‘Birinci Milli Birlik Komitesi’ kitabı okurla buluşan tarihçi Cemil Koçak: 27 Mayıs’ın zihniyet haritasını çıkardım

‘Birinci Milli Birlik Komitesi’ kitabı okurla buluşan tarihçi Cemil Koçak: 27 Mayıs’ın zihniyet haritasını çıkardım

‘Birinci Milli Birlik Komitesi’ kitabında 1960 darbesinin perde arkasını inceleyen tarihçi Cemil Koçak: “Tutanaklardan hereketle 27 Mayısı yazmak, ‘Hangi 27 Mayıs?’ sorusuna yanıt vermemi kolaylaştırdı. Ana tezlerimden biri de, 27 Mayısçılar’ın ve darbeyi destekleyenlerin gönüllerinden geçen ‘gerçek 27 Mayıs’ın hayli farklı olduğuydu ki, bu Komite’nin iç tartışmalarında açığa çıkıyor. Ayrıntılara indikçe; 27 Mayıs’ın çok farklı siyasal zihniyet haritasını çıkarmama çok yardımcı oldu. ”

MEHMET ÇAPKAN

27 Mayıs 1960 darbesi, yıllarca ‘ordu içindeki birlik’ ve ‘halk için yapılmış bir müdahale’ olarak sunuldu. Tarihçi Cemil Koçak, Timaş Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Birinci Millî Birlik Komitesi’ ile bu anlatının altını dikkatle oyuyor. İlk kez yayımlanan belgelerle, darbecilerin yalnızca siyaseti değil, birbirlerini de bertaraf etmeye çalıştığı, MBK içinde hiziplerin ve güvensizliğin kol gezdiği, basının sansür değil yönlendirme aracı olarak kullanıldığı bir rejimi gözler önüne seriyor. Cemil Koçak’la sadece bir darbenin içini değil, Türkiye’nin uzun yıllar kurtulamadığı vesayet ruhunun kökenini KARAR okurları için konuştuk.

Milli Birlik Komitesi (MBK) Genel Kurul Toplantı Zabıtları’nın siz yazana kadar 27 Mayıs ve MBK üzerine yazılan hiçbir kitapta yer almamasını nasıl okuyorsunuz?

Bunu fark ettiğimde sadece şaşırdım. Çünkü, çok uzun yıllar önce bu tutanakların takım olarak TBMM kütüphanesinde bulunduğunu öğrenmiş ve kütüphane müdürü Sayın Ali Rıza Cihan sayesinde fotokopisini temin etmiştim. Ama artık zaten Meclis web sitesinde hepsi var. Sanırım sorunuzun yanıtı basit: Araştırma ruhunun ve gayretinin eksik olması, araştırmacı ile yazar kavramlarının birbirine denk düşmemesi… Bunun sonucunda da; konu hakkında yazılan kitapların büyük bölüm, birbirini tekrar etmekten öteye geçemiyor maalesef…

Bu tutanakları okuduğunuzda 27 Mayıs’a dair yeni bir şey gördünüz mü? Bilgileriniz, yorumlarınız teyit mi edildi bir de sizi bu kitapta en çok sarsan, “bu da mı olmuş” dedirten şey neydi?

Tutanaklardan hereketle 27 Mayısı yazmak, “Hangi 27 Mayıs?” sorusuna yanıt vermemi kolaylaştırdı. Çünkü, ana tezlerimden biri de, 27 Mayısçılar’ın ve darbeyi destekleyenlerin gönüllerinden geçen ‘gerçek 27 Mayıs’ın hayli farklı olduğuydı ki, bu Komite’nin iç tartışmalarında açığa çıkıyor. Ayrıntılara indikçe; 27 Mayıs’ın çok farklı siyasal zihniyet haritasını çıkarmama çok yardımcı oldu. Nihayetinde 1960 yılında ‘asker-sivil aydınlar’ın zihniyet dünyasını yakından tanıma fırsatı doğdu. Neredeyse beklentilerimi ya da varsayımlarımı doğrulayan pek çok örnek olayla karşılaştım. “Bu da mı olmuş?” sorusuna da bir örnek vermekle yetineyim: Kadın subaylara yönelik hayli dışlayıcı, küçümseyici ve aşağılayıcı değerlendirmeleri okumak, 27 Mayıs’ın “Atatürkçülük ideali”ni ne ölçüde içselleştirebildiği yönünde ciddi bir sorgulama gerektiriyor!

İHTİLALCİLER VE INKILAPÇILAR ARASINDA KIYASIYA BİR REKABET VE İKTİDAR MÜCADELESİ

Kitap boyunca sürekli darbe sonrası kendi içini yiyen bir yapı görüyoruz. Subaylar birbirini fişliyor, tasfiye ediyor, açık arıyor. Tutanaklar 27 Mayıs’ın arka planı ve 27 Mayısçıların düşünce dünyaları için ne söylüyor?

Zaten kitabın adı bile -MBK değil- Birinci MBK… Yani ikincisi de var! Onu da hâlen yazıyorum. Düşünün ki, ilk Komite’nin ömrü altı ay kadar… Yani sadece altı ay içinde Komite ayrışıyor, parçalanıyor ve bir grup diğerini tasfiye ediyor. 38 kişilik Komite, bırakın ülke çapında “milli birlik” sağlamayı, kendi içinde dahi birlik sağlamaktan aciz kalıyor. Bunun nedenlerini bütün ayrıntılarıyla belirtmeye çalıştım. Daha 27 Mayıs’ın ilk günlerinde İsmet Paşa’nın damadı, ünlü gazeteci ve Akis dergisinin sahibi ve yazarı olan Metin Toker’in ifadesiyle; 27 Mayısçılar iki grup hâlinde, “inkılâpçılar” ve “ihtilâlciler” olarak tanımlanmıştı. Yani, iktidarı sivil idareye -ama siz bunu CHP’ye ve İsmet Paşa’ya diye okumalısınız- bırakmak gereği duyanlar, “ihtilâlciler” olarak tanımlanırken; bundan böyle idarenin siyasetçilere ya da siyasi partilere değil de; ordunun önderliğinde “asker-sivil aydınlar”a geçmesi gerektiğini düşünen “inkılâpçılar” arasında kıyasıya rekabet ve iktidar mücadelesi, 13 Kasım 1960 sabahı tasfiye ile sonuçlandı.

Sonra ne oldu?

“İnkılâpçılar”, zaten yakın geçmişteki geleneğe uyularak, sadece ordudan tasfiye edilmekle kalmadılar, yurt dışına sürgüne -ama devletin memuru olarak- gönderildiler! Bu derin fark, iktidarda kalanların da, iktidardan uzaklaştırılanların da, kendi aralarında bütün oluşturduklarına işaret etmiyor ama… Hiçbir grup homojen değil aslında… Her aşamada farklılıklar ve ayrışmalar öne çıkıyor. Bütün bunların öyküsü, 27 Mayısçılar’ın ortak noktasının yalnızca DP iktidarına ve Başbakan Adnan Menderes’e karşı olduğunu açıklığa kavuşturuyor. 26 Mayıs gece yarısındaki bu ortaklığın, 27 Mayıs’ın erken saatlerinden itibaren sona erdiği çok açık… Kısacası; iktidar karşıtlığı, 27 Mayısçılar’ın siyasal hedefte bütünleşmesini sağlamakta yetersiz kalıyor. Açıkçası, kavganın temelinde de, zaten herkesin ya da her grubun kendine göre bir 27 Mayıs tasavvuru olması yatıyor.

Belgeler, birçok kararın anlık öfke, panik ya da kişisel hesaplarla alındığını gösteriyor. 27 Mayıs, darbecilerin bile tam anlamadığı bir gücü ele geçirme meselesi miydi?

Unutulmasın ki, 27 Mayıs, ilk darbe olarak siyasal tecrübeden tamamen yoksundu. İktidarın ne denli karmaşık bir iş olduğunu muhtemelen daha ilk saatlerde öğrenmeye başladılar. Öncelikle iktidarın kimin elinde olduğunu açıklığa kavuşturmak gerekiyordu. 27 Mayıs darbesini hazırlayan isimlerle Komite’de yer alan isimlerin tam çakışmaması da, zaten iktidar kavgasını ateşleyen önemli bir unsurdu. Karşılıklı şüpheler, güvensizlikler, maziden gelen kişisel sürtüşmeler, iktidarda kalabilmenin hesapları, geleceğe dönük siyasal beklentiler; bunların hepsi birlikte, DP iktidarında beğenmedikleri pek çok şeyin başlarına gelmesine neden oldu! Meselâ, DP iktidarının birkaç öğretim üyesini kısa sürelerle bakanlık emrine alması, zamanında üniversite özerkliğine bir darbe olarak görülürken; 27 Mayıs’ta 147 öğretim üyesinin -üstelik aralarında 27 Mayısı destekleyen isimler de varken- tasfiyeye uğramasıdır! Bu gerçekten de trajikomik bir gelişme oldu. Ama dahası; muhaliflerin de, şiddetle karşı çıktıkları iktidarı fersah fersah geçebileceklerini gösterdi!

‘ASKER-SİVİL AYDIN ZÜMRE’ İDARESİNDEKİ TÜRKİYE ÖZLEMİ İŞİN İRONİK TARAFI

Hâlâ bazı kesimlerce ‘aydınların darbesi’ ya da ‘ilerici bir müdahale’ olarak sahiplenilen 27 Mayıs darbesi sonrası oluşturulan “resmî tarih” anlatısının, bugünün Türkiye’sinin siyasi atmosferine nasıl etkileri oldu?

Evet; 27 Mayıs, sadece 27 Mayıs dönemiyle sınırlı kalmadı elbette; belki de vurgulanması gereken önemli hususlardan biri de budur ki, bunu kitabımda öne çıkarmaya gayret ettim. 27 Mayıs’ın siyasal dünyası, tasavvuru, özlemleri, hepsi birden sonraki galiba yarım yüzyıla damgasını vurdu. “Asker-sivil aydın zümre” idaresinde bir Türkiye özlemi, belki de işin ironik tarafı, birbirinden çok farklı ve hatta zıt siyasal görüşlerin ana omurgasını oluşturdu. Böylece 27 Mayıs “rüyası”, toplumun üzerinde derin izler bıraktı. Bu da, özgür ve serbest siyaset üzerinde “vesayet”çi bir anlayışı hâkim kıldı. 1960 sonrasının öyküsünü yazarken; 27 Mayıs’ın ülkenin siyasal geleceğini de ipotek altına aldığını görmezden gelemeyiz.

DAHA GİDİLECEK ÇOK UZUN BİR YOLUMUZ VAR

Peki kitabınızda ilk kez ortaya koyduğunuz belgeler ve bilgiler ışığında, Türkiye’yi darbe geçmişiyle yüzleşme sürecinde nerede görüyorsunuz?

Mübalağa etmek istemem; fakat “27 Mayıs ruhu”nu hâlâ sürdürenlerin olduğu çok açık… Toplumun hiç de küçümsenemeyecek bir kısmının, “ilerici” ve “Atatürkçü” bir idareyi serbest siyasete tercih edeceğini gözlemek mümkün... Bu bakımdan hayli mesafe alınmış olmasına karşılık, gidilecek uzun yolların olduğunu da saptamamız gerekir. Umarım karamsarlık etmiyorumdur!

Türkiye’de yakın tarih neredeyse her dönemde yeniden yazılıyor. Bu kitabınız için 27 Mayıs resmi anlatılarına karşı bir düzeltme diyebilir miyiz?

Kitabımda da belirttiğim gibi; 27 Mayıs’ın “resmî tarihi” yok aslında; ama “resmî tarihleri” var. 27 Mayısçılar, daha ilk günden itibaren DP iktidarının ve kendilerinin “resmî tarih”ini yazmaya başladılar ve bu çok uzun yıllar aldı. Ancak, 27 Mayısçılar’ın kendi içindeki parçalanmaları da, bu “resmî tarih” anlatısının çeşitlenmesine ve anlatının farklılığına neden oldu. Ben de bu kitapla 27 Mayıs’ın “merkez”ine bir yolculuğa çıkıyorum!

YORUMLAR (3)
3 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN