişine. Nedir mevzu? Dernekler yasası ile getirilen düzenleme alan ile ilgili hangi açıkları kapatacak? Ne tür bir ihtiyaç hasıl oldu ki bu düzenleme yapılıyor? Yapılan düzenlemenin mantığı ne, kurgusu nasıl? Neyi ima ediyor, neye yol veriyor? Yaklaşımı, perspektifi, ufku nedir? Özgürlük alanını mı genişletme arayışında yoksa özgüven problemi olan, güvenlik siyasetine alan açan ve onu tahkim eden bir hüviyette mi? Uzatabileceğimiz bu sorular önemli.

Var kalma endişesini yaşadığımız şu günlerde varlığımızın nasıl ve ne tür bir ilişki ağında olduğu veya ne tür bir ilişkiye maruz bırakıldığı da aynı şekilde hayati önemdedir. O yüzden insanın bir uyum aparatı, bir intibak nesnesi olmadığına vurgu yaptım. OHAL döneminde başvurulan ve sonrasında ‘dernekler yönetmeliği’ni değiştirme suretiyle yapılan düzenleme Anayasa’nın pek çok maddesine aykırılık taşıdığı gerekçesiyle iptal edilmişti. Buna rağmen konu 2019’un son ayında tekrar gündeme gelmiş ancak kamuyundan, STK’ladan tepki gelince geri alınmıştı. Lakin salgının ve salgınla mücadelenin hayat memat meselesine dönüştüğü süreçte, 25 Mart 2020’de, bir gece yarısı düzenlemesi ile virüse karşı alınacak tedbirlerin olduğu torba yasaya konulan madde ile 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nda değişikliğe gidildi. Bu kritik zaman diliminde yapılan düzenleme şu: Dernek üyelerinin kişisel bilgilerinin ve dernek içindeki görevlerinin bir ay içinde mülki idareye bildirilmesi, halen mevcut üyelerin ise bilgilerinin altı ay içinde bildirilmesini düzenliyor. Yukarıda da değinildiği üzere daha önce yönetmelik ile düzenlenen benzer uygulama AYM tarafından “toplumun ve temel hakların yara almasına sebebiyet verecek pek çok sakıncalar içerdiği” gerekçesiyle iptal edilmişken benzer bir düzenlemeyi yeniden getirmenin ne anlamı var? Toplum için, temel haklar için sakıncalar barındıran uygulamanın devlete ne faydası var?

Siyasetin alanını genişletmek, örgütlenmeyi kriminalleştirmemek, özendirmek, topluma alan açmak, katılımı desteklemek, devleti sivil denetime açmak gibi toplumu/devleti güçlendiren açık, geniş ve özgür bir devlet-toplum ilişkisi yerine özgüveni düşük, güvenlik kaygısının egemen olduğu ve malesef toplumun şaibeli olarak kodlandığı, konumlandırıldığı bir mantıksal kurgudan, yaklaşımdan ve imadan beslenen bu düzenleme açık bir şekilde yanlıştır, geri çekilmelidir ve kamuoyunca ciddiyetle tartışılmalıdır.

Bu düzenleme varlığı ve çağrışımlarıyla Anayasa’nın 33.madesinde nitelenen ‘örgütlenme özgürlüğü”e halel getirmekte, üye ve üye olmak isteyenleri korkutan, caydıran bir etki yapmaktadır. Bu düzenleme Anayasa’nın 20. maddesinde dile gelen “özel hayatın gizliliği” ilkesini ihlal etmektedir. Bağlantılı şekilde kişisel verilerin korunması ilkesinin tahrip etmektedir. Pratiğini siyasi tarihimizin değişik dönemlerinde gördüğümüz fişleme uygulamasına fiilen alan açmaktadır, onu çağrıştırmaktadır. Korkunun, güvenlik endişesinin baskın hale gelip kamusal iklim militerleşmekte, atmosfer zehirlenmektedir. Bağlantılı şekilde kamusal alanı sınırlayan, insanları özele, kenara püskürten bu düzenlemeler bir tür devlet ile toplum arasındaki mesafeyi açmakta, derinleştirmektedir.

Postmodernlik tartışmalarıyla birlikte denetim-kontrol toplumlarının geride kaldığına, iktidarın panoptikondan yeni teknolojiler üzerinden neredeyse işin bir kendi kendini kontrol ve açığa vurma düzeneği olan sinoptikona kaydığına ilişkin terorik tartışmalara muhataptık. İktiadarın dönüşümünü siyasal-ekonomik ve teknolojik alanındaki yapısal dönüşümler eşliğinde götüren bu okumalar, 11 Eylül saldırıları ile başlayan ve 2011’de ortaya çıkan Arap Baharı’yla derinleşen küresel güvenlik kriziyle başka bir boyut aldı. Eskiden devletin dönüşümü üzerinden daha görünmez, daha ilişkide içkin bir iktidara dair çözümlemeler peşinde yol alırken devlet altı örgütlerin alan genişletmesini, çok kötü yönetimler bile olsa çöktüklerinde nasıl iç savaş, ölüm, mültecilik gibi küresel ölçekli sorunların meydana geldiğini dehşetle gözlemledik. Nitekim son virüs salgını bir tür ana aktör olarak ‘devletin geri dönüşü’ şeklinde yükselen dalganın final epizoduna dönüştü. Salgın dolayımında yaşadıklarımız güçlü bir devlete olan ihtiyacı iyice göstermişken şimdi karşımızdaki soru şu: Bu güçlü devlet nasıl bir devlet olacak? Bu devletin toplumla ilişkisi nasıl olacak, sivil toplum örgütlerinin varlığı, işleyişi nasıl olacak ve bu durumu doğrudan tayin eden kamusallığın görünümü nasıl olacak? O yüzden 15 Temmuz koşullarında dahi AYM’den dönen bir uygulamanın bugünkü kriz ortamında yeniden çıkması izaha muhtaçtır ve devletin nasıl olacağı ile ilgili soruyla doğrudan ilintilidir. Dolayısıyla yukarıda belirttiğim üzere teritoryal egemenliklerin anlamsızlaştığı, devlet dediğimiz aygıtın gittikçe çözüldüğü ve gereksizleştiği gibi bazısı ütopik bazısı distopik okumaların aksine devletin ve devlete olan ihtiyacın arzuyla arandığı bugünlerde yapılan bu düzenleme bugünümüz ve yarınımız için hayati önemdedir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir