Görüşler

Ömer Aslan yazdı: 15 Temmuz: Başarısız bir ağ darbesi girişimi

Ömer Aslan yazdı: 15 Temmuz: Başarısız bir ağ darbesi girişimi

15 Temmuz darbe girişimini klasik darbe organizasyonlarından ayıran neydi? Cuntacılar neye güvendi, planları nasıl bozguna uğradı? Polis Akademisi Başkanlığı’ndan Araştırma Görevlisi Ömer Aslan kaleme aldı.

ÖMER ASLAN

Soğuk Savaş’ın ardından askeri darbelerin yapılış mekaniğinde bir kırılma yaşandı. Venezuela’dan Tayland’a, Türkiye’den (28 Şubat 1997) Mısır’a (3 Temmuz 2013) kadar geniş bir coğrafyada meydana gelen darbeler bu yeni dönemde ‘ağ darbeleri’ olarak adlandırılabilir. Bu darbe türünde ordunun en büyük ‘istasyonunu’ oluşturduğu ‘ağ’ içerisinde sivil aktörlerden dış desteğe, ‘cansız aktörler’ olarak hayatı felç eden sokak gösterilerinden medya araçlarına dek çok sayıda birbirleriyle bağlantılı istasyonlar bulunmakta, darbeler sürece yayılmakta, sivil aktörlerin rolü çok daha ön plana çıkmaktadır. Türkiye son üç senedir böylesi bir ‘ağ darbesiyle’ mücadele etmeye çalışıyor.

Sonda söyleyeceğimizi başta söylemek gerekirse; bu tür darbelerin en önemli özelliği, ağa dahil olan istasyonlarla tek tek mücadele etmenin bu ağı bertaraf etmeye yeterli olmadığıdır. Örneğin, Türkiye 17-25 Aralık darbe girişiminden bu yana bu ağın Emniyet ayağıyla mücadele ederken yargı ağı devreye girmekte, ağa yapılan müdahaleyi boşa çıkarmaktadır. 15 Temmuz darbe girişimi öncesinde ise bu ağın en önemli istasyonu olarak ordu içerisindeki yapılanmasına henüz dokunulamamıştı. Darbenin 12 saat içerisinde akamete uğratılması bu ağı çökertmek bakımından müthiş bir fırsat sunuyor. Nitekim bu ağı çökertmek ağın bütününe aynı anda saldırmaktan geçiyor.

Darbenin mekaniği

Soğuk Savaş dönemi klasik darbelerinin 4 temel özelliği vardı: Darbeler gizli planlanır; temelde askerler tarafından uygulanır; askerler hızlı hareket ederler; darbeler anayasa dışı hareketler olarak planlanır ve ekseriyetle kan dökülse de kansız da olabilmektedir. Bu geçmiş özellikler açısından düşünüldüğünde, 15 Temmuz darbesi açıkça anayasa dışı bir hareketti; 17-25 Aralık darbe girişimi esnasında şeklen mevcut anayasal düzenin içerisinden hareket eder gözüken bu örgüt, bu kez darbe girişimiyle mevcut hukuk düzeninin dışına çıkarak darbe yapmak istedi. 17-25 Aralık’ta mevcut sistem içinde ‘darbe’ yapmayı başaramayınca, sistem dışından darbeyle sistemi tümden değiştirme yoluna gitti.

Tüm darbeciler, darbe tarihinin çok önemli olduğunu bilirler. Bu darbenin de uzun süredir, gizlice, belirli bir gün ve saatte yapılmasının planlandığına şüphe yok. Ancak darbe tarihinin 27 Mayıs ve 12 Eylül ‘klasik’ darbelerinde olduğu gibi değiştirilip değiştirilmediğini veya kaç defa ve neden değiştirilmek durumunda kalındığını henüz bilmiyoruz. Ancak saati 03:00 olarak belirlenmiş olan darbe, istihbaratın haber alması sonucu erkene alındı. Darbe saatini 03:00’e ayarlayan darbecilerin klasik darbelerde olduğu gibi hızlı hareket etmek istedikleri, sabahın erken saatleriyle birlikte darbeyi bitirmek istedikleri anlaşılıyor. Darbenin kanlı olması noktasında ise cuntanın kan dökmeye hazır olduğunu, darbenin açığa çıkmasına rağmen kalkışmaya devam kararı almasından anlıyoruz.

İstihbaratın önleyici rolü

Darbenin yenilmesinde hiç şüphesiz ki halkın sokağa inmesi, medya teknolojisi ve demokratik polisin anayasal rolüne sadık kalması etkili oldu. Ancak giderek anlaşılıyor ki bu faktörlerin devreye girmesine olanak tanıyan da istihbaratın darbeyi erken haber alması oldu. Darbeyi açığa çıkaran istihbarat, cuntacıların darbeyi erkene almaya zorladı ve bu sayede Cumhurbaşkanı, ‘halk’, polis ve ‘medya’ faktörlerinin devreye girmesi mümkün oldu. Darbe saat 03:00’te başlamış olsaydı, Türkiye pek muhtemel ki MİT ve Emniyet’in eş zamanlı olarak baskına uğradığı, Meclis’in kuşatıldığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet yetkililerinin tutuklandığı, geleneksel ve yeni medyanın tamamen susturulduğu ve halkın sokağa dökülebileceği tüm ana meydanların askerlerce tutulduğu bir güne uyanacaktı. Böyle bir durumda halkın sokağa dökülmesi yine muhtemeldi ancak gözü döndüğü açık cuntacıların Sisi’yi aratır bir katliama ve Evren’i aratır bir Haçlı savaşına girişeceklerine şüphe yoktu. Bu tespit bizlere istihbarat örgütünün ve Emniyet’in sivil kontrole alınmış olmasının da ne kadar hayati adımlar olduğunu gösteriyor.

Bu tespit, sosyal medya ve TRT ele geçirilmişken birçok özel televizyon kanalının darbe karşıtı yayınlar yapmasının önemli rolünü gölgelemez. Bu faktörlerin varlığı bize, darbenin ‘ağ darbesi’ olması itibarıyla dönemin şartlarına uygunluğunu gösterirken, mekaniği itibarıyla anakronik bir darbe olduğunu gösterir. Şöyle ki; klasik darbeler döneminde radyo darbecilerin ele geçirmeye çalıştığı en önemli stratejik araçlardan birisiydi.

1960 darbesinde İstanbul Radyoevini teslim almakla görevlendirilen Yüzbaşı Ahmet Er, kendisine eşlik etmesi gereken tanklar arıza yapmasına rağmen yalnızca bir onbaşı ve bir erle verilen görevi rahatlıkla yerine getirmişti. Talat Aydemir 1963 yılındaki başarısız darbe girişiminin ardından ‘radyonun ne kadar önemli bir araç olduğunu o zaman daha iyi anladım’ demişti.

Bolivya’da 1971 yılında Albay Banzer’in yönettiği darbe girişiminde ise radyo iletişiminde bir arıza meydana geldiğinde Bolivya Hava Kuvvetleri’nin askeri danışmanlarından ABD’li Binbaşı Robert Lundin kendi radyosunu darbecilere ödünç vermiş, darbe böylece başarılı olmuştu. Ancak 1990’ların başlarından itibaren geleneksel medya, 2000’lerle birlikte de yeni medya araçlarıyla medya ortamı geri döndürülemez biçimde değişti. Bu da istihbaratının önceden alındığı bir ortamda, klasik darbeyi imkansız kıldı. Tüm bu şartlar altında, ancak karşı bir ağla yenilebilecek 15 Temmuz ağ darbesi istihbarat, Cumhurbaşkanı, halk, medya ve polis ağıyla mağlup edildi.

Neye güvendiler?

Darbe mekaniği açısından cuntacıların ‘uygun şartları’ kollamış ve dış destek konusunda önceden ‘sinyal’ almış olmaları gerekir. Cuntacıların olgun şartlar bakımından 3 noktaya güvendiği ortaya çıkıyor. Başkan Obama’nın Ortadoğu’da ‘demokrasi teşviki’ gibi bir politikasının olmaması ve Başkanlık koltuğunda son 5 aya girmiş olması; mevcut bölgesel istikrarsızlık ve PKK ile mücadelenin çok sert şekilde yeniden başlaması ve Suriyeli mülteciler konusunun iç siyasette daha fazla tartışılır hale gelmesi.

Cuntacıların geçmiş darbelerin tecrübeleri ışığında Amerikan ‘tanıma politikasını’ iyi bildikleri görülüyor. ABD yönetimleri geleneksel olarak darbe sonrası yönetimleri tanımadan önce dört kıstasa bakar: Darbecilerin ülke içinde kontrolü tamamen sağlayıp sağlamadıkları; darbecilerin ‘uluslararası anlaşmalarına sadık kalıp kalmayacakları’; darbecilerin Batı yanlısı olup olmamaları ve darbenin kanlı olup olmaması. Bu faktörlerden sonuncusu dört kıstasın en önemsizi olarak görülebilir. Cuntacılar TRT’de silah zoruyla okuttukları korsan darbe bildirisinde ‘uluslararası anlaşmalara sadık kalacağız’ diyerek bu kıstasların en önemlilerini karşıladılar. Cuntanın ‘Yurtta Sulh Konseyi’ adını seçmesi de tesadüf değil; bu şekilde hem içeride sol-tandanslı ‘dinleyicilerine’ (ordu, akademi, bürokrasi, medya içinde) hem de dışarıya sempati ve ‘Batı-yanlısı’ kimliği sinyali vermeye çalıştılar. Darbe başarılı olsaydı bu stratejik mesajlarla Batı’nın desteğini alacaklarına şüphe yoktu. Başarısız bir askeri darbe girişimi sonrasında bile Batılı uzmanlar ve gözlemcilerce yazılan yorumlardaki İslamofobik tını ve art niyet de bunun açık bir göstergesi olarak alınabilir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir