Yargı, adalet ve pardon…
Uzun lafın kısası, bugün yargı ve adalet kurumunun güvenilirliğine ilişkin bir kamuoyu araştırması yapıldığında, “Hukuk, adalet ve yargı sistemi meflûç haldedir” şeklinde genel bir sonuç ortaya çıkıyor. Bu yüzdendir ki devlet, en üst makam ve merciiden hukukta reform ihtiyacının elzem olduğuna dikkat çekiyor. Sayın Adalet Bakanı da aynı minvalde, “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. Bizim yargı mensuplarından beklediğimiz budur. Hiç kimsenin talimatına, telkinine bakarak değil, dosyaya bakarak vicdanınıza göre karar verin, 83 milyon geleceğe daha güvenle baksın” deme ihtiyacı hissediyor. Ama öte yandan, devlet katında hatırı sayılır bir kişilik ve konum sahibi olan Cemil Çiçek bu konuyla ilgili olarak çok çarpıcı şeyler söylüyor. “Bize yargı reformundan önce insan ve ahlâk reformu lâzım” diyen Çiçek şöyle devam ediyor: “Biz 459 yıldan beri yargının düzeltilmesini konuşuyoruz. Sadrazam Lütfi Paşa’nın Âsafnâmesinden, Göriceli Mustafa’nın Koçibey Risalesinden beri. Bir toplum 500 yıl adaleti arar mı? Bize topyekûn bir tevbe-i nasûh lazım. Reform kelimesi çok aşındı, kimse bir şey beklemesin.”
Evet, bizim için en acil ve elzem görünen reform ihtiyacı, insanlık hamurumuzla ilgili görünüyor. Bu hamurun derin vicdan ve ahlakla yeniden yoğrulup mayalanması gerekiyor. Aksi halde adaletin tesisine dair yeni yasal düzenlemeler ve tedbirlerle hukuk alanındaki gayr-i adil uygulamaların önüne geçilmesi pek mümkün görünmüyor. Çünkü yasalar ne kadar köşeli ve çerçeveli şekilde formüle edilirse edilsin, insan tarafından şu veya bu şekilde pekâlâ eğilip bükülüp bombeli şekilde yorumlanabiliyor. İşte bu yüzden, reform ihtiyacı her şeyden önce insanlık hamurumuzun derin ahlaki duyarlılıkla yeniden yoğrulmasını kaçınılmaz kılıyor. Burada söz konusu olan ahlak, her ne kadar soğuk ve mekanik gibi görünse de Kant’ın “Öyle davran ki davranışın temelindeki ilke, tüm insanlar için geçerli olan evrensel ilke veya yasa olsun” şeklinde formüle ettiği koşulsuz buyruk çerçevesinde ödev ve ilke temelli deontolojik ahlak olmalıdır. Zira sonuç ve fayda odaklı teleolojik ahlak suistimale daha açıktır.
Ödev ve ilke temelli ahlak anlayışını hayata taşıyabilmek için insan malzememizin tepeden tırnağa reforme edilmesi kaçınılmaz olmakla birlikte bunun kısa vadede gerçekleşme imkânına dair ciddi bir ümit ve beklentim maalesef yoktur. Bana öyle geliyor ki salt yasal düzenleme ve tedbir düzeyindeki hukuki reformlar, bugün olduğu gibi yarın da adalet ve yargı mensuplarına hitaben, “Sadece adalet istiyoruz. Hiç kimseye haksızlık yapılmasın. Kimse haksız yere tutuklanmasın. Tutukluluk istisnai olsun. Kimse tutukluluğu peşin ceza gibi yaşamasın. Kimse bizim hoşumuza gidiyor diye kanunları çarpıtmasın. Kimse bizim siyasi rakibimiz hatta düşmanımız diye kötü muameleye maruz bırakılmasın” gibi serzenişlerde bulunulmasını sonlandırmayacaktır. Dolayısıyla gerek yargı ve adalet kurumunun güvenilirliği ve gerekse hukuk güvenliği gibi yapısal sorunlar belki uzun bir süre daha ortadan kalkmayacaktır. Ancak şunu unutmamak gerekir ki insanoğlu bilerek isteyerek adaletten şaşsa da, beşeri hukuk/adalet sisteminde zaman aşımı olsa da ilahi adalette zaman aşımı diye bir şey yoktur ve bu adalet er ya da geç mutlaka yerini bulur.