Gelenek küllere tapmak değil ateşi korumaktır
Taşra hayatını düzenleyen dini hükümler ya da dini hükümlerle düzenlenen taşra hayatı şehir hayatında, hele globalleşen dünyada, sürdürülebilir değil. Bunu zaten her aile yaşıyor. Birçok ailede bu durum nesiller arası, çatışmalara rağmen karşılıklı rızayla, ya da fiili çatışma ve kırılmalarla yaşanıyor.
Ancak dini kurumlar, (Diyanet, ilahiyat fakülteleri, IHL’ler, cemaatler, tarikatlar, kanaat önderleri vs.) bu dönüşüme yapıcı olarak refakat etmek gibi bir görevleri olduğunun farkında bile değil. Dönüşümü sorgulamak irdelemek insanlara refakat etmek yerine, yıllar içinde şehir hayatının tabii gerekliliklerine karşı geliştirilmiş içsel bir düşmanlıkla, korumacı yöntem tercih ediliyor.
Muhafazakarlar ve dindarlar iktidarda olmanın da avantajıyla hayatın dayattığı dönüşüme kafa yormuyor. İktidar imkanları kendi ellerinde olduğu için normal koşullarda yaşanması kaçınılmaz olan sosyal dönüşümler erteleniyor, öteleniyor ve görmezden geliniyor.
Zannedildiği gibi büyük bir ahlaki çöküş yaşamıyoruz. Sadece statükoyu koruma adına değerleri güncellemeyi öteliyoruz. Artık bağlayıcılığı kalmayan birçok dini ve ahlaki hüküm zaten uygulanmıyor ancak bunları sorgulama riskini de kimse almak istemiyor.
Yaşanan bir diğer yanılgı ki bu Türkiye’de seküler kesime yapılan en büyük eleştirilerden biri, dönüşümün tepeden, iktidardan gelmesi gerektiğine yönelik ön kabul. Bir yandan Türkiye’nin Batılılaşma hamlelerinin yukarıdan aşağıya doğru zorlama ile yapıldığı suçlamasını yapıyoruz, öte yandan da dini hayattaki değişimlerin de iktidar eliyle yapılması beklentisi var.
İktidar doğası gereği siyasi bir fayda umduğu hamlelere öncelik verir. Sosyal dönüşümler ise toplumun tüm kesimlerinin üzerine düşeni yapması ile mümkün olur. Muhafazakar kesimde, zihinsel anlamda bir dönüşüme yönelik lakayıtlığın nedenlerinden birisi de dönüşümün yukarıdan talimatlarla yapılması alışkanlığı olabilir.
Türkiye’yi diğer ülkelerden ayıran önemli bir özellik prensip olarak yenilik ve dönüşüme karşı olmamakla birlikte, bu değişimin zamana yayılarak çok yavaş şekilde ilerlemesi. Düşünce dünyamızda radikal dönüşümlere yer olmadığı için kaçınılmaz olan toplumsal dönüşümler de on yıllar belki yüzyıllar içinde, zihinsel konforumuzu bozmadan yavaş yavaş cereyan ediyor.
Değer ve tecrübelerin jenerasyonlar arasında adı konulmamış bir uzlaşma ile aktarılması yöntemi, kentleşme ve özellikle dijitalleşme ile birlikte artık ortadan kalktı. Daha önce büyüklerimizden öğrendiğimiz tecrübeleri çok daha geniş ve kapsamlı şekilde internet üzerinden öğrenmemiz mümkün.
Büyüklere otorite sağlayan bu araç artık yok.
Aynı şekilde dindarlığımızın tabi seyri neticesinde hiç sorgulamadan kabul ettiğimi dini hükümlerin, pek çok farklı yorumları olabileceği, hatta yanlış olabileceğine dair sayısız bilgiyi internetten bir tıkla öğrenmek artık mümkün. Hatta yapay zeka artık bütün dini literatürü ve tecrübeleri tarayarak sorularımızı saniyeler içinde cevaplayabiliyor.
Hal böyleyken, dindarlık diye artık sorgulanabilir hükümleri ısrarla dayatmaya çalışmak hem mantıklı değil, hem de fıkhi olarak doğru değil. Dindarların kendilerinde hak gördüğü toplum mühendisliği zihniyetini bir an önce terk etmesi gerekiyor. İnsanların dini anlamda, artık doğruyu yanlışı gösterecek bir rehbere değil, kendilerine hayatın her döneminde eşlik edebilecek refakatçilere ihtiyacı var. Bunu şahıslar değil zihniyet anlamında söylüyorum.
Yüz yıllar hatta bin yıllar içinde gelişip olgunlaşan dini düşünce toplum üzerinde sahip olduğu otoriteyi klasik anlamıyla kaybetti ve bunun henüz farkında değil. Kendisini güncellemeye karşı direndiği gibi, bir güncellemeye ihtiyacı olduğu fikrinden de çok uzakta.
Oysa gelenek küllere tapmak değil, ateşi korumaktır (Gustav Mahler, Avusturyalı Bestekar)
