Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Yeniyol Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Irak’taki temasları üzerinden bölgesel barış ve iş birliği vizyonunu kamuoyuyla paylaştı. Davutoğlu, ziyaret ettiği Kerkük, Süleymaniye, Telafer, Erbil ve Altınköprü gibi kentlerde Türkmen, Kürt ve Arap liderlerle gerçekleştirdiği görüşmelerin detaylarını aktarırken, PKK’nın silah bırakma süreciyle ilgili mesajlar verdi.
Davutoğlu, bölge halklarının terörden yorulduğunu vurgulayarak, “Sadece terörsüz bir Türkiye değil, terörsüz bir bölge mümkün. Silahsızlanma süreci başlatılmalı, bu süreç Irak, IKBY ve Türkiye'nin ortak denetiminde yürütülmelidir” dedi.

“DAYI MARUF’UN HALISI KADAR DEĞERLİ BİR BARIŞ İNŞA ETMELİYİZ”
Konuşmasına Altunköprü’de ziyaret ettiği 87 yaşındaki Türkmen Dayı Maruf’un hikâyesiyle başlayan Davutoğlu, yaşlı adamın Hatay’daki depremzedelere göndermek için tek halısını vermeye çalışmasını, Türkiye ile gönül bağının bir simgesi olarak anlattı. “Bu halı, bu ruh, bu bağlılık bizim barış vizyonumuzun temelidir” ifadelerini kullandı.
"PKK’NIN SİLAHSIZLANMASI BÖLGESEL KAZANÇ OLUR"
Ziyaretlerinin PKK’nın kendini feshetme kararının hemen ardından gerçekleştiğini vurgulayan Davutoğlu, bu süreçte tüm bölge liderlerinin silahsızlanma çağrılarını olumlu karşıladığını belirtti. Sürecin geciktirilmemesi gerektiğini ifade eden Davutoğlu, “PKK’nın lojistik ve finansal ağları da dağıtılmalı, üst kadrolar denetim altına alınmalı, alt kadrolar ise rehabilite edilmelidir” dedi.
Konuyla ilgili olarak Davutoğlu şu ifadeleri kullandı:
"Önce vizyonumuzun ana ilkesini söyleyeyim: Sadece “Terörsüz Türkiye” değil “Terörsüz Bölge” ilkesiyle hareket etmek zorundayız, çünkü bölgede terör varsa Türkiye’nin de bundan etkilenmesi kaçınılmazdır. Unutmayalım, biz bir adada yaşamıyoruz, sınırlarımız da duvar değil, sömürgecilerin böldüğü geçişken sınırlar!
Ve vizyonumuzu sadece “terörsüz” ifadesinde olduğu gibi -süz, -sız gibi olumsuz eklerle değil olumlu sıfatlarla tanımlamalıyız. Mesela ülkemiz için de bölgemiz için de “insan onuruna dayalı” siyasal düzen iddiasını, “kalkınmış müreffeh” ekonomik düzen şiarını savunmalıyız. Tam da ülkemiz, dünya ve bölgemiz önemli gelişmelerin eşiğinden geçerken, Türkmeni, Kürdü, Arabı, Müslümanı, Hristiyanı, Sünnisi, Şiisi, Alevisi, Dürzisi, Ezidisiyle bütün bölge halklarına karşılıklı saygı içinde bir bölgesel barış düzeni vaadinde bulunmalıyız. Mesela PKK’nın silah bırakma süreci sadece Türkiye’nin değil, bütün bir bölgenin kazancı olur. Görüşmeler yaptığımız tüm liderler de bizimle bu görüşü paylaştılar.
Bu gelişme sayesinde Türkiye kazanır.Avrupa Birliği benzeri bir askeri, ticari, kültürel, sosyal entegrasyonun uzak bir hülya olmayacağının altını bir kez daha umut ve kararlılıkla çizmek isterim."
“ORTAK BARIŞ DÜZENİ İÇİN YENİ BİR VİZYON”
Davutoğlu, Gelecek Partisi olarak Avrupa Birliği benzeri bir bölgesel entegrasyon modelini savunduklarını belirtti. “Mezopotamya Birliği, Levant Birliği gibi yapılar, ekonomik ve siyasal entegrasyonla bölgedeki çatışmaları sonlandırabilir” diyen Davutoğlu, Ortadoğu’daki tüm dini, mezhepsel ve etnik unsurların ortak barış paydasında buluşabileceğini savundu.

“KÜRTLER, TÜRKMENLER, ARAPLAR... TÜRKİYE’YE GÜVENİYOR”
Kerkük, Erbil ve Süleymaniye çarşılarında halkın gösterdiği ilgiyi “bir Türkiye sevdası” olarak yorumlayan Davutoğlu, bölge halklarının yüzünü Türkiye’ye döndüğünü söyledi. “Mesut Barzani’nin çocuklarının Türkçeyi Kemal Sunal filmleriyle öğrenmesi, Türkiye’ye duyulan bu sevginin bir yansımasıdır” dedi.
"TBMM KOMİSYONU KURULMALI, DEMOKRATİKLEŞME ADIMI ATILMALI"
PKK’nın silahsızlanma süreciyle eş zamanlı olarak TBMM’de bir komisyonun kurulmasını öneren Davutoğlu, aynı zamanda içerde kapsamlı bir demokratikleşme reformunun da hayata geçirilmesi gerektiğini belirtti. “Düşünce suçluları, KHK mağdurları ve siyasetçiler cezaevindeyken barış dili inandırıcı olamaz” şeklinde konuştu.
Konuyla ilgili olarak Davutoğlu'nun cümleleri şu şekilde:
"İnanın Türkiye, bu ata yadigarı topraklarda sizlerin tahmin ettiğinden çok daha itibarlı bir ülke.
Hani Ahmet Türk demişti ya; “45 milyon Kürdün yüzü Türkiye’ye bakıyor” diye.
Sadece Kürtlerin mi?
Milyonlarca Türkmen’in, Arap'ın, Müslüman ve Hristıyan'ın, Şii ve Sünni'nin yüzü Türkiye’ye dönük!
Yeter ki bizler bu inancı, her türlü destek, fedakarlık ve ferasetle bölgeye yansıtabilelim.Bakın mesela Türkiye’de pek çok siyasi bilmez bile ama Mesut Barzani’nin çocukları Türkçe konuşuyorlar.
Türkiye sevdaları o kadar büyük ki, sadece televizyonlarımızı izleyerek dilimizi öğrenmişler.
Aile içi sohbetimizde bize tercümanlık yapan Mesut Barzani’nin oğlu Nuh’a “Nereden, nasıl öğrendiniz Türkçeyi?” diye sorduğumda “Kendi kendime, Kemal Sunal filmlerinden” dedi.Erbil çarşısında, Süleymaniye çarşısında, Kerkük’ün meşhur Kayseri çarşısında gezerken, etrafımızı saran insanların sevgisi sadece şahsımızdan kaynaklı değildi; bir Türkiye sevdasıydı bilesiniz.
O çarşıda yanımıza yaklaşıp Türkçe ile barış ve çözüm için dileklerde bulunanların kalbinin nasıl çarptığını, buralara gelip gözlerinizle görmelisiniz.Sayın Bahçeli’ye de Duhok ziyaretimiz sonrası yazdığımız mektupta buralara gelmesini tavsiye etmiştik.
Elbette şimdilerde sağlığı müsait değil ama bir kez daha altını çiziyorum ki buradaki insanların farklı hikayelerini dinlemeden,
Acılarını, sevinçlerini, umutlarını onların dilinden işitmeden,
bölgenin kalbinin nasıl da “barış ve çözüm” diye attığına şahitlik etmeden, Mecliste ve sokaklarda, meydanlarda ahkam kesmenin, popülist söylemlerle umutlara kan doğramanın, Türkiye halkının bir bölümünü de boşu boşuna derde kedere boğmanın hiçbir anlamı yok!
Bakın yaşı 80’e dayanmış Kürdistan İslam Partisi’nin lideri Selahaddin Bahaddin Türkiye halkına ve siyasetine nasıl mesaj verdi biz oradayken:
“Siz koca imparatorluğu yönetmişsiniz, buradaki iki şehirden mi çekiniyorsunuz”.Şunu unutmayalım ki ismini duyduğunuzda tüylerinizin diken diken olduğu beldeler bizim.
Haseke bizim, Kamışlı bizim, Kerkük, Süleymaniye, Erbil, Telafer, Altınköprü, Tuzhurmatu bizim.
Bizim! Yani Ortadoğu halklarının.
Çizilen tüm sınırlara rağmen ortak kültürümüzle, yemeklerimizle, sıcacık çaylarımızla, sevinçlerimizle, kaygılarımızla, umutlarımızla bizim!
Hans’ın, Corc’un değil bizim!
Ahmet’in, Ayşe’nin, Fatma’nın, Arîn’in, Asmîn’in.
Başta terör örgütleri olmak üzere, zihnimizdeki prangalardan, kamburlardan kurtulmanın eşiğindeyiz.
PKK’sız bir Türkiye, PKK’sız bir Irak olmadan, PKK’sız bir Suriye olmadan olmaz!Bu yüzden bölgenin tüm aktörleriyle sağlıklı ve fedakar ilişkileri geliştirmek ve bunda acele etmemiz gerekli.
Bakın mesela Talabani cephesinden, yani KYB’den bir yetkili “Peki Kandil ne olacak?” sorusuna nasıl ince zeka bir espriyle cevap veriyor.
Diyor ki; “Kayak pisti olur. Biraz riskli bir kayak pisti olur tabii, pistten çıkan mayına basabilir, ama zamanla onlar da temizlenir”
Bu ne demektir biliyor musunuz?Artık bölgedeki tüm Kürt güçleri de bir devrin kapandığına şahitlik ediyorlar.
Artık dağlarla, silahlarla, bitip tükenmeyen hedefsiz, amaçsız çatışmalarla anılmak istemiyorlar.
İşte biz bölgenin emektarı bu güçlerle birlikte omuz omuza verdiğimizde esas korkması gerekenler binlerce km ötede olanlar ve bölgede fitne fücurdan, kaostan başka beslenme kaynakları olmayanlardır.
Biz hep birlikte bu hedefi sahaya yansıttığımızda, değil Amerika ve Avrupa’ya, bütün bir dünyaya,
kardeşliğin, birlikteliğin, dini hoşgörü, kültürel ve etnik çoğulculuğun, birlikte kazanıp adilce paylaşımın ne olduğunu öğrettiğimiz gün olacaktır.
Ve o günler asla çok uzakta değildir.
Unutmayın ki bizler de ömrümüzü bu hedeflerin gerçekleştirilmesine adadık.3 Ağustos 2012’de, dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’tan sonra 75 yıl sonra Dışişleri Bakanı olarak Kerkük’ü ziyaret eden ilk devlet adamı olmamız da bunun bir ispatıdır.
O dönemdeki güvenlik risklerine rağmen bölgeye gitmekte tereddüt etmeyerek, “Ben Kerkük’e gideceğim” diyerek verdiğimiz kararı bugün hâlâ gururla taşıyor olmamız da, bu hedeflerden milim sapmadığımızın göstergesidir.Telafer, bizim gönlümüzde de apayrı bir özel bir yere sahiptir.
2003 yılında ABD askerlerinin Telafer’e girmek istemesi sürecinde Bir Telaferli kardeşim aramış ve “Siz Türkmen beyisiniz, biz ata yurdumuzda yabancı asker görmek istemiyoruz” demişti.
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül ve Sayın Tayyip Erdoğan’la istişare ettik. ABD’lilere çok net bir mesaj verdik. ‘Telafer’e hiçbir yabancı asker giremez’ dedik ve giremedi de.Türkmen aşiretlerini 2013 yılında İstanbul’da toplarken de aynı ruh, aynı misyon ve vizyonla hareket etmiştik.
2013 yılında o zamana kadar Türkiye’den hiç kimsenin ziyaret etmediği Süleymaniye’yi ziyaret ederken de aynı bilinçle harekete geçmiştim.
Süleymaniye’ye gitmemiz, “havalimanı açılsın” dememiz bile bölgede daha atmamız gereken nice adımlar olduğunu göstermekte.
Düşünün ki Kubat Talabani, Süleymaniye çarşısında akşam dolaşırken fotoğrafları görünce;
“fotoğrafları görünce kalbim duracak zannettim bir şey olacak diye” dedi ve şunu ekledi:
“Ancak sizin gece vakti Süleymaniye sokağına inmeniz, rahat bir şekilde dolaşmanız ve halkla kurduğunuz iletişim psikolojik bir şok etkisi yarattı.
Süleymaniye’de sizin şahsınızda Türklere duyulan sevginin ve güvenin yansımış olması bizi çok memnun etti.”
Orada da söyledim Kubat Talabani’ye,
“Süleymaniye Havaalanı’nın kapatılmasının gerekçelerinin ortadan kalkması lazım.
Kandil’e ulaşımın yolu Süleymaniye Havaalanı ise o havaalanına karşı tedbir alması Türkiye’nin doğal hakkı.
Ama bu süreçle birlikte o tehdit ortadan kalktığında Süleymaniye de aynen Erbil gibi Türk girişimcilerin elinde büyük bir gelişme gösterir” dedim.
“İşte bundan kurtulmak istiyorsanız bir an önce silahsızlanmayı sağlayacak şekilde baskı yapın PKK’ya” dedim.Biz bölgeden kiminle irtibata geçtiysek, bu çabamızın mutlaka bölgenin diğer demografik unsurlarına da fayda getirmesi için çaba gösterdik.
Araplarla ilişkilerde Türkmenleri ve Kürtleri konu ederken,
Sünnilerle ilişkilerde, mutlaka Şiilerin, Müslümanlarla görüşürken mutlaka Hristiyanların birlik ve beraberliğine vurgu yaptık.
Çünkü birini diğerine tercih etmenin kapsayıcı kazan-kazan misyonuna fayda değil zarar getireceğini,
Zaten var olan sorunları daha körükleyeceğini,
Ve bu durumun hepimize, tüm bölgeye kaybettireceğini iyi biliyorduk.
Bir kez daha açık ve net ifade ediyorum: Kim Türk'ü Kürde, Kürdü Türk'e, Türk'ü Arap'a, Arap'ı Türk'e düşman kılmak istiyorsa İsrail’in arz-ı mevuduna hizmet ediyor demektir. Bölge halklarının birbirine düşman kılınması İsrail’e köle edilmelerinin ilk aşamasıdır."
“SÖMÜRGECİLER DEĞİL, BİZ SAHİP ÇIKACAĞIZ”
Davutoğlu, konuşmasının sonunda, “Bu topraklar Hans’ın değil, Ahmet’in, Ayşe’nin, Arîn’in toprağıdır. PKK’sız bir Türkiye, PKK’sız bir Irak ve Suriye mümkün. Biz buna inanıyoruz ve bunun için çalışıyoruz” dedi. Konuşmasında hem muhalefet liderlerine hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’ye mektuplar gönderdiğini, yüz yüze görüşme teklifinde bulunduğunu da açıkladı.
Davutoğlu, konuşmasını şu şekilde bitirdi:
"Bölgedeki gözlemlerimi paylaşmak üzere başta ana muhalefet lideri Özgür Özel olmak üzere muhalefet partilerin genel başkanları ile paylaşmak üzere bir görüşme takvimi oluşturdum. Ayrıca bu sürecin doğrudan sorumlusu olan Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli’ye de gözlemlerimi ve tavsiyelerimi içeren kapsamlı mektuplar göndereceğim. Yüz yüze görüşmek isterlerse buna icabet etmeyi de bir devlet görevi olarak görürüm. Bu ateş çemberinde kimsenin küçük hesap yapmaya hakkı yoktur.
Bu bağlamda uygulanması gerektiğini düşündüğüm yol haritasını da madde madde kamuoyumuzla paylaşmakta fayda mülahaza ediyorum:
1.PKK’nın silahsızlanma süreci bir an önce başlamalıdır. Türk, Irak ve IKBY askeri ve istihbarat yetkililerinden oluşan üçlü bir komisyonun huzurunda yapılacak bir silah bırakma töreni ve devamında takvime bağlanacak mutlak bir silahsızlanma olmaksızın sürecin işleyeceğinden emin olamayız. 2013 Martında ilan edildiği şekilde PKK’nın Türkiye’yi silahları ile birlikte terketmesi gereken Haziran öncesinde yaşananların (Gezi olayları, DAEŞ’in Amerikan hapishanelerinin boşaltılması sonucu İŞİD’in ortaya çıkması ve Temmuz başında Mısır darbesi) süreci nasıl olumsuz etkilediği unutulmamalıdır. Bu silahsızlanmanın başta İsrail olmak üzere bu süreci provoke etmek isteyecek güçlerin harekete geçmesine fırsat vermeden derhal yapılması elzemdir. Bu hususu Kuzey Irak’ta görüştüğüm bütün muhataplarıma da en açık şekilde dile getirdim.
2.PKK’nın insan unsurunun dağıtılması şüphe bırakmayacak bir netlikte gerçekleştirilmelidir. Türkiye’de herhangi bir suça karışmamış alt kadroladın rehabilitasyonu ve üst kadroların Türkiye’nin denetimine açık bir mekanda bulundurulmaları sağlanmalıdır.
3.PKK’nın lojistik ve finansal ağları dağıtılmalıdır.
4.Silahsızlanma, insan kaynağının ve lojistik/finansal ağın dağıtılması süreçlerinde Irak’taki aktörlere (Merkezi Hükümet, IKBY, KDP, KYB, ITC) düşecek görevler netleştirilmeli ve muhataplara iletilmelidir. Konuştuğumuz muhatapların hemen hemen tamamı yol haritasını ve kendilerine bu yol haritasında düşecek rolü merak etmektedirler.
5.Ziyaretim esnasında muhataplarımızın bana ilettikleri en yoğun sorular Suriye Kürtlerinin geleceği ile ilgili olmuştur. Suriye’deki silahlı bütün milislerin dağıtılması ve merkezi ordunun hiyerarşik düzeninin sağlanması yanında Suriye Kürtlerinin sisteme tam anlamıyla eşit vatandaşlar olarak entegre edilmesi silahsızlanma ile birlikte sürecin en kritik eşiğini oluşturmaktadır. Türkiye’nin himayesinde Suriye’deki sürecin Kürtlerin haklarını da koruyacak şekilde sağlıklı bir şekilde işletilmesi Irak’taki grupların sürece katkısını artıracaktır.
6.Süreçle ilgili genelde Irak’a özelde Kuzey Irak’taki gruplara dönük kapsamlı bir kamu diplomasisi atağı başlatılmalı ve bu çerçevede Kürtçe, Arapça ve Türkmence anlık mesajlar iletecek özel bir birim oluşturulmalıdır. Bu kamu diplomasisinde sorunun sadece Türkiye ile alakalı olmadığını ortaya koymak için “Terörsüz Türkiye” yanında “Terörsüz Bölge” kavramı da öne çıkarılmalıdır.
7.Bağdat Büyükelçiliğimiz, Musul ve Erbil Başkonsolosluklarımız ve MİT Başkanlığımız yetkilileri taraflarla teması etkin bir şekilde yürütmekle birlikte bölgeye daha fazla siyasi kimlikli şahsiyetlerin giderek bu kamu diplomasisine destek vermesi önemlidir.
Ayrıca, Irak ziyaretim öncesinde yine bu kürsüden ifade ettiğim gibi ülke içinde de iki temel hususta gereken adınlar atılmalıdır. Birincisi Sayın Bahçeli’nin biz Irak’ta iken teklif ettiği TBMM’de kurulacak komisyonun derhal oluşturulmasıdır. Bu konuyu dün Sayın Özgür Özel ile de ele aldık. Bu komisyonun kompozisyonu, çalışma yöntemi ve yetkilendirilmesi konusunda farklı teklifle de değerlendirilmeli; ancak gecikilmemelidir. TBMM Başkanı Sayın Kurtulmuş’u bu konuda harekete geçmeye çağırıyorum.
İkincisi ise bütün süreci demokratik hukuk devleti nosyonu ile buluşturacak kapsamlı bir demokratikleşme reformunun ortak bir mutabakat ile hayata geçirilmesidir. Terör unsurları için bir uzlaşı zemini hazırlanırken siyasi liderlerin, düşünce suçlularının, gazetecilerin, KHK mahkumlarının cezaevlerini doldurmaları bu sürecin özüyle bağdaşmaz.
Biz bu büyük idealler ve ilkelerle tarih içinde akmaya çalışırken, hala küçük siyasi hesaplar içindeki piyon siyasetçiler küçük hesaplarla şahsiyetlerini satarak ceplerini doldurmaya, siyasi ikballerini teminat altına almaya çalışıyorlar!
Biz onlara değil, ufka bakacağız!
Çıkarlar onların olsun ufuk bizimdir!
Makamlar onların olsun, gönül coğrafyamızdaki yürekler bizimdir!
Yeşil dolarlar onların olsun, mazlum halkların duaları bizimdir!"
