Türkiye Yüzyılı okullarda zorbalığı niye durduramıyor?
Son birkaç gündür iki okuldan içler acısı eğitim manzarası videoları dolaşıyor.
Biri, Antalya Serik’te bir ilkokul bahçesinden akran zorbalığı görüntüsü. Nasıl çıktıysa kız çocukları kavgaya tutuşmuş. Tam anlaşılmıyor ama habere göre 11 abla, bir küçüklerini araya alıp tekme tokat, acımadan dövüyor. Saç saça, baş başa yerlerde sürüyerek. Adliyeye taşınmış, ifadeleri alınıp bırakılmışlar.
Diğer görüntü ise Ankara’nın eski bir lisesinden. Gençler, babaları yaşındaki hocalarına sınıfta yapmadık taciz ve terbiyesizlik bırakmıyor. Öyle Hababam Sınıfı haylazlıkları, çocuklar ders kaynatırken muzipliği biraz abartmışlar gibi değil. Hocayla çok fena alay edip sözde eğleniyorlar.
İlkini izlerken ‘hadi çocuk diye hapse atılmadılar, okuldan da mı atılmaz ya da uzaklaştırılmazlar’ diye sormadan edemiyorsunuz.
İkincisinde ise güya özendikleri o Hababam Sınıfı’nın Mahmut Hoca’sını arıyor gözleriniz. Yok mu bunlara terbiye verecek bir otorite figürü? Hizaya çekecek, şöyle korkup çekinecekleri bir okul müdürü filan? Disipline sevk, belli ki sökmüyor bunlara, anladıkları dil o değil.
Akran zorbalıklarında bir artış görülüyor. Bunlar ne ilk ne son.
Ceza, yaptırım olmadan okul bahçelerinde, sınıflarda disiplin nasıl sağlanacak? Zorbalığa uğrayan çocuğu akranlarından kim koruyacak? Derste hoca nasıl otorite kurup kendini dinletecek?
Öğrencilerin sıra dayağından geçirildiği günlere dönülsün, demiyorum. Ama okulda zorbalığın önü alınmayacak mı?
Kaldı ki çocuklara hırsla, hınçla vuran hoca skandalları da görmüyor değiliz.
Tabii ki çözüm, karşı şiddette bulunmayacak. Kontrolünü kaybetmiş dengesizlerin, öfkelerini el kadar çocuklardan çıkarmasını onaylayacak, mazur görecek değiliz.
Fakat tedbir de şart, mevcut yöntemler yeterliye benzemiyor. O görüntülere bakarken içinizin sızlamaması, aciz hissettiren çaresizliğe isyan etmemeniz elde değil. Artık daha etkili bir şey yapılmayacak mı? Bu zorbalıklara dur, denmeyecek mi?
EĞİTİME MAARİF DEMEKLE OLMUYORMUŞ
AK Parti, 9 bakan ve bilmem kaç müfredat değişikliğinden sonra Milli Eğitim’de yeni bir reform için kolları sıvamıştı.
Heybetli bir ad konmuştu. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, deniyordu.
Amaç şöyle açıklanmıştı: Aklıselim, kalbiselim, zevkiselim nesiller yetiştirilecek, bunun için okullarda değerler eğitimi verilecek...
Eğitime Maarif demekle, başına Türkiye Yüzyılı yazmakla, önüne ‘reform’ sıfatı koymakla, kelimelerle oynayıp modele ulvi bir hava vermekle olmuyor işte.
Sonuç bölümünde şöyle bir genel perspektif çiziliyordu:
“Nihayetinde Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, fertlerin bütün yönleriyle gelişimini amaçlar ve bu çerçevede bütüncül bir eğitim yaklaşımını esas alır.”
Kâğıt üstünde çok hoş duruyordu.
Yine de sormuştum: Kelime oyunları; eğitimin hangi sorununu çözecek, geri kaldığımız hangi alanda dünyayla rekabet edecek gençler yetiştirecek? Adı Eğitim’ken neyse Maarif’ken de yine o olmayacak mıydı?
İsimlendirmelere, sunumlara ayırdığımız kadar içeriğe de kafa yorup zaman ve enerji ayırsak belki şimdi eğitim sorunlarını konuşuyor olmazdık.
Tekrarda yarar var...
Venezuela’da tarıma, Halkın Gücü Bereketli Araziler Bakanlığı bakıyor. Fakat süslü, cafcaflı isim koyunca tarımları şahlanmadı, halk aç yatıyor.
Eğitime maarif, sağduyuya aklıselim, temiz kalbe kalbiselim, ince zevke de zevkiselim, diyerek ‘medeniyetimizin üzerine inşa edildiği değerler’in eğitimi verilebiliyor muymuş?
Sultan Abdülhamid’in eğitim bakanına mâl edilen meşhur sözü gelin de hatırlamayın. Hani, “şu mektepler olmasa Maarif’i ne güzel idare ederdim” dediği söylenir ya...
Türkiye Yüzyılı okullarında çalan, ders zili değil alarm. Zorbalığa dur, demek için model isimlendirmekten fazlasına gerek olduğu da ortada.
