Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. E. Fuat Keyman, “Türkiye, Rusya ile yakınlaştıkça ABD, NATO ve AB ile ilişkilerinde yaşadığı sorunlar daha da artıyor” diyor.
Washington özelinde ve Amerika genelinde farklı kesimler ve siyasi görüşler arasında genel kabul gören bir nokta var, o da son üç yıla damgasını vuran ve “Trump faktörü” olarak adlandırabileceğimiz Başkan Trump’ın yönetim tarzı.
Amerikan demokrasisi ve Washington belki de tarihinin en kritik döneminden geçiyor.
Amerika artık var olan kurumlarının, denge ve denetleme sisteminin ve çok kültürlü siyasi kültürünün çökeceğinden ciddi anlamda korkuyor.
“Amerikan demokrasisi çöküyor” ve hatta II. Dünya Savaşı sonrası 1945’te kurulan Amerikan hegemonyası ve liderliğine dayalı “liberal düzen bitiyor” vb. düşünceleri kamusal tartışmada giderek güçleniyor.
Trump’ın 2020 başkanlık seçimini kazanmasının Amerikan siyasi tarihinde bir dönüm noktası olaracağı düşünülüyor. Trump’ın 2020 seçimini kazanmak için her şeyi yapacağı, her yolu deneyeceği sohbetlerde dile getiriliyor.
Bunlardan biri de Trump’ın ya Venezuela’ya darbe girişimini başlatacağı ya da daha ileri giderek askeri müdahale olasılıklarını gündeme getireceği dedikodusu ya da önerileriydi. 10 Şubat tarihinden itibaren söylenenler doğrulandı ve darbe süreci başladı. Demokratların bu ikazı gerçekleşmiş oldu.
Trump’ın son üç yıldaki yönetim tarzı sadece “demokratlar-cumhuriyetçiler”, “kentli global Amerika-içine kapanık Amerika” ve “çok-kültürlü Amerika-kültürel ve etnik özcü Amerika” arasında son yıllarda giderek artan “kutuplaşma sorunu”nun derinleşmesine; ekonomik ve kültürel milliyetçiliğin güçlenmesine; kurumlar arası kavganın ve kopukluğun yaygınlaşmasına; başkan ile partiler, yargı, güvenlik ve medya kurumları arasındaki gerginliğin derinleşmesine ve Federal devletin kapanmasına ve devlet memurlarının maaşlarının ödenememesi sorununa yol açmakla sınırlı kalmadı. Daha da önemlisi, eğer Trump 2020’de yapılacak başkanlık seçimini bir kere daha kazanırsa, bugünkü düzenin “güçlü liderlik” temelinde tümüyle değişeceği ve bugünkü Amerika’dan farklı bir Amerika’nın ortaya çıkacağı düşüncesini güçlendirdi.
Trump’ın tek başına aldığı Suriye’den çekilme kararı; Meksika sınırında duvar yapmak için gerekli ödeme onaylanmazsa “olağanüstü hal ilan edeceği” tehdidi; Beyaz Saray’ı düşünce kuruluşlarına kapatması; ekonomik milliyetçilik ve kültürel ırkçılığı körüklemesi ve siyaseti iç ve dış politikada keskin bir “dost-düşman ayrışmasına” indirgemesi de dâhil tüm bu gelişmeler Washington’da ciddi bir “yönetim sorunu” yaratıyor.
Trump, sadece demokratları ve cumhuriyetçileri değil kendisiyle ters düşen herkesi cezalandırıyor. Bu nedenle, konuştuğum her aktör Trump’ın düşman ve çatışma yaratan siyaset anlayışının her kesimi kapsadığını, bu durumun sadece demokratlar ve muhalefet değil, daha da ilginç olarak, Trump’ın Beyaz Saray’daki ekibi içinde de çok sıklıkla istifa ve kovulma gibi gelişmelere neden olduğunu vurguladı.
Trump, kutuplaşmanın gerisinde, dost-düşman ayrımına ve çatışmaya dayalı bir siyaset izliyor. Dost olduğunu cezalandırabiliyor. Düşmanı dost olabilirken (Kuzey Kore gibi), dostu bir anda düşman olabiliyor (Türkiye gibi). Bunun bir ideolojik temeli de yok. Trump, seçim kazanmak için her şeyi yapabilir, amacına ulaşmak için her yolu mübah görebilir.
“Trump faktörü”nden Türkiye de nasibini aldı; Trump, cezalandırıcı söylemini ve tavrını Türkiye’ye karşı da kullandı.
Altını çizerek vurgulayalım: Türkiye için, Trump’ın çevresi değil kendisi sorun ve Trump faktörü, Ankara-Washington ilişkilerinde çözüm yaratıcı değil krizi derinleştirici olarak görülmeli. Erdoğan-Trump ilişkisinde sorunlar Erdoğan’dan değil, Trump’tan kaynaklanıyor. Türkiye, Trump’a güvenerek dış politikasında adım atmamalı.
ESNEK İTTİFAKLAR
Türkiye, bölgesel krizden ve Suriye-Irak sorunlarından kaynaklı olarak en fazla güvenlik riski alan ve en fazla zarar gören ülkelerin başında geliyor. Irak ve Suriye’deki iç savaş, insanlık trajedisi, terör sorunu ve çökmüş devlet durumu, bu ülkelerle uzun sınırları olan Türkiye’yi hem sorunların çözümünün kilit aktörü/bölgesel gücü, hem de tüm sorunların merkezinde olan ülke konumuna getiriyor.
Suriye sorunu, sadece bölgesel bir güvenlik ve istikrarsızlık sorunu değil, Türkiye’nin iç dengelerini de etkileyen bir sorun. Suriye sorunu, Kürt sorununun “mekânsal ve siyasi merkezi konumuna” gelmiş durumda; Kürt sorunu artık bölgesel ve küresel boyutları olan yerel ve ulusal bir sorun değil, ulusal ve yerel sonuçları olan bölgesel ve küresel bir sorun. Aynı zamanda Suriye sorunu, Amerika ve Rusya (ve İran) arasında bir “proxy” niteliğinde. Dahası bu sorun, Türkiye’de sayıları 5 milyona yaklaşan bir mülteci krizi yarattı.
Türkiye’nin Washington ile yaşadığı güven ve strateji krizinin sonuçlarından biri de “esnek ittifaklar” olarak adlandırdığım, Suriye sorununa cevaben Türkiye’nin güvenlik ve askeri temelde farklı ülkelerle yaptığı ittifaklar siyasetinin ortaya çıkması oldu. Suriye sorununun çözümüne Batı ittifakı ve bu temelde gelişen Cenevre Süreci’nin dışında ve Astana Süreci dediğimiz “Türkiye-Rusya-İran İttifakı” ile yaklaşmak; bu ittifakı, Fransa ve Almanya işbirliğiyle güçlendirmek ve “Almanya-Fransa-Rusya-Türkiye görüşmeleri”ni başlatmak; Kürdistan referandumuna “Ankara-Tahran-Bağdat işbirliği”yle yanıt vermek. Son dönemde tüm bu gelişmeler, hem Türkiye’nin bölgeye yaklaşımına ve Suriye masasında elini güçlendirmesine hem de Ankara’nın Washington’a yaklaşımında yaşanan değişimlere neden oldu.
Esnek İttifaklar, (1) kurumlar (NATO, AB gibi) değil, ulus devletler arasında hızlı ve riskli küreselleşme süreçlerinin yarattığı meydan okumalara, risklere, türbülanslara belli bir süre içinde etkin çözüm üretmek ya da yanıt vermek için yapılıyor;
(2) “Güç ve çıkar temelli bir stratejik tercih” üzerinden yapılıyor; ortak stratejik tercihin yaşama geçirilmesini ve katılan aktörlerin “güç ve kapasitelerinde artış” sağlamayı amaçlıyor;
(3) Genellikle, güvenlik ve ekonomi alanlarında ortaya çıkıyor; demokrasiyle ve insani durumlarla ilgili sorunlar gündeme gelmiyor, diğer bir deyişle “güvenlik-ekonomi-demokrasi denklemi”nde demokrasi ikinci plana bırakılıyor;
(4) Ortak ve birlikte hareket etmekten doğan “normlar ve söylemler, devlet güvenliği ve ekonomik kalkınma” ekseninde oluşuyor;
(5) Yaşadığımız küresel ve bölgesel çalkantı döneminde kurumsal ittifaklara karşı tercih edilebilecek bir nitelik taşıyor.
Ankara’nın Washington’a yaklaşımında esnek ittifaklar, özellikle “Rusya-İran-Türkiye İttifakı” önemli bir rol oynuyor ve “oyun değiştirici” bir etki yaratıyor. Ankara’nın elini güçlendiriyor.
Bununla birlikte, (6) Türkiye bu ülkeler içinde Batı kurumsal ittifakları (NATO, AB, AİHM) içinde yer alan tek ülke. Esnek ittifaklar ile kurumsal ittifaklar ilişkisi rahat ve kolay bir ilişki değil; aksine gerilim ve çatışma yaratmaya açık. Türkiye, Rusya ile yakınlaştıkça ABD, NATO ve AB ile ilişkilerinde yaşadığı sorunlar daha da artıyor. Türkiye, Batı ittifakından kopuyor mu tartışması ya da algısı güçleniyor.
Türkiye; Trump faktörü, esnek ittifaklar, Batı kurumsal ittifakları olarak belirtilen bu üç süreci ilişkili görüp dengeli bir dış politika izlerse, 2019’da gerek bölgesel (Suriye, Irak) gerekse de küresel denklemde konumunu güçlendirebilir.