Görüşler

Dezenformasyon Tekno-otokrasi ve Big-tech

Dezenformasyon Tekno-otokrasi ve Big-tech

DEVA Partisi Dijital Dönüşüm ve Teknoloji Politikaları Başkanı Burak Dalgın “Dezenformasyonu da onun hızlı ve geniş yayılımına yol açan teknolojileri de geliştiren bizleriz. Bunların getirdiği risklerden sıyrılmayı da başarabiliriz” diyor.

Savaş barıştır, özgürlük
köleliktir, cahillik güçtür’

1984, George Orwell

TDK’nın kısaca ‘bilgi çarpıtması’ dediği dezenformasyon, yanlış haberin, kamuoyunu etkilemek amacıyla, bilinçli olarak yayılması olarak nitelenebilir. Belki de insanlık tarihi kadar eski olan bu mesele, teknolojik gelişmelerle apayrı bir boyuta vardı. Artık daha hızlı yayılıyor, algoritmalar tarafından besleniyor ve daha gerçek görünen malzemelerle destekleniyor. Bunları biraz açalım.

Birincisi, yalan veya yanıltıcı haber sosyal medya (Twitter, Facebook) ve mesaj grupları (Whatsapp) vasıtasıyla, daha önce düşünülemeyecek hızla, çok geniş, hatta bazen küresel kitlelere ulaşabiliyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün (MIT) 2018’deki bir araştırması1 hayli manidar. Twitter’da 11 yıllık bir dönemde yayılan 126 bin dedikodu ve yalan haberin analizi, bu tip mesajların doğru mesajlardan daha hızlı yayıldığını ve daha geniş kitlelere ulaştığını göstermiş. Mark Twain’e de atfedilen “Gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı üç kez dolaşır” sözünün akademik kanıtı bu olsa gerek! Daha da ilginç olan nokta, yalan haberleri ‘bot’lardan (sahte hesap) çok, bu içerikleri ‘daha ilginç’ bulan gerçek kişilerin paylaşması. Yani aslında teknolojinin rolü, içimizde var olan bir eğilimi körüklemekten ibaret.

İkincisi, nasıl işlediği muğlak olan sosyal medya algoritmaları yankı odalarını besliyor. Üstelik, bağlantılarımızı, beğenilerimizi, mesajlarımızı ve fotoğraflarımızı içeren dijital ayak izimizden tercihlerimizi anlamak çok da zor değil. Bu profil bilgisinin kişiye özel reklamlarda kullanıldığı malum –çoğumuz bir gece önce almayı düşündüğünüz ürünlerin reklamının ertesi gün önümüze çıkıvermesine en az bir kere şaşırmışızdır. Aynı yaklaşım, dezenformasyon yapmak isteyenlerin elini kolaylaştırıyor. Hassas olduğunuz konularda iletilen fabrikasyon içeriklerle ‘kişiye özel’ dezenformasyon yapmak çok daha kolay ve etkin.

Üçüncüsü, ‘yapay zekayı kullanarak sahte içerik üretme’ olarak tanımlayabileceğimiz deepfake teknolojisi sayesinde dezenformasyon artık çok daha gerçekçi. Örneğin İngiltere Kraliçesi dans ederek Noel şarkısı söylüyor veya 2018’de vefat eden yazar Anthony Bourdain yeni çekilen bir filmde mektuplarını sesli olarak okuyor. Ancak elbette bu imkân, sadece böyle sempatik alanlarla kısıtlı kalmıyor. Yapay zeka güvenliği şirketi Sensity AI, internette 85 binin üzerinde deepfake video bulunduğunu ve bunların yüzde 96’sında kişilerin yüzlerinin kendilerinden habersiz şekilde cinsel içerikli görüntülerde kullanıldığını söylüyor.

TEKNO-OTOKRASİ VE BİG-TECH KISKACI

Dezenformasyonun yol açabileceği ciddi riskler var: birey haklarının ihlalinden nefret suçlarına zemin hazırlamaya, mali dolandırıcılıktan seçimlere müdahaleye kadar liste uzun. Mayınlarla dolu bu sahayı tamamen başıboş bırakamayacağımız aşikâr. Ancak çözümü ararken, hükümetlerin baskısına (‘tekno-otokrasi’) ve küresel dev teknoloji şirketlerinin (‘big-tech’) insafına mahkûm olmamalıyız.

Otokratik hükümetler, dezenformasyonla mücadeleyi, muhalefeti baskılamak için fırsat olarak görebilir. ‘Vatandaşı yalan teröründen koruma’ söylemiyle getirilebilecek düzenlemeler ifade hürriyetini daraltabilir. Bu noktada, asıl niyetin ne olduğunu netleştirmek için birkaç soru yardımcı olabilir:

- Düzenleme hangi odakla ve nasıl bir üslupla yapılıyor? Batı dünyasındaki düzenlemelerin odağında ırkçılık, nefret söylemi, yabancılara yönelik şiddet eğilimi ve siber zorbalık bulunuyor. Ülkemizde sıkça atıf yapılan, ancak Avrupa’da çeşitli eleştirilerin de yöneltildiği Alman NetDZG’nin yasalaşma sürecini hatırlayalım: taslak 10 uzmandan oluşan bir kurulun görüşüne açıldı; onların itirazları çerçevesinde yeniden düzenlendi; sosyal medya platformları, sivil toplum kuruluşları, girişimciler gibi kesimlerin görüşleriyle zenginleştirildi; ve sonra yürürlüğe girdi. (Türkiye’de geçen yılki sosyal medya kanunu tamamen iktidar partilerinin inisiyatifiyle oluşturuldu ve yasalaştı)

- Düzenlemeyi yapan idarenin hak ve özgürlükler karnesi nasıl? (Türkiye’nin dünyadaki sırası: Twitter’dan içerik kaldırmada 2.; basın özgürlüğünde 153.; hukukun üstünlüğünde 107.; demokraside ‘melez rejim’ olarak 104.; internet özgürlüğünde Bangladeş, Kolombiya ve Zimbabwe gibi ülkelerin gerisinde, özgür olmayan ülkeler liginde).

- Neyin yalan olduğuna kim karar verecek? Hükümetin görüşüyle çelişen veya farklı tonda vurgulanan haberler yalan sayılacak mı? Mesela, Orwell’in 1984’ündeki Gerçek Bakanlığı gibi bir yapı mı kurulacak? (RTÜK geçenlerde orman yangınıyla ilgili bir haberde ‘Alevler hızlı geliyor kabus gibi” ifadeleri geçtiği için FOX TV’ye ceza kesti)

- Dezenformasyon olduğu değerlendirilen bir haberi paylaşanlar ne olacak? Sosyal medya içeriklerini -bazen bilmeden- tekrar paylaşanlar asıl mesaj sahibi ile aynı konumda değerlendirilecek mi? (Yargıtay 18. Ceza Dairesi, Twitter’da kamu görevlisine hakaret içeren paylaşımı retweet yapan kullanıcının aynı suça ortak olduğu kararını verdi)

Gelelim küresel dev teknoloji şirketlerine. Bu firmaların odağı, kullanıcı kitlelerini, marka itibarlarını, kârlarını ve piyasa değerlerini artırmak. Dezenformasyonla da bunlara hasar verdiği derecede mücadele edeceklerdir. Örneğin, sürekli yalan haber paylaşılan bir platformun itibarının azalması yahut hükümetlerin sert düzenlemeler yapacağı beklentisiyle hisse fiyatlarını baskılanması kaygısı onları harekete geçirebilir.

Nitekim bu şirketlerin bazı faaliyetleri tartışmaları beraberinde getiriyor. Örneğin, Facebook, 16 bin denekten kimin hangi siyasi reklamı gördüğünü inceleyerek dezenformasyon araştırması yapan New York Üniversitesi Reklam Gözleme Grubu üyelerini Ağustos başında blokladı2. Platform bu kararı için ‘kişisel veri mahremiyetini’ gerekçe gösterse de araştırmacılar sadece kamuya açık bilgileri derlediklerini belirttiler. Bir diğer örnek, Donald Trump’ın Ocak ayında çeşitli sosyal medya platformlarından yasaklanması. Eski ABD Başkanı ile arası pek hoş olmayan Almanya Başbakanı Merkel’in de ‘problemli’ bulduğu bu durum, Trump taraftarlarınca ‘Taliban’ın hesabı var, Trump’ın neden yok?’ şeklinde eleştiriliyor. Özetle, misyonunda kamu yararı bulunmayan (olması da gerekmez) ve kamusal alanı düzenleme yetkisini demokratik yollardan almamış (öyle bir iddiaları da yok) küresel teknoloji devlerinin dezenformasyon konusunda nihai karar mercii olması sıkıntılı bir durum.

NE YAPMALI?

Bir yandan dezenformasyonu başıboş bırakamıyoruz, öte yandan tekno-otokrasi ve big-tech kıskacına da sıkışmak istemiyoruz. Peki ne yapalım?

T24’de daha önce yayınlanan Yeni Kamusallık yazımda3, karşı karşıya olduğumuz baş döndürücü değişimler ve yepyeni meydan okumaları aşmak için ‘herkesin optimalini gözeten ve devletlerden şirketlere, sivil toplum kuruluşlarından uluslararası organizasyonlara kadar bütün paydaşları seferber eden bir yaklaşım’ önermiştim. Tek bir hareket ile çözülemeyecek kadar karmaşık olan dezenformasyon konusunda da şöyle yaklaşabiliriz:

- Katılımcı bir süreç–kullanıcıları, sosyal medya platformlarını ve bu alanda çalışanları (sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, düşünce kuruluşları, siyasi partiler) içeren bir süreç işletilmesi.

- Şeffaf şirketler–sosyal medya platformlarının haber yayma algoritmalarını denetime açmaları (halka açık şirketlerin mali verilerini açmaları gibi).

- Hesap vermeyi sağlayan düzenlemeler –sivil toplumu da içeren tarafsız ve bağımsız bir kurul tarafından, uluslararası ve objektif kriterlerle belirlenmiş kriterlerle yalan olduğu belirlenen haberlerin kaldırılması için sosyal medya platformlarının sorumluluk alması.

- Bilinçli kullanıcılar–okullarda ve yaşam boyu eğitim merkezlerinde sosyal medya okur-yazarlığı dersi verilmesi.

- Hür bir bilgi ortamı–evrensel hak ve özgürlükler odaklı bir yaklaşımla medya üzerindeki baskıların kaldırılması ile haber akışının olağan hale gelmesi.

SONUÇ

Dezenformasyonu da onun hızlı ve geniş yayılımına yol açan teknolojileri de geliştiren bizleriz. Bunların getirdiği risklerden sıyrılmayı da başarabiliriz. Yeter ki bilgi kirliliğinin rantı, otokratik sistemler kurabilmenin fırsatı ve yankı odalarını körüklemenin cazibesi, kamusal alanı tahrip etmenin zararını görmezden gelmeye yol açmasın.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir