Turcomania ve Palgrave’in kehanetleri

Hakan Erdem

İngiliz oryantalist ve diplomat Palgrave, Doğu Anadolu merkezli bir coğrafyada Türkmenlerin önderliğinde yeni bir ulusun ortaya çıkmakta olduğunu düşünüyordu.

1500’li yıllardan itibaren Avrupa orijinli Anadolu veya Batı Asya haritalarına bakılırsa, Fırat’ın doğusunda bir ülkeye “Turcomania” adının verildiği görülür. Bölge için bu veya benzer isimlerin Akkoyunluların ortadan kalkmasından çok sonraları, ta 19.Yüzyıla kadar kullanıldığını gösteren bazı verilere sahip olduğumuz gibi münhasıran Akkoyunlu kimliğinin de bölgede bir şekilde yaşadığını gösteren bazı bilgilere sahibiz.

Tabii ki bir kimliğin veya adın, o ad altında şekillenen siyasî gücün ortadan kalkmasından çok sonra da yaşamaya devam ettiğini gösteren çok sayıda örnek verilebilir. Aklıma uç bir örnek olarak, 8.Yüzyılda II. Köktürk kağanlığını ortadan kaldıran Uygur konfederasyonunun yönetici klanı olan Yağlakar adının, bugün hâlâ Çin’de bulunan Sarı Uygurlar arasında yaşaması geliyor! (Bkz. Eyüp Sarıtaş, Sarı Uygurlar)

Dolayısıyla meşhur Mark Sykes’ın, 1907’deki Anadolu seyahati sırasında Eğin’in (Kemaliye) biraz kuzeyinde “Avrik” adlı bir köyde “Akkoyunlular” ile karşılaşmasında hayret edecek pek bir şey yok. “Moğolları” andıran simalarıyla köylüler Sykes’ın dikkatini çekmiş. Ama daha önce insanların “ırkını” sorguladığı durumlarda aldığı; “Müslüman”, “Sunni”, “Osmanlı” gibi kendisini öfkelendirerek yüzgeri eden cevaplardan dolayı bir türlü kıyışıp soramıyormuş. Köylülerle ufak bir atıcılık yarışmasından sonra Osmanlı olup olmadıklarını sormuş ve kendini şaşırtan bir cevap almış: “Hayır, biz Uzun Hasan’ın Akkoyunlu Türkleriyiz”. Ne kadar Moğol çehreli olduklarını bilemem ama geçen yazıma eşlik eden fotoğraf işte bu Akkoyunlulara aitti.

Hondius’tan

Bunları yazınca, hem oryantalist çalışmalarda hem de Britanya İmparatorluğu’na hizmette Sykes’a göre daha kıdemli olan Palgrave ve onun Türkmenler için yaptığı kehanetler aklıma geldi ama önce Batı kaynaklarından birkaç Turcomania referansı görelim. Bu referansları 14.Yüzyılın başında kaleme alınan Marco Polo’nun seyahatnamesine kadar geri götürebiliriz. Marco Polo, 13.Yüzyılın sonlarında Ayas’tan (Yumurtalık) Anadolu’ya girdiğinde kendini “Turcomannia”ya girmiş sayıyordu. Konya, Kayseri ve Sivas’ı da bu ülkenin şehirleri olarak gösterdiğine göre, “Turcomannia” dediğinde özel olarak Fırat’ın doğusunu değil, bütün Selçuklu Anadolu’sunu anlıyordu. Belki de Turcomania o sırada henüz Fırat’ın Doğusunda bir coğrafyayı tasvir eder bir hâle gelmemişti. Bu vesileyle, Polo’nun Orta Asya Türkistan’ı için kullandığı Büyük Türkiye (Magna Turchia) adının başka bir yerlerde bir de küçük bir Türkiye olması gerektiğini ima ettiğini not ederek hızla geçiyorum.

Jodocus Hondius’un, 1606’da Amsterdam’da yayımlanan Mercator-Hondius Atlası’ndaki “Turcici İmperii Imago” adlı haritası en çok bilinen Osmanlı İmparatorluğu haritalarındandır. Bu haritada ise Fırat’ın Doğusunda bir Turcomania var. Ama nasıl? Bugünkü Batum’a rastlıyormuş gibi duran bir Bai Burt (Bayburt) bölgesinin doğusunda, Osmanlı sınırı dışındaki Giorgia (Gürcistan) diye bir ülkenin güneybatı altında ve yine Osmanlı sınırı dışında duran Armenia (Ermenistan, Ermeniye) diye bir ülkenin kuzeybatı üstünde. Osmanlı sınırının içindeki Popul. Curdi (Kürt halkı) bu Turcomania’nın güneybatısında kalıyor. Onun da güneyinde ise Aliduli (Alâü’d-Devle’den, Dulkadırlı) ülkesi var. Diarbech (Diyarbekir) ise Aliduli’nin tam doğusunda duruyor!

Keulen’den

Velhasıl, Erken Modern Dönem haritaların hemen hepsinde görülen sorunlar bu haritada da mevcut. Erzurum, bizim bugünkü algımıza göre İran’ın batısındaki bir yerleri kaplıyor. Bingöl ve Bitlis ise Erzurum’un kuzeyinde gösterilmiş. Dahası üzerindeki “Aftamar” yazısından Van Gölü olduğunu düşünebileceğimiz bir göl de Erzurum’un kuzeyine düşüyor. Bunun da kuzeyinde ise bugün alışık olduğumuz şeklinden çok farklı bir Hazar Denizi bulunuyor.

Bu eski haritalardan bir yerin kesin koordinatlarını ve sınırlarını belirleyebilmek hâliyle fevkalâde güçtür. Konumuz açısından önemli olanın, haritalardaki yanlışlıklar değil, çok sayıda haritanın, Ortadoğu’da bir Türkmen ülkesi göstermesi olduğunu sanıyorum ki bu da diğer kaynaklarla uyum içindedir.

Bir zamanlar, sadece Osmanlı İmparatorluğu haritalarında değil, genel dünya haritalarında da Anadolu’nun doğusundan başlayan bir Turcomania vardı. Bu duruma da bir örnek vereyim: Amsterdam’lı haritacı Gerard van Keulen’in 1728 dolaylarında yaptığı dünya haritasına bakarsak, orada da bir Turcomania görürüz. Fırat’ın batısındaki Anadolu’yu “Natolia olim Turcia” (Anadolu, şimdi Türkiye) olarak niteleyen bu haritada Fırat’ın doğusu ayrı bir renge boyanmış. Asya kıtasının parçaları (Asia pars) olarak gösterilen topraklarda bulunan bu yer Asia Minor Asiatica (Asya Küçük Asyası) gibisinden tuhafça bir ad taşıyor. Bölgenin kuzeyinde İran’a da taşacak şekilde bir “Turcomania” yazısı var. Bunun güneyinde “Armenia” ve onun da altında ise “Diarbeck” bulunuyor ki her ikisi de bugünün Irak’ı olabilecek kadar güneye konmuş. “Diarbeck” neredeyse Basra yakınlarında bir yerde… En güzeli ise birbirlerine sınır olan Malatya ile Diyarbekir’in yüzlerce kilometrelik bir mesafeyle birbirlerinden ayrılmaları. Malatya Anadolu tarafında kalmış.

Şükür, haritacılık o zamandan bu yana çok gelişti ama ben konumuz itibarıyla yine 18. Yüzyılda kalayım ve The Gazetteer’s or New-man’s Interpreter adlı coğrafya sözlüğüne bakarak Turcomania’nın peşine düşeyim. Laurence Echard tarafından hazırlanan ve defalarca baskısı yapılan bu sözlük cep boy olduğuna bakılırsa bilgili 18.Yüzyıl centilmeninin daima yanında bulundurması için tasarlanmıştı. Ben 1751 tarihli 17. edisyona bakıyorum.

Turcomania” maddesine gittiğimde beni kibarca “Bkz. Büyük Ermenistan” (See Armenia Major) başlığına yönlendiriyor. “Ya, şimdilerde yeni ansiklopedilerimiz sözünü etmiyor ama vardı Arap İmparatorluğu’nun öyle bir vilayeti; Osmanlı müellifleri de 16. hatta 19.Yüzyılda bile ‘Ermeniye’ diye bir coğrafî isim kullanırlardı” diyerek o maddeye gidiyorum. Özetle şöyle diyor: Asya’da büyük bir ülke. Küçük ve Büyük diye ikiye ayrılır. Büyük olanı bugün Turcomania ve Churdistan (Kürdistan) olarak adlandırılır. Kuzeyde Moscifi (!) dağları ile Colchis, İberia ve genel olarak Gürcistan denen Albania’dan ayrılır. Güneyde Toros ve Niphates dağları ile Asur ülkesi veya Mezopotamya’dan ayrılır ki buraya bugün Diyarbekir denir. Batı tarafından Fırat Nehri ile Küçük Asya veya Anadolu’dan ayrılır. Doğuda Hazar Dağları (!) ile sınırlanır.

Turcomania’nın şehirlerini ise doğrudan alıntı olarak vereyim:

Turcomania’nın şehirleri Erzurum, Lars (Kars), Vanshildir (Van ve Çıldır?), Tiflis, Revan, Derbent vesairedir. Bunların bazıları İran krallığına, ama çok daha büyük kısmı Türklere aittir fakat bugün Aladult (Alâü’d-Devle) veya Pegian olarak adlandırılan Küçük Ermenistan tamamen Türklerin idaresindedir.”

Yeni bir konuya atlamak istemem ama Osmanlı müelliflerinin Ermeniye kelimesini kullanmakla kalmadıklarını, Küçük ve Büyük Ermeniye ayrımından da haberdar olduklarını bu vesileyle burada not etmiş olayım. Mesela, Sayın Mahmut Ak’ın yayına hazırladığı ve 1596-1598 yıllarında Osmanlı seyyahı ve coğrafyacısı Âşık Mehmed’in kaleme aldığı ansiklopedik nitelikli anıtsal bir eser olan Menâzirü’l-Avâlim’de Ermeniyyetü’l-ekber ve Ermeniyetü’l-asgar formları kullanılıyor.

Palgrave’e gelince; tam adıyla William Gifford Palgrave (1826-1888), soylu bir İngiliz ailesinde doğdu. Daha çok bir Arabistan uzmanı olarak tanınır, hatta “Arabistanlı Palgrave” olarak adlandırıldığı da olur. Ününü daha ziyade Arabistan üzerine yazdıklarına borçludur. Büyük Çerkes tehciri sırasında Britanya’nın Trabzon konsolosuydu. Arabistan kitabının biraz gölgesinde kalmış ve 1872’de basılmış Essays on Eastern Questions, (Şark Meseleleri Üzerine Denemeler) adlı bir kitabı daha vardır.

Bu kitabın içindeki makalelerden biri, Palgrave’in 1864 yılında görevli olarak dolaştığı ve daha sonra da tekrar ziyaret etmeye fırsat bulduğu Osmanlı- Rus sınır boylarındaki Türkmen ve diğer kabileler üzerinedir. (Bkz. “The Turkomans and Other Tribes of the North-East Turkish Frontier”) Makale, Rus Çarlığı ile derin bir rekabet duygusuyla yazılmıştı ve eğer Britanya harekete geçmezse, Rusya’nın bu bölgede harekete geçeceğini ve olayları kendi çıkarına göre şekillendireceğini savunmaktaydı.

Ona göre, bu bölgede Türkmenlerin önderliğinde yeni bir ulus şekillenmekteydi. Şarkta geçirdiği uzun yıllar boyunca bu bölgelerin üretken güçlerini tamamen kaybedip kaybetmediğini ve buralardan yeni bir millet/ devlet çıkıp çıkmayacağını merak ediyormuş. Bir süre bu sorusu cevapsız kalmış ama ancak Araplar, Suriyeliler, Farslar, Ermeniler ve Hintliler arasında uzun süreler geçirdikten sonra onlardan böyle bir yenilenme beklenemeyeceği sonucuna ulaşmış. İki yıl “Doğu Türkiye” ve Kafkasya’da yaşadıktan sonra ise yeni bir ulusun gelişmesine tanık olarak ikna olmuş ki çok uzak olmayan bir gelecekte, dünyanın o ana kadar bildiğinden farklı bir millet belirecek ve kendi kaderine sahip olacaktır!

Palgrave, “Dünyanın hiçbir yeri bir ulusun beşiği olmaya daha uygun görünmüyor” diye nitelendirdiği bölgenin sınırlarını ise şöyle tanımlıyor: Batıda Kızıl Irmak, güneyde Fırat ve Dicle vadileri, doğuda Orta İran’ın çölleri, kuzeyde ise Karadeniz, Gürcistan ve Hazar Denizi. Buna göre, bu ülke Doğu Anadolu ve Kürdistan’ın kuzeyini, Rus vilayetleri olan Erivan ve Karabağ’ı ve ayrıca İran’ın Azerbaycan vilayetini kapsıyormuş. Bu muhtemel ülkenin merkezinin ise Rusya’dan Türkmen ve Çerkes göçleri, İran’dan yine Türkmen göçleri alan Osmanlının sınırları içinde olacağı anlaşılıyor. Yeni gelenler eskiden beri orada olanlarla, Türkmenler, Gürcüler ve Kürtlerle karışıyorlar, nüfusu arttırıyorlarmış.

Ruslar ise “yeni ve Müslüman bir milliyetin” oluşmasına katkıda bulunuyorlarmış. General Paskieviç zamanında binlerce Ermeni ailesini Kafkasya’ya göçürerek, bilinçsizce ve istemeden de olsa Ermenistan’ı Türkistan’a dönüştürmüşler (“they have converted Armenia into Turkestan”). Dörtte üçü Türkmen olan bu konfederasyonda kurucu ve şekillendirici unsur Türkmenlermiş. Palgrave, “kabile yapılarının altında bir millet / devletin malzemesine sahipler” diye nitelediği Türkmenlerin, Selçuklu, Karakoyunlu ve Akkoyunlu gibi “millî hanedanlar” idaresinde, bu aynı bölgeyi yönetenlerin torunları olduklarını unutmadıklarını söylüyor.

“Yeni bir sınır milleti”nin şekillenmekte olduğuna çok emin olan Palgrave, makalesinin sonunda bu “Türkmen gençleşmesinin” kaderinin ne olacağı sorusunu ortaya atıyor. Birinci ihtimal Rusların bu süreci sonlandırmasıymış. İkinci ihtimal, Osmanlı hükûmetinin akıllılık edip “sahte merkezileşme” politikasını terk etmesi ve bölge halkını kazanmasıymış. Böylece Türk İmparatorluğu Batı karşısında yavaş yavaş çekilir ve dalları tek tek düşerken, doğudaki yeni büyüme ve filizlenme kayıpları fazlasıyla tamir edermiş. Ama siyaseten çekingen Osmanlı yöneticileri bu büyük şansı kaçıracakmış. O zaman da üçüncü ve diğerlerinden hiç de küçük olmayan ihtimal devreye girermiş. O da, kendi geleceğine ve taze kısmetine sahip yeni bir Türkmen hanedanıymış!

Türkmenler ve Kürtler arasındaki birlik ve karışmaya çok önem veren Palgrave, hangisi olursa olsun olacakların Britanya İmparatorluğu’nu yakından ilgilendirdiği kanaatindeydi. Ona göre, İngilizler, Rusların, Orta Asya’daki ilerlemesini kaygıyla izlerken, Kars’tan bir günlük yol olan Gümrü’deki Rus bayrağı Hindistan’a çok daha yakın bir tehdittir. Hindistan’ın zayıf bir noktası olacaksa bu da Mısır’dan sonra Fırat vadisidir. Bütün bunların anahtarını da Türkmen-Kürt bölgesinin sakinleri ellerinde tutmaktadır. “Bu anahtar ellerinden alınmasın diye dostlarımızın elini güçlendirmek ve korumak, eğer zamanında yapılırsa iyi devlet adamlığı olurdu” cümlesinden ve yazısının her tarafından anlaşılıyor ki, Palgrave, üçüncü ihtimalin gerçekleşmesini arzu ediyordu.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.