Görüşler

Başı ağrıyan sanat

Başı ağrıyan sanat

“Kemik Tozu" kitabının yazarı Zeynep Delav “Usta ressamlar, edebiyatçılar, düşünürler, baş ağrısından muzdarip kişilerin en ön safta duranları. Da Vinci disleksi pençesi altındaydı ve sürekli baş ağrısı çekerdi“ diyor.

Çalışmalarında birçok filozofun tersine özellikle güzel sanatlar, edebiyat alanında radikal öngörülerde bulunarak farklı düşünme tarzı getiren Gilles Deleuze ve uzun süre birlikte çalıştığı psikanalist Felix Guattari ikilisine göre, sanat eseri duyum varlığıdır, görü’dür. Duyum, kendi içinde düşünceye geçmeden, henüz daha algı haline gelmeden önce neyi edimselleştirmek, neyi nesneleştirmek zorunda olduğunu seçer. Bu gizil tin, ilkin bu durumu kavramak zorundadır. Bu kavrayıştan sonra da seçtiği yolda mesafe alır. Sanat, hangi duraktan geçerse geçsin, sözcük, ses, renk, olarak duyumların dilini barındırır.

Amerikalı araştırmacı Walter Cannon, duyguların beyinden, özellikle hipotalamustan kaynaklandığını, sonrasında nöronal bağlar yoluyla vücuda ve hipofiz salgılar yoluyla da bedendeki duygu bölgelerine aktarıldığını savunur. Yine tıp tarihçisi olan Otniel Dror; “Duygu, laboratuvarın hayvan-makinesi idealinin; güvenilir denetim, tahmin edilebilirlik, yinelenebilirlik ve standardizasyon gibi ideallerin çöküşünü imler” diyerek duyguya dair derin bir bilgi verir. Deney yapmayı güçleştiren duygular, zamanla sindirim, kan basıncı, metabolizma hızı, kandaki şeker seviyesi gibi fenomenleri nasıl etkilediğine dair ayrı bir araştırma konusu haline gelmiştir. Bunların içinde baş ağrısı da mevcuttur.

*

Baş ağrısı hastaları depresyon düzeyi, depresyonun bilişsel-duyuşsal boyutları yönünden, normal grupla ve depresyon hastalarıyla karşılaştırılmıştır. Araştırma 44 baş ağrısı hastası, 40 depresyon hastası ve 30 baş ağrısı ve psikiyatrik bozukluğu olmayan normal kişi olmak üzere toplam 114 katılımcı üzerinde yapılmıştır. Veriler Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniği ve Nöroloji Polikliniği ile Ankara Hastanesi Nöroloji Kliniği Baş Ağrısı Polikliniği’nden toplanmıştır. Araştırmada, Beck Depresyon Ölçeği, Beck Anksiyete Ölçeği, Otomatik Düşünceler Ölçeği ve Durumluk Sürekli Öfke Ölçeği değerlendirme aracı olarak kullanılmıştır. Çalışma sonucunda baş ağrısı hastalarının depresyon ve kaygı düzeyleri normal gruptan yüksek bulunmuştur. Depresyon hastalarının Sürekli Öfke, Öfke İçe, Öfke Dışa Alt Ölçeklerinden aldıkları puanlar, baş ağrısı ve normallerden yüksektir. Depresiflerin, her iki gruba göre öfkeyi daha çok dışa yönelttikleri görülmüştür. Gerilim tipi baş ağrısı hastalarının depresyon düzeyleri, migren baş ağrısı hastalarına göre yüksek bulunmuştur. Baş ağrısı hastalarında, depresyon düzeyi ile kaygı, olumsuz otomatik düşünceler ve sürekli öfke puanları arasında anlamlı düzeyde pozitif korelasyon bulunmuştur. Ayrıca Sürekli Öfke Alt Ölçeği puanları ile Beck Anksiyete Ölçeği puanları arasında da yüksek düzeyde pozitif korelasyon olduğu dikkati çekmiştir. Depresyon hastalarının depresyon düzeyleri ile kaygı düzeyleri ve Otomatik Düşünce Ölçeği puanları arasında anlamlı pozitif korelasyon bulunmuştur. Grubun depresyon düzeyleri ile Otomatik Düşünce Ölçeği, Sürekli Öfke, Öfke İçe ve Öfke Dışa puanlan arasında anlamlı düzeyde pozitif korelasyon bulunmuştur. Araştırma sonucunda baş ağrısı hastalarının kaygı ve depresyon düzeylerinin anlamlı düzeyde yüksek olduğu, yine depresyon hastaları ve normal kişilere göre öfkeyi daha fazla kontrol ettikleri yönünde sonuçlar elde edilmiş ve bulgular ilgili literatür ışığında tartışılarak konu ile ilgili gelecekte yapılacak çalışmalara yol gösterici önerilerde bulunulmuştur.

*

Teleolojik açıdan baktığımızda ise ağrı duyumunun organizmanın var oluşunu devam ettirmesindeki vazgeçilmezliği çok net bir şekilde görüyoruz. Beyin sapındaki tıbbi döngünün kaçınma davranışına yol açtığı gösterilmiştir. Kaçınma davranışı ise fronto-prefontal korteksin bir fonksiyonudur. Bu ince ve oldukça karmaşık sistemin herhangi bir kısmında ortaya çıkan bu sapmalar, muhtelif klinik davranış bozukluklarına yol açmaktadır. Bu durumlarda birçok ağrı davranışından söz edebiliriz. Bunlardan ilk akla geleni ilaca sarılmak, hemen peşine sosyolojik ve ekonomik boyutu olan işe gitmemek düşüncesi baş gösteriyor.

*

Peptitler, yaşamın temel yapıtaşları olan amino asitlerine verilen isimdir. Hormonlar gibi dolaşarak duyguları ortaya çıkaran peptitler, bu haliyle endokrin sistemiyle benzeşse de beyin ve sinir sistemindeki amino asitlere-nöropeptitlere-daha fazla hizmet ettiği aşikar. Araştırmalar serotonin ve diğer ağrı düzenleyici kimyasalların baş ağrısını ortaya çıkardığını, ağrı sırasında düşük seviyeye inen serotonin kimyasalı “nöropeptit” molekülü salmasına neden olan bir sinyal gönderir. Bu sinyal menenje yani beyin zarına ulaşınca da baş ağrısı ortaya çıkar.

Seratoninin davranış üzerindeki etkilerine dair fareler ve maymunlar üzerinde yapılan deneylerde, yüksek saldırganlık düzeyinin düşük seratoninin eseri olduğu verisi elde edilmiştir. Böylelikle düşük seratonine maruz kalanların, saldırganlık ve şiddete olan meyillerini frenlemeleri karşılığında da baş ağrısıyla mücadele etmeleri kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bu durumda, baş ağrısının seratonin karşısında, üretme, yazma, ortaya çıkarma, oluşturma yetisiyle, olası şiddet ve öfke patlamaları karşısında sübap görevi gördüğünü söyleyebiliriz. Ya da, sanatın baş ağrısı karşısında ağrı şiddeti azaltan hatta mutluluk veren endorfini diyebiliriz.

Platon’un; “yazı, bilgiyi ve belleği taklit eder” dediği sofist tanımı geliyor akıllara hemen. Sanatın yazıya, edebiyata bakan tarafını seçenlere yazı yolunda ilerlemenin ruha unutkanlık vereceğinin zımni açıklamasını yapar. Bir çeşit ağrıyla baş etme metodu da denilebilir.

Tıp raporlarında GTB diye geçen migren tipi baş ağrılarının birincil sebepleri arasında nöropsikolojik etkenler ilk sırada yer alıyor. Bu hastaların umutsuzluk, anksiyete, sosyal benlik algısı hatta bipolar ve histeri olma riski yüksek seviyede olduğu yine tespitler arasında.

*

Ünlü fransız yazar Alfred De Musset; “İnsan çıraksa ağrı onun ustasıdır” der. Birçok hastalığın seyrine eşlik eden veya o hastalığın belirtisi olan baş ağrısı, hastalık semptomlarının en baskın ve dayanılmazıdır.

Usta ressamlar, edebiyatçılar, düşünürler, baş ağrısından muzdarip kişilerin en ön safta duranlarıdır. Ünlü ressam Leonardo Da Vinci disleksi pençesi altındaydı ve sürekli baş ağrısı çekerdi. Mekansal muhakeme ve görsel kavrayış yetenekleri kuvvetli olan disleksilere düşünceyi şekle dökebilme yetilerinin yanında baş ağrısı, adeta nazar boncuğu gibi.

Metaforik durumu olmayan bu baş ağrıları, usta sanatçı ve yazarların sanatlarını icra ettikleri, iddialı zıplama tahtaları arasındadır. 1976 yılının sonlarına yaklaşırken, Tutunamayanlar’da kurgu olan baş ağrısı, Oğuz Atay’ın beyin tümörünün belirtisi olarak karşısına çıkar.

Dünya edebiyat literatürünün “bilinç akışı” tekniğinin ustası kabul edilen Virginia Woolf, sık sık yatağa düşüren baş ağrılarıyla bilinir.

Slyvia Plath’ın eşi tarafından aldatılması sinüzit ağrılarıya boğuşma zamanına denk düşer...

Orhan Veli “Baş Ağrısı” adlı şiirinde; “Yollar ne kadar güzel olsa, / Gece ne kadar serin olsa, / Beden yorulur, / Baş ağrısı yorulmaz”, derken belki de farkında olmadan kafa içi basınç artışı veya migreni tanımlıyordu.

Beyin kanserinden ölen şair Hasan Hüseyin Korkmazgil “Neden böyle acılıyım / Neden böyle ağrılı?” diye sorarken henüz hastalığına teşhis konmamıştı ama sezgisel olarak biliyor olmalıydı. Beynindeki tümörü araştıran ve ağrı konusunda dünya tıbbına birçok katkı sunan Türk nöroşirürjisinin usta hocalarından, dostu Yücel Kanpolat’a yazdığı şiir adeta bu durumunu açık eder.

“Yücel’i bilmez misin be bedri / doktor değil mübarek / gecikmiş tanrı / çay devirir bardak bardak / üstüne rakı / anlatırken sanırsın ki incesazdan hüseyni / ak gömleği geçirmesin sırtına / Hipokrat andı /bir de bahar bahar gülmez mi sana / al başını çık dağlara / Yücel’i bilmez misin be bedri / sâfı tümör celladı / kızdırmasın gelsin diyor / ‘bin kelleyi bir cıdaya dizerim / kızarsa beynim’ / diyor.”**

Depresyon hastaları, normal kişilere göre öfkeyi çok daha fazla kontrol eder. Yine bu literatür ışığında karşımıza çıkan en büyük faktör, bastırılan öfkenin karşılığında şiddetli baş ağrısı. Freud’un daha sonra da Lacan tarafından ele alınan anti sosyal kişilerde “aleksitimi” kişilerarası ilişkilerde bozukluk, empati kurma azlığıyla bilinir. En büyük belirtilerinden birisi de yine baş ağrısıdır.

Çoğu kere sözlü ifade etmekten imtina edilen duygular yazıyla, resimle, şiirle veya heykeltraşla ifade edilir. Aleksitimi hastalarının da böyle dışa vurduğu yine büyük olasılıklar arasında.

Anglosakson alandaki edebiyat okumalarını çocuk denilecek yaşta bitirip çileli hayatının derinlerine dalan, ebedi hayata göçen yeryüzü dervişi Ayşe Şasa, yazdıklarıyla, eserleriyle büyük bir başarı ortaya koyarken, baş etmeye çalıştığı baş ağrıları yine gözden kaçmıyordu.

Ortaçağ’ın bilge kadını olarak bilinen Alman rahibe Hildegard Von Bingen’in yazarlığı ve müzik dehalığı karşısında düçar olduğu migren atakları yine söylentiler arasında.

*

Sanatçıların en büyük derdi olan baş ağrısı onlarla o kadar karakterize oluyor ki tıp literatüründe anılmaya başlanıyor. Parisli ressam George Seurat’nın resimlerinde olan parlak yıldızlar, kıvılcım ve şimşekler migren başlangıcında görülen bulgularda da görülmektedir. Tıp terminolojisine girmiş olan “Seurat Effect” baş ağrısı denilince ilk akla gelen migren ve sanat ilişkisine en büyük örneklerden biridir.

Ressam Janet McKenzi’de hayatı boyunca migren ağrılarından çok çeken bir sanatçıdır. Migren atakları sırasında yalnız kalma, sessizlik arayışı adeta resimlerinde can bulmuştur.

Bu durumu avantaja çeviren sanatçılar da var. Baş ağrısıyla yaşamayı içselleştirmiş olan Güzel Sanatlar fotoğrafçısı Michael John Coleman bu isimlerden birisi. Çalışmaları birçok ulusal dergilerde, kitaplarda ve büyük sergilerde yer alan Coleman, altı yaşından bu yana migren pençesi altında. Migren ataklarını bir bilince dönüştürerek, Ulusal Migren Derneği’nin kurucusu olan Coleman sanatçı kimliğiyle aynı zamanda kamu bilinci oluşturuyor.

Sanat, hangi dalda eser verirse versin, varoluşsal deneyimi barındırır. Üretilen eser, santçının kendisini tüketmesiyle ortaya çıkar. Sokrates, Platon, Dante, Mevlana, Goethe her çağda seslenmeye devam edeceklerdir.

Zamana, hafızaya, varoluşa katkı sağlayan sanat, üretenden intikamını elbette alacaktır!

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir