Görüşler

Siyaset içi siyasetin zor(unlu)lukları

Siyaset içi siyasetin zor(unlu)lukları

Yazar Bahadır Kurbanoğlu “Kapalı toplum oluşturmanın imkanlarının ortadan kalktığı bir zamanda geriye, kurallara hafsalaları zorlayacak şekilde müdahale etmekten başka bir şey kalmıyor” diyor.

Son yıllarda Türkiye’nin önündeki en önemli meselelerin başında hiç şüphesiz, siyasetin, siyaset içinde kalarak mı yoksa siyaset dışı yollara tevessül ederek mi yapılacağı sorunu geliyor.

Bu meselenin temelindeki zorluk, normal şartlarda rayından çıkma istidadı gösteren siyasete denge ve paratoner görevi icra etmesi beklenen makamın, bunun tersi bir işlev gösterme istidadının güçlenmesinin nereye evrileceği sorusuna cevap bulmak. Yeni partilerin de aşılması için yola çıktıkları ve önlerinde ciddi bir engel teşkil eden devasa bir sorun bu.

Kitabın ortasından konuşursak sorun Cumhur İttifakının açık-gizli ortakları sistemi siyaset dışına iteleme gayretinde. Bu tehlikeli duruma siyaset içinden cevap verebilmek için ciddi bir toplum desteği gerekiyor. Ya toplumun hatırı sayılır kesimi de bir zehirlenme yaşayarak siyaset dışına çıkacak ya da bu gidişe ‘dur’ diyecek.

Diğer bir deyişle, AKP’li yıllarla siyaset içine çekilen toplumun tekrardan minder dışına davet edilmesi karşısında nasıl bir tutum takınacağı, bu tablonun keskin inançlı kemikleşmiş kesimler dışındakilere nasıl anlatılacağı yeni partilerin de önemli bir sorunsalı.
AK Parti ve müttefiklerinin yaklaşık beş yıldır geliştirdikleri ve “beka”, “üst akıl/dış mihrak”, “güvenlikçilik” üzerinden toplumun bir kesimi ve temsilcilerini kriminalize ederek sürdürebilir olduklarını zannettikleri zemin, gitgide çatırdamaktadır. Muktedirliği her ne pahasına olursa devam ettirme adına tercih ettikleri bu siyasi konformizmin elbette bedelleri de oluyor, olacak. Lakin, günden güne yaşanan kayıpların telafisi için oyunun kurallarını da sürekli değiştirmeyi beraberinde getiren bu tercihin ömrünün çok da uzun olmayacağı görülmekte. Ömrü uzun olmayacak ama bedellerinin boyutu ve hangi proseste karşılanacağı bir muamma.

Yeni partilerin sadece bu tabloyu gözler önüne sermeleri yetmez.

Klasik sağ siyasetin açmazlarını aşmak kadar, bu sarmaldan sıyrılma hedefinde olduklarını ispat da etmeleri gerekir. Sadece ilkelere soyut vurgular yapmakla becerilebilecek bir mesele de değil bu.

Bu konuda ne kadar inançlı olsanız da son yıllarda iyiden iyiye siyaset dışı motifler ve kendi zararına uygulamalarla toplumun zehirlendiğini ona gösterebilmeniz gerekir.

Bu da aynı topluma karşı, onu değiştirme azminde olduklarını ispat etmekle de mükellef kılmakta kendilerini.

Yani artık Türkiye’de siyaset, toplumun tüm kesimlerini olduğu gibi kabul etme “soyut ilkesi” ile yapılamaz.

Farklı alanlardaki milliyetçiliklere dokunmadan, Kemalistlerin/Atatürkçülerin kimlik noktasında hiçbir nedamet getirmemelerini önkabul olarak görerek, muhafazakarların hukuk devleti ve demokrasi konusundaki özürlerini mazur görerek ilerlemek mümkün değil. Ya da sadece ekonomik verilerin kötüye gidiş istatistiklerini orta yere serip halkın cebine yansımalarından sağlanacak girdilerle de ilerleyen klasik siyaset modeliyle de yürümenin zorlukları ortadadır. Öte yandan, Türkiye’de siyasetin hala ciddi manada kimlikler üzerinden yapılması ve bu alanların vasilerinin bulunması göz korkutmamalıdır.

Özgürlükçü siyaset herşeyin konuşulabilmesinin önünü açmak kadar, toplumun her katmanının ilkesel doğrular noktasında eğitilmesi yönünde bir şahitliği de gerektirir. Bu da yeni partilerin hem üst kadrolarına hem de teşkilatlarına artı yükümlülükler getirmektedir.

Teşkilatlanma niteliği de bu hedefe uygun olabilmelidir.

Yoksa “kumaş bu, bu toplumsal yapıyla ancak bu kadar olur” analizi, sadece orta değil kısa vadede de tıkanmaları beraberinde getirir.

Planlı hareket, bir siyasi yürüyüşün daha en başından bazı tavizsizliklerle yürümesine engel olmamalıdır. Bu konuda sadece simgesel bazı göstergeler bile önemli ve değerlidir.

Tarihten tevarus edip beslenen, milliyetçilikle de harmanlanmış muhafazakar kimliği -elde var bir- alt kimlik olarak kabul edip Türkiye’nin üst genel kimliğini, Batılı kimliğe yaklaştırıp tanımlamak ve bunu, Batılı devletlerle de ilişkileri kavileştirecek bir yaklaşıma araç kılmak çözüme matuf değildir.

Tam da aksine, asıl mesele dünya ile ilişkili bir Müslüman-muhafazakar zihnin ve kimliksel dönüşümün desteklenmesidir. Evrensel bakabilen, farklı olan hatta “öteki”nden beslenmeye ihtiyacı olduğunu kabul eden bir kimlik, kendi meselelerine de, ülke sorunlarına da, dini yorumlama biçimine de daha kapsayıcı bir düzlemden bakıp çözüm üretebilir.

Erdoğan ve MHP’nin, içinde milliyetçilerin de yer aldığı bu kesimi klasik muhafazakâr saikler, tarihsel semboller, dini-mezhebi konsolide siyaseti (Din karşıtlığında CHP’yi, beka karşıtlığında HDP’yi hedef almalarına ek olarak) aslında bahar ile hedeflenen yürüyüşe de engel teşkil etmektedir.

Türkiye’de sağdan sola, milliyetçiliklere kadar, üzerinde sörf yapılan alanların kendi gerçek “sahipleri” mevcut olmakla birlikte, yukarıdaki tabloyla zihni ve kavramsal bir çatışma yaşayacak yeni nesillerin de sahaya çıkmakta oldukları da vaki. İçinde dindar kesimlerin de olduğu muhafazakâr çoğunluk, bu alanlardan etkilenmekle birlikte, konsolidasyon ve çatışmacılık çıkmazı içinde, siyasetin kodlarıyla kuralsızca oynanabildiği bir iklimden çıkmaya da davet edilmelidir. Bu başarılabildiğinde, sahipleri olduğunu ifade ettiğimiz alanlardaki kesimleri de olumlu anlamda kuşatabilecek bir zeminin vasatı mümkün olabilir.

AK Parti’nin 2010’lu yıllara kadar olan gayreti ve bilahare kendi içindeki çatışmaların da nirengi noktası aslında buydu. Dışarıdan müdahalelerle “yanlışlar yaptırma” gayretiyle yıpratılan ve asıl olarak da içeriden akamete uğratılan alanın kendisiydi.
Erdoğan bugün, Ayasofya vb. dini kodlardan da beslenen geleneksel siyaseti koltuk değneği olarak kullanmanın bir sembolünü oluşturmaktadır. Ancak bunun, bu tablonun başarısı karşısında can çekişen bir sembol olduğu/olacağı görülebilmelidir. Nitekim meşruiyetin (özellikle ahlaki meşruiyetin) kaybedildiği her evrede, sağ siyasetin üzerinde yıllarca tepindiği konular ısıtılıp toplumun önüne getirilmekte, toplumun duyarlılıkları kaşınarak, taraf olmaya itilerek “engellerin” aşılacağı düşünülmektedir. Bu klasik metod, ancak bundan daha evlası, efdali, sadra şifa olanı toplumun önüne konduğunda aşılabilir. Bu da sabırla, ilmek ilmek dokunarak ilerlenecek bir siyasi vizyon inşasını gerekli kılar.

Yeni partilerin dezavantaj gibi görünen en önemli avantajı, AK Parti’nin klasik ayrıştırma kodlarına karşılık gelmemeleridir. Geçmişe dair CHP gibi baskı, darbe, din karşıtlığı, yolsuzluklar gibi bagajları yoktur. HDP gibi terörle ilişkilendirilebilecek bir yapıları, milliyetçi ögelerle sınanmaya tabi tutulacakları bir vasıfları, FETÖ gibi yapılarla örtüştürülmeye çalışılacakları bir yakın geçmişleri olmadığı gibi.
Nitekim gerek Bahçeli gerekse Erdoğan özelindeki bazı tılsımların da bozulduğu, “olmaz” denilenlerin olduğu, verilen sözlerin yerine getirilemediği, kısacası hikayenin sonuna doğru ilerlendiği gözlenmektedir. Sorun, memleket yıkıntının altında kalmadan yeni siyaset kodlarıyla buradan nasıl yol alınacağı, toplumun buna ikna sürecinin hangi hız ve yöntemlerle yerine getirileceğinde.

Yüz yıllık olağanüstü hal rejimi hikayesini değiştirmeye çalışan bir AK Parti’nin devletin klasik kodlarına dönmesi ile kendi tarihiyle gerçek manada bir yüzleşme gerçekleştiremediği için geleceğe dair farklı bir hikaye yazmakta zorlanan CHP arasındaki ilişki biçiminden daha fazlasına ihtiyaç duyan yepyeni nesillerin ve mezkur sarkaçtan bunalmış milyonların olduğu bir ülke artık burası. Bırakın uzak geçmişi, bir ya da birkaç yıl önceki okumaların geçerliliğini yeni gelişmelerle yitireceği bir prosesin içinden geçmekteyiz.

“Kurmaya cesaret edilemez” denilen partilerin kurulmuş olması ve Davutoğlu örneğinde olduğu gibi, üzerine yüklenmek istenen günah galerilerini ustaca püskürten, cesur ataklarla iktidarın yumuşak karnı ve bozulmuş düzenine seslenen bir muhalefet tarzı mevcut artık. CHP gibi “ötekileştirmek” hiç de kolay değil. “28 Şubatçı zihniyetle ortaklık” eleştirilerinde olduğu gibi iktidarın kendi tabanı karşısında yumuşak karnını oluşturan çelişkilerini de faş eden, üzerine giden bir muhalefet tarzının etkisini püskürtmek hiç de kolay değil. İktidar trolleri Ayasofya tartışmasında olduğu gibi, demeçlerini çarpıtmaktan başka bir işlev görememekteler. Üstelik aynı troller aynı zamanda iktidarın zayıf yönünü de oluşturmaktalar. Zira halk nezdindeki itibarları da yeterince zedelenmiş durumda. Geriye bütün bunları sosyal medya dışındaki mecralara da taşıyarak anlatmak kalıyor.

Söylentiler “Daraltılmış bölge sistemi uygulanacağı; bölgesinde yüzde 20 barajını aşamayanın vekil çıkaramayacağı; ülke genelinde yüzde 10 barajının devam edip ittifak için de gereken oy oranının yüzde 5 olacağı” yönünde.

Dünyanın o eski dünya olmadığı, kapalı toplum oluşturmanın imkanlarının ortadan kalktığı, her şeyin çabuk değiştiği bir zamanda, geriye, kurallara hafsalaları zorlayacak şekilde müdahale etmekten başka bir şey kalmıyor. Dün toplumun anketler ve baskılamalarla yönlendirilemediğine şahit olmuştuk; bakalım yeni partilerin sinerjisi sadece iktidardan değil, İP, HDP ve CHP’den de ümidini kesmiş hatırı sayılır kesimlerin ümitlerini yeşertme, beklentilerini karşılamada ne derece etkili olabilecek?

KİMDİR?

İzmir Saint-Joseph Koleji, Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Sosyoloji mezunu. 1991 yılından itibaren uzun yıllar Haksöz dergisi ve Haksözhaber sitelerinde yazarlık, Ekin Yayınları’nda editörlük yaptı. “İskilipli Atıf Hoca, İstiklal Mahkemelerinin Tarihi Misyonu ve Şapka İnkılabı”, “Şeyh Said, Bir Dönemin Siyasi Anatomisi”; “Adalet, Hukuk, Merhamet” başlıklı üç kitabı yayımlandı. Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği’nde (Özgür-Der) insan hakları ve sivil toplumsal faaliyetlere ilişkin çalışmalarda bulundu. 2016-2019 yılları arasında HilalTV’de hafta içi hergün yayınlanan ‘Sözü Esirgemeden’ adlı siyasi analiz programının yapım ve yönetimini üstlendi.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir