Semih Öztürk’ün üçüncü hikâye kitabı ‘Kırık Rahvan’ İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kitap altı hikâyeyi içeriyor. Aslında birbirine eklemlenen yekpare bir hikâye de diyebiliriz. Bu her hikâyecinin rahatlıkla kotarabileceği bir şey değil. Öztürk’ün bir gergef işler gibi kurguyu işlediğini, taşları yerli yerine ustaca oturttuğunu göreceksiniz. Kitabı okurken İhsan Oktay Anar’ın ‘Puslu Kıtalar Atlası’nı okuduğum hissine de kapıldım. ‘Kırık Rahvan’da Büyülü Gerçekçilik’in izlerini bulacaksınız.
ŞABAN ÖZDEMİR
Bu ülkenin mayasında şiir kadar hikâyenin de olduğuna inananlardanım. Daha halk hikâyelerinden başlayarak Mesnevi’ye uzanan bir çizgide yazıda, sözde köklü bir hikâye geçmişimiz var. Bu geçmiş hikâyeciliğimizin sağlam temeller üzerinde ilerlemesine de olanak sağlıyor. Sayamayacağımız kadar çok hikâyecimiz, kütüphaneler dolduracak hikâye külliyatımız mevcut. Belki biraz iddialı olacak ama hikâyeciliğimizin romancılığımızdan daha kuvvetli olduğunu düşünenlerdenim.
Hikâye külliyatımıza son zamanlarda katılanlardan biri de Semih Öztürk’ün ‘Kırık Rahvan’ adlı kitabı. İletişim Yayınları tarafından yayımlanan kitap, Öztürk’ün üçüncü hikâye kitabı. ‘Kırık Rahvan’, altı hikâyeyi içeriyor. Aslında birbirine eklemlenen yekpare bir hikâye de diyebiliriz. Hikâyeleri birbirine eklemlemek, her hikâyecinin rahatlıkla kotarabileceği bir şey değil. Her şeyden önce okuyucunun da dikkatli olmasını gerektiren bir teknik. Öztürk, bunu rahatlıkla ve çok başarılı bir şekilde gerçekleştiriyor. Okuyucuya dikkatli ol mesajını veriyor aynı zamanda. Öztürk’ün hikâyelerini okuduğunuzda “Bu hikâye niye burada, bu şekilde bitti şimdi?” diyebilirsiniz. Sabırlı olmalısınız, diğer hikâyeleri okuduğunuzda hiçbir şeyin havada kalmadığını, Öztürk’ün bir gergef işler gibi kurguyu işlediğini, taşları yerli yerine ustaca oturttuğunu göreceksiniz. Bunun için de okuyucunun odağını dağıtmadan hikâyeleri takip etmesi gerekli. İlk hikâyede anlatılan bir olay ya da kişi son hikâyede karşınıza ustaca kurgulanmış bir bağlamla çıkabilir. Kahramanların psikolojilerini deşme, gereksiz betimlemelerle metni sakız gibi uzatma, olmadık mecazlar kullanarak suni bir edebiyat yapma ve uzun cümlelerle okuyucuyu yorma gibi bir tutumu yok Öztürk’ün… Pırıl pırıl bir Türkçe ile yazıyor. Olayın içine çekiyor okuyucuyu. Büyük bir muamma çözer gibi okunuyor hikâyeleri. Karakter yaratmada tam bir usta Öztürk. Kitabı okuduğunuzda bunu rahatlıkla göreceksiniz. Metanet ve Bastika gibi karakterler öyle canlı, öyle iyi kurgulanmışlar ki hayran olmamak elde değil.
Demem o ki Semih Öztürk’ü ıskalamayın. Bence şimdiden Türk edebiyatında muhkem bir yer buldu kendine. Yazdıkça da yerini pekiştireceği şüphesiz.
OLAYLAR YİRMİNCİ YÜZYILIN BAŞLARINDA GEÇİYOR
‘Kırık Rahvan’ı okurken İhsan Oktay Anar’ın ‘Puslu Kıtalar Atlası’nı okuduğum hissine de kapıldım. ‘Kırık Rahvan’da Büyülü Gerçekçilik’in izlerini bulacaksınız. Hikâyelerde zaman unsuruna çok vurgu yapılmıyor. Büyülü Gerçekçilik’in en önemli özelliklerinden biri de zamanı muğlaklaştırmasıdır. Öztürk, hikâyelerinde zamana çok dokunmuyor. Baha Tevfik’in Felsefe-i Ferd’ini okuyan bir kahramandan yola çıkarak hikâyelerin 20. yüzyıl başlarında geçtiğini çıkarabiliriz.