Bak bu Atatürk

Hem kör hem de kimsesizim, neremi düzelteceksiniz?” diye konuşuyor.

O bir yalnız adam. O bir öğretmen. O bir yurtlu. O kimsesiz, üstüne üstlük kör. Neresini düzelteceğiz, bilemedim.

***

İsminden başlayalım: Cuma Gümrük. 1979’da devlet korumasına alındığı zaman bir Cuma günü Karagümrük’te bulunmuş; adını bulunduğu günden, soyadını bulunduğu semtten alıyor.

Geçen hafta Ankara’ya geldi, sabahladık. Tatlı bir muhabbetin içinde bulduk kendimizi.

Sizin kör bir arkadaşınız oldu mu hiç? Benim oldu, yoksa kör bir arkadaşınız, şiddetle tavsiye ederim.

“Neler gördün şu hayatta?” diye sordum bir ara. Şunları anlattı: “Hayatta gördüklerim birebir yaşadıklarımdan ibaret. Körler okuluna ilk başlayacağım, yedi yaşında, aldılar beni hadi gidiyoruz dediler. Nereye? Okula. Ne okulu yav? Okul nedir? Biniyorsun arabaya, araba duruyor. Haydi in! Niye? Okula geldik. Ne yapacağız okulda? Okuma yazma öğreneceksin. Bıraktılar gittiler. Hiç bilmediğim, tanımadığım bir yer ve yatılı okuyacağım orada. Okul dedikleri yer yedi yaşına kadar bulunduğum devlet korumasındaki yuvadan başka bir yuvaya geçmekmiş. Bir binadan çıkıyorsun, yine devlete ait bir başka binaya giriyorsun. Orada ne öğreniyorsun? Bir resim gösterdiler. Bak bu Atatürk dediler. Yuvadan öğrendiğin şeyleri orada da duyuyorsun. Farklı olarak, okuma yazmayı normal kâğıt kalemle değil de kabartma yazı ile öğrenmeye başlıyorsun. Körlere has bir alfabeyle.”

Cuma İstanbul’da öğretmenlik yapıyor. Zihinsel engelliler öğretmenliği. Bunu nasıl başarıyor diye soracak olursanız, valla ben de anlayabilmiş değilim ama başarıyla yürütüyor mesleğini. İstanbul’un da altını üstüne getiriyor, sokak aralarına kadar geziyor.

“Bizde macera bitmez” diyerek konuşuyor: “Hayata iki sıfır mağlup başladım; birincisi körsün, ikincisi yetim. Neresinden tutacaksın?” O kendi kendisiyle dalga geçse de en çok bozulduğu şey, insanların kendisine acıyarak bakmaları. Vah vah demeleri insanların, harbiden zoruna gidiyor. “Ben hiç bir zaman farklı muameleye izin vermedim şimdiye kadar, şimdiden sonra da vermem!”

***

Yeri geldi söyleyeyim, bir televizyon için sokak röportajları yapıyordum, o röportajların birinde “Engelli birisiyle evlenir misiniz?” sorusunu sordum. Aldığım cevaplardan birini hiç unutamam, “kör olmasın yeter” demişti delikanlının biri. Kızın biri de “aşık olduktan sonra neden olmasın?” gibi bir şey söylemişti.

Cuma’nın tepkisini aktarmayım burada.

Son söz Cuma’nın: “Körlerin iki duyusu var, işitme ve dokunma. Güneşe ellerimle uzanıyorsam ben, ellerimle dünyayı keşfediyorum. Duyum eşiğine giren her ses gözün gördüğü ışık dalgaları kadar önemli oluyor benim için. Yani ben oturduğum yerden arabanın sesini duyuyorum. O arabanın yavaş mı hızlı mı gittiğini, arabayı kullanan kişinin hangi psikolojide o arabayı kullandığını tahmin edebiliyorum. Bir kişinin sesindeki vurguyla, sesinin rengiyle -hani siz görenler bir insanın yüzüne bakar ve o insanın karakteri hakkında bir portre çizersiniz ya- ben de bir karakter çiziyorum. Ama sizinki kadar net olmuyor benimkisi. Her şeyi sesten tanımlamaya çalışıyorum. Bir tarafta sevgi, bir tarafta nefret… Sevgiye yakın durmaya çalışıyorum ama nefret de halatla çekiyor. İşte, bekle ve ümit et. Bekliyorsun ve ümit ediyorsun.”

Son söz Cuma’nın demiştim ama devletin olsun: “Bak bu Atatürk!” Vallahi süper!

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum