Barış süreci ve orman yangınları
Gündem ya da sorun olarak tartışılan her şey günün sonunda siyasi pozisyon alma noktasına geliyor ve tarafların konumlandığı siyasi cepheyi belirlemekten öte bir işe yaramıyor. Konuyu basit hale getirecek olursak, tartışılan her şey aslında Erdoğan‘ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini yarayacak mı yaramayacak mı noktasında sonlanıyor. Türkiye gündemi Erdoğan’ın iktidara geldiği 2002 yılından beri kısır döngüden kurtulamadı ve 2028 seçimlerine kadar da kesin olarak kurtulamayacak.
Son olarak yaşadığımız orman yangınları da, sorunun farklı boyutları olan ciddi bir çevre duyarsızlığının tabi sonucu olduğuna dikkat çeken bir iki istisnanın haricinde, yangın alevleri Erdoğan’ın iktidarını sonlandırabilir mi umudu taşıyanlarla, Erdoğan taraftarları arasında, alışık olduğumuz bir polemik konusu olmaktan öteye geçemedi.
Çünkü maruz kaldığımız siyasi tazyik, herhangi bir konuyu, siyaseti sadece gerekli olduğu kadar dahil edecek bir sağduyu ile algılamamızı engelliyor. Bu yıllardır böyleydi. Tartışmaların baş aktörleri de genelde konunun uzmanları değil daha önceden de tanıdığımız polemik uzmanları. Oysa fiili durum hele dünya ile kıyaslandığında ne muhalefetin iddia ettiği gibi tam bir felaket ne de iktidarın dile getirdiği gibi güllük gülistanlık. Ancak bu gri alana kimsenin tahammülü yok. Konu hakkında sağduyulu tedbirler ve makul çözüm önerileri sunmaya çabalayan azınlığın sesi, maalesef bu kez de duyulmayacak ve bu önemli sorunu muhtemelen gelecek nesillere miras bırakarak, gözlerimizi her zaman olduğu gibi bugün elde edebileceğimiz siyasi faydalara dikmeye devam edeceğiz.
***
Artık yapan da kalmadı ama kamuoyunu sağduyuya çağırmak yapılacak en safça girişim olur. Oysa Türkiye’nin çok daha önemli bir konusu olan barış süreci hakkında ciddi bir sağduyuya acilen ihtiyacı var. Sosyal medya ve internette kanaat önderliği, barışı makul karşılayan ve barış sürecinde yaşanacak dönüşüme zihinsel olarak hazır olan çoğunlukta değil, kendisini (Salih Cenap Baydar’dan ödünç alarak) siyaset üstü görenlerde. Bu durum gündemin diğer konularının aksine kalıcı bir toplumsal ayrışmaya neden olabilecek potansiyele sahip.
Türkiye yüzyıllık bir sorunu çözmenin eşiğinde ve konu hakkında farklı fikirlerin olması kadar doğal bir şey olamaz. Ancak sorun tartışılırken Türkiye’nin geniş toplumsal düzeyde hiçbir zaman yaşamadığı, düşünsel bazda bir Türk-Kürt çatışması kışkırtılmaya çalışılıyor. İki tarafın fanatikleri de çıkabilecek toplumsal sorunları hesaba katmadan, karşı tarafı tahrik etmek ve kışkırtmakla meşgul.
Sosyal medya ve internet ortamında oluşan rüzgarı arkasına almak isteyen bazı tecrübeli yazarlar da tıklanmanın cazibesine kapılarak, bu tahriki pek hesaba katmıyor. Fikir tartışmasının toplumsal nefrete dönüşme potansiyelinin bir hayli yüksek olduğu kritik bir konuda, aklı selim herkesin sağduyu göstermesi gerekiyor. Konu sosyal medya şehveti ile tartışılmaya asla müsait değil. Hele bu soruna sadece Erdoğan’a sağlaması muhtemel fayda perspektifinden yaklaşmak, entelektüel etikle bağdaşmayacak bir aymazlık olur.
***
Türkiye, tarihinin en merkezi sorununu, tarafların uzlaşmasıyla sonlandırmak gibi ciddi bir imkana sahipken, bu tarihi şansın ırkçı kışkırtmalarla heba edilmesi büyük bir gaflet olur. Irkçı kışkırtmalar derken sadece Türkiye’nin batısındakileri değil doğusundakileri de kastediyorum.
Bir uzlaşma tarafların sonsuz talepleri ile mümkün olmaz. Zaten sonsuz talepler olduğu için bir çatışma vardı. Uzlaşma için sonsuz değil, makul taleplerin oluşması gerekiyor. Barış sürecini, çatışma sürecinin diliyle tartışmanın da kimseye faydası yok. Süreç hakkındaki müzakerelerin bütün tarafların kabul edebileceği makul bir düzleme çekilmesi için yapacakları sağduyu çağrısı, zannettiklerinden çok daha fazla katkı sağlayacak yazar ve kanaat önderlerine, bu tarihi yükümlülüğü naçizane hatırlatmak istiyorum.
