Görüşler

Popülist siyaset ve ordular

Popülist siyaset ve ordular

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Ömer Aslan “Popülist siyasetçi, orduyu ister istemez popülist ajandasında yanına çekmeye çalışır. ‘Yerlicilikle’ orduyu popülist siyasete malzeme ettikçe onu siyasallaştırır” diyor.

Avrupa’da ve ABD’de sağ ve sol popülist siyasetçilerin iktidara gelmesi ve popülist dalganın dünya siyasetini etkilemesiyle popülizm üzerine ciddi bir yazın oluşuyor. Popülizmin bir ideoloji olup olmadığı, popülizm ve demokrasi ilişkisi, popülist hükümetlerin dış politikaları gibi birçok konu gündemde.

‘Kralın Tüm Adamları’ filminde hâkim siyasi-ekonomik elite rakip olarak valiliğe aday olan, ‘halk adamı’ Willie Stark seçim kampanyası sırasında taşrada yaptığı konuşmalarda seçmenlere şu cümlelerle seslenir:

‘‘Taşralılar, bana kulak verin! Gözünüzü açın. Taşralıya taşralıdan başkasının faydası yoktur. Oy vermezseniz yoksunuz. Sofranızdan ekmeğinizi çalan, evlatlarınızı okulsuz bırakan, sizi ‘cahil’ diyerek hor gören bu şehirli kodamanlar, beni yıllarca kandırdıkları gibi sizi de kandırdılar. Şimdi onları kandırma sırası bizde. Onlara günlerini göstermeye, intikam almaya geliyorum. Durumunuzu düzeltmek sizin, benim ve Tanrı’nın ellerinde. Sizinle köprülerin, okulların, ekmeğin, kitapların, yolların arasına giren her şeyin kafasına vurun. Tokmağı bana verin; ben sizin için kafalarına kafalarına vurayım.”

Bu kısa alıntı popülist siyasetçilerin öne sürdükleri ortak temaları özetler. Popülist liderler kendilerini halktan biri olarak görürler. Popülist siyasetçi, halkın dilini konuşur, halk gibi öfkelenir, öfkesini halk gibi dile getirir, lafı dolandırmaz ve ‘milletiyle’ herhangi bir aracı kullanmadan konuşmak ister. Uzun yıllar ihmal edilmiş, dertleri dinlenmemiş, talepleri ve hareketleri hor görülmüş (ve popülist siyasetçinin tahkim etmek istediği) toplumsal kesimler ‘millet’ olarak tanımlanır. Yıllarca iktidarın nimetlerinden faydalanmış, millete ve değerlerine yabancılaşmış, ‘dış güçler’le kol kola, kozmopolit kesimler ise halk düşmanı, gayr-i milli unsurlardır.

Artık iyi bilindiği üzere popülist liderler, temsilcisi olduklarını iddia ettikleri ‘milleti’ yeknesak bir blok olarak yansıtır, böylece toplumdaki çoğunluğu oldukça kabaca iki gruba indirgerler. Popülist siyasette siyaset, yargı, ordu, medya vb. alanlar arasındaki çizgiler bulanıklaşır; her alan ve kurum nihai popülist misyona omuz vermek durumundadır. Kurumların yerliliği bu destekle ölçülür. Lider, parti ve devlet aynılaşmaya başlar. Hükümete eleştiri lidere, lidere eleştiri devlete başkaldırı sayılır.

Sivil veya asker kökenli popülist siyasetçi —ülkenin bulunduğu bölgeye, medya gücüne, halkı harekete geçirme kapasitesine ve halk desteği oranına da bağlı olarak—- hızlı ve etkin karar almaya ve uygulamaya engel olduğunu iddia ettiği ‘silahsız’ kurumları, bireyleri ‘derin devlet’ ile ilişkilendirebilir. Böylece onları etkisizleştirebilir ve kontrolü altına daha rahat alabilir. Silahlı kuvvetler ise siyasetin çoğu zaman bir şekilde yöneldiği ama rahat yönetebildiği, popülist ajandasına kolaylıkla dahil edebildiği kurumlardan değildir.

Silahlı kuvvetler kendi kurumsal bütünlüklerini koruyabilecekleri gibi ‘ulusal’ bir kurum olarak kalarak toplumsal bütünlüğün de garantisi olabilmeyi ister. Buna ek olarak, askerlik mesleğinin kendisinde kaçınılmaz bir elitizm vardır. Uzun yıllar süren ciddi bir formel ve beden eğitimi, çoğu zaman dil eğitimi, disiplin ve uzmanlık gerektiren profesyonel bir meslektir askerlik. İlaveten, silahlı kuvvetlerde subay olmak tam da seçkin bir grubun bir parçası olmak anlamına gelir. Popülist siyasete içkin basit yerlilik, millilik söylemine pek de uymayan şekilde ordular; uluslararası eğitimler, ortak tatbikatlar, uluslararası barışı koruma misyonlarında farklı ülkelerden askerlerle birlikte yaşama ve ortak operasyon yapma sayesinde (özellikle de hava kuvvetleri ve donanma) kozmopolit bir kültür de kazanır.

Son olarak, ordular hakkında en rahat yapılabilecek genelleme ise (hayali) ‘rasyonel demokrasi’ arzularıdır. Popülist yöntemin aksine sorunların rasyonel şekilde çözülmesi, hükümet politikalarının toplumsal grupların milli çıkarı göz ardı eden heva ve arzularına göre değil de bilimin ve uzmanlık ışığında geliştirilmesini arzular ordular.

Silahlı kuvvetler birçok ülkede siyaset üstü kalmak ister, siyaset-üstü olduğunu iddia eder. Orduların kendilerini siyaset üstünde konumlaması ve rasyonel demokrasi düşleri, Türkiye’de de olduğu gibi, orduları çoğu zaman vesayetçi pozisyona iter, demokratik rejimlere ciddi gölge düşürür. Ordular çoğu zaman milli çıkar tanımının kendi uhdelerinde olduğuna da inanır. Ancak ordular herhangi bir siyasi partinin sempatizanı, kolu veya uzantısı gösterilmek konusunda da rahat değildirler.

Ordunun elinde silah olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir. Popülist siyasetçinin milleti mobilize etme gücü olsa da bu yeterli olmayabilir. Haiti’de yirmi dokuz senelik Duvalier hanedanlığının ardından 1990 yılı Aralık ayında yapılan ilk demokratik seçimde büyük bir destekle ‘ahlaken tiksinç elitlere’ karşı söylemle iktidara gelen popülist Jean-Bertrand Aristide, kendi atadığı ordu komutanı tarafından dokuz ay sonra 1991 yılı Aralık ayında iktidardan düşürüldü.

Ordular silahını kullanmayarak da siyasi rol oynayabilir. Göreve geldiği günden bu yana ısrarlı ama çelişkili adımlarla ABD ordusunu popülist siyasetinde kullanmaya çalışan ve bunu yaparken de aslında ordunun siyasi alanını genişletmekten gocunmayan ABD Başkanı Trump ve George Floyd protestolarında şu ana dek ABD ordusunun tavrında görüldüğü üzere; popülist siyasetçi şiddet içermeyen, ifade ve toplanma özgürlüğünden doğan demokratik eylemleri, popülizmin fıtratı gereği istismara, ondan çıkar sağlamaya yönelirken orduyu da kullanmaya çalıştığında orduyu daha da siyasallaştırdığı kadar kendi altını da oyacaktır: hem orduyu ‘kavga’nın hakemi konumuna getirir ve böylece ordunun siyasi konumunu pekiştirir hem de ‘ulusal’ ordunun halka karşı silah kullanmama gönülsüzlüğü popülist siyasetçinin altını oyabilir.
Ayrıca, silahlı kuvvetler halktan uzak olsalar da, özellikle zorunlu askerliğin olduğu ülkelerde halkla aralarında bağ oldukça sağlam ve derin olabilir. Bu bakımdan orduyu bir bütün olarak halka tümden sırtını dönmüş, gayr-i milli elitin parçası gibi yansıtmak daha zordur.

Popülizmin siyasette demokratikleştirici bir unsur olabildiğini biliyoruz. Popülist hareketler ‘öz yurdunda garip, öz vatanında parya’ gibi hissettirilen (bazen de toplumun çoğunluğunu oluşturan) insanlara seslerini bir duyan olduğunu hissettirir. Popülist lider ilk anda sivil-asker ilişkilerinde de demokratikleşme yolunu açabilir. Terörle mücadeleden, varsa askeri şirketleri aracılığıyla ekonomiden rant ve siyasi güç devşiren, rasyonel demokrasi diye meşrulaştırılmış vesayet rejimi kuran silahlı kuvvetlere karşı harekete geçebilen bir popülist lider, ilk planda sivil siyaseti güçlendiriyor gözükebilir.

Tayland’tan Türkiye’ye kadar siyaseten güçlü ordular (ve bazen başka kurumlar, örneğin Dışişleri Bakanlıkları) siyasi nüfuza sahip oldukları yerlerde ‘hükümet ve devlet’ arasındaki ayrımı kullanırlar. ‘Hükümetler gelip geçicidir; baki olan devlettir. Ordunun asıl sadakati ulusa/devlete/Kral’adır’ anlayışına sığınır, vesayeti meşru göstermeye çalışırlar. Popülist siyasetçi önce hükümet-devlet ayrımının demokrasiyi halksızlaştırdığını, böylece statükoyu beslediğini ortaya koyar. Ancak popülist siyasetin bu ayrıma cevaben parti, hükümet ve devleti eşitlemesi daha büyük vesayete yol açtığı gibi sivil-asker ilişkilerini de demokratikleştirmez.

Sonuç olarak popülist siyasetçi, orduyu ister istemez popülist ajandasında yanına çekmeye çalışır, ‘yerlicilikle’ orduyu popülist siyasete malzeme ettikçe onu siyasallaştırır. Darbe geçmişi olan ve demokratik olgunluğa erişmemiş ülkelerde popülist iktidarlar demokratik ilkelerin ve hesap verebilirliğin altını oydukça, ordunun tam olarak ne zaman kontrol altına alınmış olunacağı bilinemez, ordunun tam sadakatinden emin olunamaz. Popülist siyasetçi ordudan duyduğu endişeyi gidermek yerine orduyu daha da siyasete çeker, endişesini de kullanmaktan kendini alamaz. Başka türlü siyaset -örneğin sivil asker ilişkilerini gerçekten demokratikleştirmek – denemek yerine, darbe olasılığını gündemde tutmak, örneğini darbe dedikoduları çıkarmaktan kendini alıkoyamaz.

KİMDİR?

2008 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünü bitirdi. Uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisansını London School of Economics’te bitirdi. Doktora derecesini Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünden 2016 yılında alan Aslan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ordu ve siyaset ilişkileri, dış aktörler ve askeri darbeler, Pakistan dış politikası ve terör ve radikalleşme alanlarında çalışmalar yapıyor. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir.


YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir