2050'de küresel "su krizi" kapıda: Türkiye tehlikenin farkında mı?
Dünyanın su kaynakları üzerindeki baskı her geçen yıl artıyor. 2050 yılına gelindiğinde birçok ülke, artan su talebine karşılık yeterli su tedarik edemeyecek.
“Su stresi,” bir ülkenin sanayi, tarım ve beşeri kullanım için ihtiyaç duyduğu su miktarının, mevcut su kaynaklarına oranıyla belirleniyor. Özellikle iklim değişikliği, nüfus artışı ve yanlış su yönetimi nedeniyle bazı ülkelerde su stresi seviyesinin aşırı düzeylere ulaşması bekleniyor.
Aşağıdaki haritada görüleceği üzere, Dünya’da en yüksek su stresine sahip ülkeler, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde yer alıyor. Bu konuda en kötü senaryoların yaşanması beklenen ülkeler arasında İran, Suudi Arabistan, Libya, Cezayir, Sudan ve Hindistan var. Latin Amerika’da Şili, uzun yıllardır sürekli kuraklıkla mücadele ederken, Asya’da Çin, kalabalık nüfusundan doğacak yüksek su talebi nedeniyle risk altında…

Kanada, Brezilya, Kolombiya, Rusya, Norveç ve Japonya gibi ülkeler, düşük su stresi seviyeleriyle genel olarak güvende olacaklar.
Türkiye, “aşırı yüksek” (en üst) stres seviyesinde olmasa da, onun bir altında, yani “yüksek” derecede su sıkıntısı yaşayacak ülkeler arasında yer alıyor.
2050'de su stresi yaşayacak ülkeler sadece kurak bölgelerle sınırlı kalmayacak; sanayileşme, hızlı kentleşme ve tarımsal üretim baskısı nedeniyle su kaynakları bir çok ülkede azalacak.
Özellikle büyük nüfuslu ülkelerde, su talebinin kaynakları aşması, önemli riskler doğuracak. Hindistan ve Çin gibi sanayi devleri su krizini yönetmek için büyük altyapı yatırımları yapmak zorunda kalırken, su kaynaklarına bağımlı tarım ekonomileri ciddi zorluklarla karşılaşacaklar.
Uluslararası İhtilaflar ve Su Savaşları:
2050’ye kadar dünya nüfusunun yarısından fazlasının su stresi altında yaşayacak olmasından doğan su kaynaklarına erişim ihtiyacı, çevresel ve ekonomik bir sorun olmanın ötesine geçerek ülkeler arasında jeopolitik anlaşmazlıkları ve bölgesel çatışmaları tetikleyen stratejik bir faktör olacak. Tatlı su kaynaklarının azalması, özellikle su kıtlığı yaşayan bölgelerde gıda üretimini tehlikeye düşürerek sosyal huzursuzluklara ve kitlesel göç hareketlerine yol açacak ve küresel barışı tehdit eden uluslararası bir güvenlik sorunu haline gelecektir.
Bu bağlamda, dünya genelinde su krizinin bölgesel çatışmaları ve küresel gerilimleri arttırması bekleniyor. Orta Doğu’da Türkiye’nin Fırat ve Dicle üzerindeki projelerinin Irak ve Suriye ile gerilim oluşturacağı; Hindistan ve Pakistan’ın İndus Nehri, Çin ve Güneydoğu Asya ülkelerinin ise Mekong Nehri nedeniyle su krizine sürükleneceği tahmin ediliyor. Afrika’da Çad Gölü’nün küçülmesi ve kuraklık nedeniyle doğacak su kıtlığının, göç hareketlerini ve iç çatışmaları tetikleyeceği öngörülüyor.
Su kıtlığının tarımsal üretimi azaltması sonucu gıda fiyatlarında görülecek yükselişin, dünya ölçeğinde farklı derecelerde ekonomik çöküşlere ve sosyal huzursuzluklara yol açması beklenen bir sonuç. Öte yandan, Tatlı su zengini ülkelerin suyu stratejik bir avantaj olarak kullanması, küresel dengeleri değiştirebilecek bir faktör olarak görülüyor. Ülkeler arasında bu konuda karşılıklı çıkarları dengeleyen bir iş birliği ve koordinasyon zemini sağlanamadığı takdirde, su krizinin büyük ölçekli jeopolitik çatışmalara dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor.
Türkiye’nin Durumu:
Türkiye, coğrafi konumu açısından farklı iklim bölgelerinin getirdiği su çeşitliliğine; ayrıca barajlar ve su depolama tesisleri sayesinde su yönetimi konusunda geniş bir deneyime sahip bulunuyor. Ancak bu, “yarı kurak” iklim kuşağında yer aldığı, su kaynaklarının sınırlı olduğu, mevcut su varlığının artan nüfus ve sanayileşmeden doğan kullanım talebi ve iklim değişikliği nedeniyle hızla azalmakta olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Dünya Kaynakları Enstitüsü'nün (WRI) 2040 yılı projeksiyonuna göre, Türkiye'nin su stresi seviyesinin %30 artacağı ve dünyada en fazla su stresi yaşayan 27’inci ülke olacağı tahmin ediliyor. Bu bağlamda halen 1.519 m3 olan kişi başı yıllık kullanılabilir su miktarının, 2030 yılında 1.200 m3’e, 2050 yılında ise 1.069 m3’e düşmesi bekleniyor.
Türkiye’de su stresi seviyesinin yüksek olmasında ve gelecekte yaşanacak su yetersizliğinde, iklim değişikliği ve yağış rejimindeki düzensizlikler gibi doğal gerekçelerin yanında; su yönetimindeki sistemsel sorunlar, alt yapı eksiklikleri ve hatalı kullanım alışkanlıklarının önemli rol oynaması beklenmektedir.
Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
-Artan nüfus ve plansız kentleşme su talebini artırarak mevcut kaynaklar üzerinde sürekli baskı oluşturmaktadır.
-Özellikle tarım sektöründe kontrolsüz ve vahşi sulama yöntemlerinin kullanılması, su israfını arttırmakta ve su kaynaklarının azalış sürecini hızlandırmaktadır. Türkiye'de suyun %73'ü tarımda kullanılmaktadır. Dolayısıyla doğacak bir su kıtlığının, tarımsal üretimde verim kaybına ve gıda güvenliğinde ciddi risklere yol açması kaçınılmazdır.
-Bazı havzalarda suyun aşırı ve dengesiz kullanımı, su kaynaklarının kendini yenileme kapasitesini aşacak düzeylere ulaşmıştır. Bu durum, ekosistemler üzerinde büyük bir tehlike oluşturmakta (özellikle yeraltı su seviyelerini düşürmekte) ve su kıtlığı riskini artırmaktadır.
-Su iletim hatlarındaki kaçaklar ve eskiyen altyapı, su kayıplarına yol açmakta ve suyun verimli kullanımını engellemektedir.
-Sanayide kontrolsüz su kullanımı ve su kaynaklarının korunmasına yönelik planlama yetersizliği, su kirliliğine ve kaynakların azalmasına sebep olmaktadır.
Su krizinin Türkiye üzerindeki olumsuz etkileri, sadece doğrudan yol açtığı ekonomik ve tarımsal sonuçlarıyla sınırlı değildir.
Yakın dönemde, Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki savaşlar ve iç karışıklıklar nedeniyle büyük göç dalgalarına maruz kalan Türkiye’ye yönelecek göç hareketlerinin, bu defa “iklim değişikliği,” “su kaynaklarının azalması,” “kuraklık” ve “tarımsal üretimdeki düşüş” gibi faktörler tarafından tetiklenmesi bekleniyor. Bu bağlamda önümüzdeki onyıllarda Özellikle Orta Doğu'da Suriye, Irak ve İran’ın; Afrika’da Sahel bölgesi ve Kuzey Afrika ülkelerinin su krizine bağlı büyük göç dalgalarının başlangıç noktası olabilecekleri düşünülüyor.
Kısacası, Türkiye’nin, hem “transit geçiş ülkesi” hem de “kalıcı hedef ülke” olarak bu bölgelerden gelecek su krizi kaynaklı milyonlarca insanın göç baskısıyla karşı karşıya kalması yüksek ihtimal dahilinde görülüyor. Bu durumun da sonuçta ülkemizde sınır güvenliği, altyapı, su kaynakları ve ekonomik dengeler üzerinde ciddi sarsıntılara yol açması kaçınılmaz olacaktır.
Özetle;
Dünya genelinde su krizi giderek derinleşirken, su stresi yüksek ülkelerden biri olan Türkiye, hızla artan su ihtiyacı ve iklim değişikliğinin etkileri karşısında, sürdürülebilir ve kapsayıcı politikalar geliştirmek zorundadır.
Yeraltı ve yüzey sularının bilinçsiz kullanımı, plansız kentleşme, tarımda verimsiz sulama alışkanlıkları ve su kaynaklarının kirlenmesi gibi sorunların önüne geçmek için “kapsayıcı su yönetimi stratejileri” geliştirmek bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu çerçevede su tasarrufu sağlayan teknolojilerin yaygınlaştırılması, geri dönüşüm ve arıtma sistemlerinin geliştirilmesi, su kaynaklarını korumaya yönelik yasal düzenlemelerin ve uzun vadeli planların hayata geçirilmesi kritik bir önem taşımaktadır.
