Görüşler

Demirtaş’ın çağrısı

Demirtaş’ın çağrısı

'Adalet, Hukuki Merhamet' kitabının yazarı Bahadır Kurbanoğlu, "Demirtaş'ın HDP'ye dönük çağrısı, eski ideolojik zihin sahiplerini tıpkı karşıtları gibi rahatsız edebilir ama bugünün kanayan yaralarına merhem olmada önemli bir çağrı" değerlendirmesinde bulunuyor.

"HDP, PKK’nin uzantısı, sözcüsü ya da destekçisi değildir. PKK ile bir bağı yoktur. Bunu Türkiye kamuoyuna anlatabilmemiz gerekir. Demokratik siyaset yürüten bir partinin silahlı bir örgütle bağı olamaz”

“PKK’nin Türkiye’ye karşı silahları tümden susturmasını, bırakmasını isterim”

“…Çuvaldızı kendimize batırmamız lazım”

Demirtaş bu sözleri ve dahasını T24’te Murat Sabuncu ile röportajında dile getirdi.

Hiç şüphesiz bu sözleri, HDP’nin geçen ayki Kurultayı ve Mithat Sancar’ın benzer minvaldeki sözleriyle birlikte değerlendirmek gerek. Ama her şeyden önce bu vurguların Türkiye siyaseti açısından da, HDP içinde etkili bir tartışma iklimi yaratması açısından da önemli olduğunun altını çizmek gerek.

Peki bu çağrının İmralı’dakinin Edirne’dekine had bildirmesini bekleyen iktidarda bir karşılığı olur mu? İktidar mahfillerinin otoriter eğilimlerini ve OHAL sürecinden bu yana inşa edilen iklimi gözettiğimizde Türkiye’nin şu anki konjonktürünün buna müsait olmadığını herkes bilmekte. Bırakın bu konuyu, siyasetin herhangi bir şekilde normal rayına girmesi için atılan herhangi bir adım, kriminalizasyon siyasetinin bahşettiği güçten taviz vermek anlamına gelir.

Bunun bir de karşı bloku var ki o da Kandil. Kandil bu dile ya da paradigma değişimi vurgusuna sıcak bakar mı? O da imkânsız görünüyor. Gerçi gerek bölge halkı gerekse Türkiye’nin geneli, “Silah mı siyaseti besler, yoksa siyaset mi silahlı mücadeleye alan kazandırır” tartışmalarının cevaplarını uzunca bir süredir zaten aldı. Bunca tecrübe ve yaşananların ardından sivil siyasetin kazanmasının Türkiye toplumunun tamamının faydasına olacağına kimsenin bir itirazı olamaz. Zaten yapılan tüm araştırmalarda da Kürt halkı bugün bunu dünden daha fazla talep etmekte.

GECİKMİŞ ÇIKIŞLAR

Öncelikle ifade etmek gerekir ki zaten gerek Sancar gerekse Demirtaş gibi siyasi aktörlerin bu çıkışları yıllar öncesinde yapmaları beklenirdi. Gecikmiş de olsa olumlu ama gecikmişliğinin bedelini de ağır ödediğimiz bir zaman dilimi bu. Nitekim Çözüm Süreci öncesinde de Türkiye’deki Kürdüyle-Türküyle muhafazakâr-mütedeyyin kesimlerin, yani Türkiye sosyolojisinin geniş bir bölümünün zaten destek verdiği bir siyasetten bahsediyoruz. Son 17 yılı ele aldığımızda iktidar partisine “Hadi çöz” diyerek destek veren, HDP çizgisine de “Şiddetle değil Meclis’le” mesajını çok önceden vermiş geniş bir kitlesellikten söz ediyoruz. Bu noktada “İktidar şöyle davrandığı için böyle oldu” demenin fazla bir anlamı yok; zira kefenin öbür tarafında her zaman örgüt ve Türkiye’yi de kapsayan bölgesel çıkarları söz konusu oldu.

DEMOKRATİK ZİHNİYET İLLEGAL OLANDAN ARINMALI

Öte yandan “Paradigma değişikliğine İmralı ve Kandil de destek vermeli” beklentisinde olanların zihninin de halen eski kodlarla çalışmakta olduğunu vurgulamak gerek. Bu her ne kadar siyasetin rasyonalitesinden ve gerçekçilikten uzak kalmamak adına ortaya konan bir talep olsa da, siyasetin legal dairesi dışında kalan unsurların oluruna bakmanın konuyu tartışanlar açısından bir dilemma oluşturduğunu da görmek gerekiyor.

Özeleştiri acıdır. Değişim acıtır, yorar, hırpalar ama gerçek dönüşüm ancak bu yolla sağlanır. İdeolojik konfor alanlarını korumayı sürdürüp, bunu tarihsel mücadeleye bir vefa olarak betimleyip, karşıtından beklediğini kendinin yapmaması değişimi değil, rol yapmayı beraberinde getirir. Çünkü ilki, “devlet/statüko destek verirse paradigma değişir” anlamına gelmektedir. Oysa Türkiye halkı kendi vesayet alanlarıyla mücadelede devletten izin istememişti. Meselenin bamteli tam da burasıydı. Paradigma değişimi zaten vesayet aktörlerine karşı gerçekleştirilir. Ama liderliği ve örgütü demokratikleşme pazarlığına katarsanız, zaten o iç demokratikleşmeyi baştan kadük ve inandırıcı olmayan hale getirirsiniz. Milliyetçi kodlardan ayrışmadıkça, siz istediğiniz kadar Türkiyelileşmekten bahsedin, inandırıcı olmayacak, geçmişin dejavularını ortadan kaldırmada da kadük kalacaktır. “Bu kadarı varlık sebebini ortadan kaldırır” diyorsak eğer, o halde “mış gibi” yapmanın da konjonktürel değeri sorgulanır, inandırıcılık çıtası zaafa uğrar, ideolojik kalıplarla düşünme dediğimiz proses devam eder. “Türkiye toplumuna bunu anlatmamız lazım” sözü de ikna edicilik boyutunu yitirir. Kürt partisi olmaktan çıkıp Türkiye partisi olma imkânı da ötelenmiş olur.

İDEOLOJİK KORİDORDA DEMOKRATİKLEŞME ÇERÇEVESİ

Demirtaş’ın da sözlerine yansıdığı şekliyle, “En demokrat biziz çünkü… ön seçim yapıyoruz” vs. benzeri ifadelerin demokratikleşmenin evrensel ilkeleriyle mesafesi açıktır. Gerçek demokratlık, Kürt siyasi hareketini tek başına temsil etmediğinin kabulü, bölgedeki diğer Kürt unsurlara verdiğin değer, sağladığın özgürlük alanı ve temsille ölçülür. Çözüm Süreci’nin tarihin görmediği özgürlük alanlarını bahşettiği dönemlerde, gerek örgütün vesayetçi yapısının bölge halkı üzerindeki kriminal şiddet ve baskısı, gerekse legal siyasetin anti-demokratik yaklaşımları ve bölge halkının kültürel kodlarıyla ilgili yaşanan olumsuz tecrübeler halen hafızalardadır. Dolayısıyla demokratikleşmeyi nasıl anlamlandırdığınız kadar, icrai boyutuyla ilgili ortaya koyacağınız pratikler, öncelikle bölge halkının sınamasından geçecektir. Mesela Kürt milliyetçiliğiyle ya da onun resmî ideolojik tarihiyle arasında mesafe olan kesimlere karşı esas sınav, güçsüz olduğun zamanda değil, bilakis güçlü olduğun dönemlerde verilmiş/verilecektir.

HER ŞEYE RAĞMEN UMUT

Demirtaş’ın HDP’ye dönük çağrısı, eski ideolojik zihin sahiplerini tıpkı karşıtları gibi rahatsız edebilir ama bugünün kanayan yaralarına merhem olmada önemli bir çağrıdır. Konfor alanlarını terk etmeye, aynaya bakmaya, ezberlerin tıkadığı kanalları açmaya dönük bir tekliftir. En azından böyle bir sonuç doğurması beklenir.

Herkes öncelikle kendi aynasına bakmalı, Türkiye’nin gerçek ihtiyaçlarına göre pozisyon almalı, devletin yanlışlarını ideolojik gurura kalkan yapmamalı ve geçmişte yaşanmışlıkları törpüleyecek bir pozisyon edinmeli, hepsiyle birlikte -bugün imkânsız gibi görünse de- kendi vesayet alanlarından kurtulmaya çaba göstermelidir.

Aslında Demirtaş lisan-ı münasiple bu vesayetten kopma çağrısını da yapmaktadır. Ardından getirdiği teklifler ayrıntıdır, Öcalan’a tecrit maddesi tabana konjonktürel, propagandif mesajdır. Bugünün gerçekleriyle de arasında ciddi bir mesafe vardır.

HDP dışı siyasi odaklar nasıl yıllarca vesayetten kurtulma çabası gösterdilerse, HDP kitlesi de Suriye sahasındaki kazanımlarının ideolojik hedeflerini Türkiye sahasına yansıtanlarla arasına mesafe koymalı; özeleştiriyi buraya ilerletmelidir.

HDP, Kürt halkının değerleriyle arasına koyduğu mesafeyi de demokratikleşme sorunu bağlamında özeleştiriye tabi tutmak zorundadır. HDP’nin şu anki kadrolarında, içlerine aldıkları akil insanlar arasında bunu yapabilecek ve HDP’nin dönüşümüne katkı yapacak şahsiyetler de mevcuttur. CHP ile yol yürümek seküler kardeşlik bağlamında kolaydır, aslolan bölge ya da Türkiye genelindeki muhafazakâr-mütedeyyin insanların da bu ülkede yaşadıklarının farkındalığıdır; onlarla empati süreçlerini de yönetebilmektir.

HDP kitlesi, öfke ve mağduriyete yaslanma eşiğini sorgulamadıkça sadece devlet aklına karşı değil; -varsa bir sorgulama- kendi vesayet alanına karşı da çözümsüz kalır.

Kemalistlerin kimlikçi korkuları ülkeye nice trajediler yaşattı. Mütedeyyin insanların kimlikçi korkuları despotik iklimin sorgulanmasını ötelemekte.

HDP ve tabanı empati yapacaksa buradan yapmalı. İlk ikisinin de “haklı korkuları” vardı, kendilerinin engellerinin de bunlardan farksız olduğu tabana gösterilebilmelidir.

Korkulara yaslanarak, hep kendi dışındakilerden empati bekleyerek ilerlemek, yol almak, kazan-kazan açılımları üretmek mümkün değildir. Hele ki şiddetten başka seçenekleri kendi hegemonyasını riske atmak olarak gören yapılarla legal-demokratik-özgürlükçü bir gelecek inşa edilemez.

SÖZÜN ÖZÜ

Bu açıklamaları sadece iktidarın seçimlere dönük muhtemel İmralı-Kandil hattına ilişkin atacağı adımlara bir ön alma olarak okumak da nakısalı ve çağrının önemini azaltıcıdır. Bu okuma biçimi özeleştiriyi de dostlar alışverişte görsün kıvamında bırakır.

Öte yandan, diğer partilerin bu baskı ve propaganda ortamındaki en küçük empati örnekleri dahi değerlidir. İdeolojik okumaya tabi tutup değersizleştiren kesimler ikna edilmeye çalışılmalıdır.

Devleti ve cürümlerini eleştireni eleştirmenin sadece iktidara yarayacağı da unutulmamalıdır. Kürt halkının temel hakları konusunda mücadele veren tüm siyasi partilerle bir empati ilişkisi geliştirmemek, kriminalize edilen konuların meşru zeminlere çekilmesi avantajını köreltir.

Demokratik siyasete, hukuk devletinin inşasına kötülüğün tek taraflı olmadığı anlaşılmak durumundadır. Bunu kavrayanlar, kavrayamayanlara anlatmalıdır.

Dünyadaki örneklerde de görüldüğü üzere tarihi bagajlarla örülü örgütsel “başarılar”ın bütün bir halkı memnun etmediği/etmeyeceği tecrübeyle sabittir.

Sonuçta, bugün ya da yarın, meşru siyasetle illegal ideolojik kanatlar arasına çizilecek mesafe sahici meşruiyet alanını belirlemiş olacağı gibi, diğer siyasi partilerin elini de rahatlatacak; Kürt sorununun demokratikleşmeyle, demokratikleşmenin Kürt sorununun çözümüyle sağlanacağı vasatı kavileştirecektir.

Bundan sonra HDP’ye düşen, bu analizlerin altını kalınca çizerek bir iç tartışmayı derinleştirmektir. Bu gerçeklik karşısında şikâyet ettiği despotik güçler ne adım atarsa atsın, bunu siyasetinin meşru ve gerçekçi zemini olarak kavileştirmektir.

Demirtaş ve aynı düzlemdeki siyasi aktörlerin bundan öte cümle kurması ideolojik ortamdan ötürü kolay olmasa da; bundan sonra kurulacak cümleleri mümbit kılacak zeminin güçlendirilmesi önemlidir. Arif olan bu analizlerden yepyeni bir rota çıkarabilir. Geçmişte yaşanmış/yaşatılmış ve bölgede 50’den fazla Kürdün ölümüyle neticelenmiş; ülke sathında da cadı avını körükleyip mağduriyetler üretmiş 6-8 Ekim olayları gibi trajedilerle ilgili bir özeleştiri ve helalleşme cihetine gitmek de zaruridir, yaralara merhemdir. Kürt halkına da Türkiye’ye de kazandırır.

Unutmamak gerekir ki; çözülmemiş ve çözülemediği bilindiği halde hakkında ideolojik ezberlerin tekrar edildiği her konfor alanı birer puttur!

Reaksiyonerlikten kurtulmak ve kültürel çoğulculuğa samimi şekilde alışmak elbette sadece HDP’nin yükümlülüğünde olan bir husus değildir. Özeleştiri ve değişim de öyle. Ama önemli olan, bunu her şeye rağmen yapmaktır; sızlanmadan, bahane üretmeden.

BAHADIR KURBANOĞLU KİMDİR?

İzmir Saint-Joseph Koleji (1984), Galatasaray Lisesi (1988), İstanbul Üniversitesi Sosyoloji (1995) mezunudur. 1991 yılından itibaren uzun yıllar Haksöz dergisi ve Haksözhaber sitelerinde yazarlık, Ekin Yayınlarında editörlük yaptı.“İskilipli Atıf Hoca, İstiklal Mahkemelerinin Tarihi Misyonu ve Şapka İnkılabı”; “Şeyh Said, Bir Dönemin Siyasi Anatomisi”;“Adalet, Hukuk, Merhamet” başlıklı üç kitabı yayımlandı. Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği’nde (Özgür-Der) insan hakları ve sivil toplumsal faaliyetlere ilişkin çalışmalarda bulundu.2016-2019 yılları arasında HilalTV’de hafta içi hergün yayınlanan “Sözü Esirgemeden” adlı siyasi analiz programının yapım ve yönetimini üstlendi.

ortak-yayin.jpg

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir