Görüşler

İbnü’l vakt olmak veya dünyayı ölüler nasıl yönetir?

İbnü’l vakt olmak veya dünyayı ölüler nasıl yönetir?

Eğitimci-yazar Abdulbaki Değer, “Bugün karşı karşıya olduğumuz gerçekten kaçış, bir ütopya lehine bugüne tavır almadan ziyade bugünle yüzleşme cesaretinden yoksun olmakla ilgili” diyor

Kemal Tahir, ‘Notlar’ında şöyle bir tespitte bulunur: ‘Türkiye’de aydınlar, Tanzimat’tan bu yana iki kampa ayrılmışlardır. Bunlar birbirlerinin kanına susamış olsalar bile bir tek ana noktada yüzde yüz birleşmektedirler: Gerçekten kaçmada… Birinci kamp geçmişe kaçmaya çabalarken ikinci kamp geleceğe doğru kaçmaya uğraşmaktadır ki, iki kaçış da gerçeği bulmayı geciktirme işinde farksızdır.’ Gerçekten kaçma’nın Kemal Tahir’in ileri sürdüğü gibi geçmişe veya geleceğe sığınma üzerinden gerçekleşmesi gerekmiyor. Aydınlarla sınırlı olması da gerekmiyor. Pekala bu hastalıklı hale bürokrasiniz, sivil toplum yapılarınız hatta bilfiil toplum da kendisini esir düşürebilir.  

‘Gerçekten kaçma’, kayıp veya müstakbel ütopyalar uğruna bugünün araçsallaştırılması olarak algılanmamalı. Buradaki gerçeklikten kaçış, Hz. Ömer’in ‘Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz’ uyarısındaki alternatif bir yaşam alanı/pratiği oluşturma çabası da değil. Bu tarz bir ‘gerçekten kaçış’, özünde gerçeklikle hesaplaşma iddiasını, varsayımını barındırıyor. Oysa bugün karşı karşıya olduğumuz ‘gerçekten kaçış’, geçmişte veya gelecekte olduğu varsayılan bir ütopya lehine bugüne tavır almadan ziyade bugünle yüzleşme arzusundan, cesaretinden, donanımından yoksun olmakla ilgili. Deve kuşunun tehlike karşısında başını kuma gömerek kaçmaya çalışmasına benziyor. Daha doğrusu bu ‘gerçekten kaçma’, yürürlükteki gerçeğin aynıyla devam etmesine engel olmamak için bir alan açma, pürüz çıkarmama teşebbüsüdür. Dolayısıyla ‘gerçekten kaçış’ta ilk başta göze çarpan rahatsızlık, kabullenmeme tavrı, bir yaşam belirtisi sayılabilecek rahatsızlıktan, kabullenmemeden ziyade bir kendini/kendimizi kandırma gayretkeşliğinden kaynaklanıyor. Mevcuda tavır almak veya ‘gerçekten kaçmamak’ sadece mevcudu, mevcudun değişen koşullarını gözden geçirmeyi gerektirdiği için değil aynı zamanda bu koşullar içerisinde hayat sürmekte olan ‘beni/bizi’ de kapsayan ve bu beni/bizi değişime zorlayan varoluşsal bir mücadele olduğu için zordur. Bu zorluğu göğüslemek yerine ‘göğüslüyormuş gibi’ yaparak gerçeklikten kaçmanın kimseye bir fayda sağlamayacağı açık. 

Ülkemizi ve ülkemiz sathını aşarak küresel ölçekte yaygınlık kazanan ‘gerçekten kaçma’ halinin sanırım en fazla hayat bulduğu alan, eğitim alanıdır. Düşünsel, felsefi, ekonomi-politik  anlayışı ve aygıtları ile modern devlet, malum olduğu üzere bir mega mühendis olarak tarih sahnesine çıktı. Eğitim de bu rolün gerçekleştirilmesi için tekele alınıp özenle kullanılacak enstrümanlardan biri olarak konumlandırıldı. Bu faslı uzun uzun anlatmak artık gereksiz. Süreç boyunca dillendirilen söylemi, kullanılan araçları ve alınan mesafeyi  biliyoruz. Biliyoruz ancak bu bilmemize eşlik eden, etmesi gereken iş ve işlemler yok karşımızda. Biliyoruz ancak bu bilmemizin bilme olduğuna ilişkin şüphe oluşturucu bir vaziyetimiz, uygulamamız var. Gerçekten kaçıyoruz, doğru. Gerçekle yüzleşme cesareti göstermeyen kendimizden de kaçıyoruz aynı zamanda. 

Kemal Tahir’in ‘gerçekten kaçma’ olarak tespit ettiği hususu somutlaştırmaya eğitim faslı üzerinden devam edelim. Zorunlu eğitime ilişkin ilk nüvelerin atıldığı 18’inci yüzyılın başından bugüne değin sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik ve düşünsel-felsefi alanlarda yaşanan dönüşümlere karşın eğitim-öğretim faaliyeti, tüm bu değişim-dönüşümlerden bağımsız olarak, sabit-steril bir alanda icra ediliyormuşçasına aynı şeyleri aynı şekilde yapmakta ısrar ediyoruz. Uygulamaya geçirdiğimiz politikaları gelen veriler üzerinden değiştirmek, gözden geçirmek, yeniden ele almak vs. gibi yapılması gereken işlemler yerine fi tarihinde tespit edilip uygulamaya sokulan politikadan şaşmamayı marifet sayıyoruz. 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi kapsamında öğretmen niteliğini arttırmaya dönük uygulamalar bunun göstergesi. Aydınlanmanın şafağından ve özellikle pür pozitivizmin baskın karakterinden neşet eden çözümleme sistematiği aynıyla sürdürülüyor. Sorun varsa cehaletten kaynaklanıyor. Gidermek için elimizde mevcut bulunan cehalet panzehiri hakikati aktarmak gerekiyor. O halde bilen, bilinmesi gereken ve bilmesi gerekenlerden oluşan hiyerarşik bir yapı ihdas edilmeli ve behemehal kararlılıkla hayata geçirilmeli. Öğretmenin nitelik problemi var. Nitelik problemi bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor ve bunun için hizmet içi eğitim verilmeli. Kim vermeli? MEB’in eksik olduğunu bir şekilde (?) tespit ettiği bu bilgiye sahip olanlar! O yüzden bugün memleketin pek çok yerinde eğitimciler yoğun eğitim programlarının ardından hizmet içi eğitim almaya mecbur bırakıldıkları bu ‘dolum istasyonlarına’ gönderiliyorlar. Orada zorunlu olarak bulunmanın eksik olduğu varsayılan şeyin tamamlanması için gerekli ve yeterli şart olduğu düşünülüyor sanırım.   

Döngü bu! Bu döngünün evveliyatına dair bir fikrimiz yok! Daha önce uygulamaya soktuk mu bu çözümü? Sonucu ne oldu? Verim aldığımız için mi sürdürüyoruz bunu yoksa elimizde başka bir çözüm olmadığı için mi? Veya düşünüp başka bir çözüm bulamadığımız için mi? Malum olduğu üzere bir sistem, kendisini oluşturan alt-sistemlerden oluşan karmaşık-kompleks bir yapı. Dolayısıyla karmaşık bir toplumsal sistemdeki aksaklığı tekli nedenler üzerinden algılayan ve belirli nedenlere indirgeyen yüzeysellik sorunu algılayamadığı gibi kronikleşen sorunun bir parçasına dönüşüyor. Sistemsel krizi mekanik bir formata oturtan ve mekanize çözümlere bağlayan aklın gerçeklik kaçkını olduğu açık. Örneğin şu eğitim sistemimizdeki kriz herhangi bir bileşenin neden olduğu kriz olmanın ötesinde yapıdan, ilişki biçiminden kaynaklanan bir krizdir denilse ne dememiz gerekiyor? Öğretmenin nitelik problemi bilgi eksikliğinden, öğrenci başarısızlığı motivasyon eksikliğinden veya veli ilgisizliğinden kaynaklanmıyor. Milyonlarca kendi halindeki veli, öğrenci ve öğretmenin bileşkesinden anormal bir şey çıkıyorsa her biri normal olan bu bileşene suçu atmak yerine bu bileşenlerin bileşim şekline, yerine, amacına bakmamız gerekiyor olabilir.  

"Bizim meselemiz, hayata karşı çözüm olarak nitelendirilecek herhangi bir cevap üretmek değil. Mesele, ürettiğimiz cevabın sadra şifa bir nitelik arz etmesi."

Gerçeklikten kaçışımız şuradan belli oluyor: Gerçek ile temasımızı gerçekçi olmayan çözümler üzerinden yürütüyoruz. Soruyu, sorunu, amacı, aracı analiz etmek yerine tarihsel-toplumsal yapımızın belirli bir anına çözüm olmak üzere üretilmiş bir formu ve formatı hayata kabul ettirmeye çabalıyoruz. Bizim meselemiz, hayata karşı çözüm olarak nitelendirilecek herhangi bir cevap üretmek değil. Mesele ürettiğimiz cevabın sadra şifa bir nitelik arz etmesi. ‘Çözümüm var ve çözüme uygun bir soru, sorun formülasyonu yapmam lazım!’ modundayız. 

‘Gerçeklikten kaçma’ yukarıda da belirttiğim gibi düne veya geleceğe kaçma üzerinden gerçekleşmek durumunda değil. Bugünde kalarak, gerçeğin içinde kalarak da gerçekten kaçabilirsiniz. Mevcudun içinde mevcutla uyumu seçerek, mevcudu sürdürerek de gerçekten kaçabilirsiniz. Bugün karşı karşıya kaldığımız durum bu. Bu döngüden çıkışın mucizevi bir yolu yok! Bir anlamıyla ‘esatirul evvelin’ olan bu uygulamalara çekince koymak, soru, sorun ve çözüm tespitinde makuliyete yol vermek gerekiyor. Gerçeklikle temas etmek, ibnü’l-vakt olmak gerekiyor. Yoksa çarpıcı şekilde dile geldiği gibi ölüler, ölü fikirler veya ölü çözümler dünyayı, hayatı, canlıları yönetmeye devam edecekler. 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir