Ben bu cihana sığmazam
Bazı sözler vardır; insanın içinden değil, sanki yıldızlardan dökülür gelir. Ağır ağır iner kalbe; bir kez dokundu mu usulca yerleşir ve bir ömür sızlar, yakar.
Bir ömre değil, bütün zamanlara sığmaz…
“Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam
Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam”
Bu ses, Seyyid Nesimi’nindir: Cihanı yüreğinde taşıyan ama bu cihana sığamayan adamın sesi.
Nesimi, Azerbaycan topraklarından. (1369-1417) Asıl adı Seyyid Ali İmadeddin Nesimi’dir.
Söz kalıba sığmaz, şiir kelimeye dar gelir.
Nesimi, kelimeyle değil, kelimenin ötesiyle konuşur. Harflerin arkasındaki sırları fısıldar.
“Yer ü gökü düzen benim, geri dönüp bozan benim
Cümle yazı yazan benim, ben bu dîvâna sığmazam”
Onun dili, yananın dilidir.
Ateşten geçmeden erişilir mi o sese?
“Hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât
Bunca kumaş ü raht ile ben bu dükkâna sığmazam”
Sığmaz, evet. Ne zamana, ne mekâna, ne kalıba…
Nesimi’nin gönlü eski bir libas değildir; çoktan yırtılmış, kalıpları aşmıştır. Onun giydiği artık ateşten bir gömlektir.
Söz, bazen acıtır. Hakikatin diliyse yara açmaz; içimizdeki en gizli yeri kanatır.
Bir ses fısıldar içimizde:
Rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam”
Bazı gönüller yalnızca aşkın divanına sığar.
Bazen bir can, bütün cihana dar gelir.
Sığmaz…
