Doğu ile Batı’nın farklılıklarını anlatan bir ağıt

Doğu ile Batı’nın farklılıklarını anlatan bir ağıt

Japon yazar Cuniçiro Tanizaki’nin İthaki Yayınları’ndan çıkan ‘Gölgeye Övgü’ kitabı son on yılda okuduğum en iyi iki denemeden biri. Tanizaki, ‘muhâfazakâr’ bilinmesine karşın, o kadar ‘modern’ bir yazar ki, insanı şaşkına çeviriyor. Ancak, dünyaca meşhur Japon mimar Kengo Kuma’nın deneme hakkındaki ‘mimarî bir söylev’ yorumuna pek katılmıyorum. Çünkü, ‘Gölgeye Övgü’, geleneksel Japon mimarisine minnettarlığın ötesinde, Doğu ile Batı arasındaki farkları anlaşılır kılan bir ağıt...

TANER AY

JAPONLARIN İÇİNDE GÖLGE BARINDIRAN BEYAZLIĞI

Batılıların beyazlık algısıyla Japonların beyazlık algısının biraz farklı olduğunu, çünkü bir Japon ne kadar beyaz tenli olursa olsun, teninin beyazlığının içinde bir miktar gölge barındırdığını söyleyen Tanizaki, iki beyazlık arasındaki işlevsellikleri de kâğıdın beyazlığıyla açıklıyor. Ona göre, Batılıların kullandığı beyaz kâğıdın dokusu bile ışığı dışarıya yansıtırken, Japonların kullandığı beyaz kâğıdın dokusuysa ışığı usulca içine sızdırıp hafif bir ‘gölge’ yaratıyormuş. Yapılar için de benzeri şeyleri söylüyor. Batılılar mimaride fazla ışık alan evleri severken, geleneksel Japon mimarisi Batılılarınkinin aksine loş ışık esâsı üzerine inşâ edilmiş. Bunu ‘gölgeye övgü’nün bir tür ifâdesi sayıyor. Kitabın 24’üncü ve 56’ncı sayfaları Yasujiro Ozu’nun filmlerindeki mimarî ayrıntıları aklıma getirince, Tanizaki’nin ne kadar haklı olduğu kanısına vardım. Altın renginiyse bugüne kadar hiç Tanizaki gibi düşünmemiştim. İşin doğrusu, altın renginin ‘hüzünlü güzelliği’nden habersiz yaşamışım. Tanizaki’nin yazdığına göre, sadece Japonlar gibi loş evlerde yaşayanlar, altın renginden efsunlanıyorlarmış. Nedeni de, bu rengin loş evlere giren ışığı yansıtarak her köşeye yayan bir ‘ayna’ görevi yapmasıymış. Yani, altın rengi, tıpkı Japon kâğıdının dokusundaki beyazlık gibi ışığı içeride dağıtıyormuş.

12kr02-man.jpg

Yazar sabahları Ali Aktan ile Kozyatağı’ndan Göztepe’ye yürüyüşe çıktığımızda, Amerikan, İtalyan ve Japon edebiyatlarından sohbet ediyoruz. Geçtiğimiz hafta içinde de yazar ve editör dostum Göktürk Ömer Çakır ile Taksim’den Tünel’e inerken iki lâfın belini Yukio Mişima ile kırıvermiştik. Bazılarına tuhaf gelebilir ama, Amerikalılardan ‘serüvenci’, İtalyanlardan ‘solcu’, Japonlardansa ‘muhâfazakâr’ romancıları okumayı pek severim.

Japon Edebiyatı’na tutkum, ’71 ile ’73 arasında, Yasunari Kawabata’nın ‘Karlar Ülkesi’ (Altın Kitaplar, 1968), ‘Kiraz Çiçekleri’ (Altın Kitaplar, 1969) ve ‘Uykuda Sevilen Kızlar’ (Varlık Yayınları, 1971) romanlarıyla başladı. Ardından, ’73 ile ’76 arasında Yukio Mişima’yı keşfettim. ‘Bir Maskenin İtirafları’ (Cem Yayınları, 1966), ‘Dalgaların Sesi’ (Hürriyet Yayınları, 1972) ve ‘Denizini Yitiren Denizci’ (Sander Yayınları, 1973) Mişima’dan okuduğum ilk romanlardı. Kawabata gibi kolaylıkla tanımlanamayacak bu sarsıcı yazarı, üniversite yıllarımda, ‘Stalinist’ zihniyetin çöp romanlarını edebiyat sanan birkaç arkadaşa da önermiştim. Ama, belleğim beni yanıltmıyorsa, Ahmet Zeki Pamuk’un dışında hiçbiri ilgilenmemişti. Aslında, Mişima’dan hemen önce, Cuniçiro Tanizaki isimli bir Japon yazarın ‘Ve Konyakla Başladı Herşey’ (Kervan Yayınları, 1972) isimli romanını da okumuştum. O kitabın ilanını Tercüman veya Günaydın gazetesinde görüp epey aramama karşın, Suadiye’deki kitapçılarda bulamadığımı anımsıyorum. Birkaç ay sonraysa, okul çıkışı Efes Sineması’na gittiğimde, eski Anarad Hığutyun Rahibeleri Okulu’na çıkan merdivenlerin başında sayfa kenarları mor mürekkepli iade çizgi romanları satan adamda tesadüfen görüp almıştım.

Kervan Yayınları dilimizdeki ilk Cuniçiro Tanizaki’yi 1972 yılında yayımlamasına karşın, onun büyük romanlarını ‘Ve Konyakla Başladı Herşey’den ancak uzun yıllar sonra Can Yayınları’ndan ve Jaguar Kitap’tan okuyabildik. Onların peşinden İthaki Yayınları da geçtiğimiz günlerde ‘Japon Klasikleri’ dizisinden iki Cuniçiro Tanizaki çıkardı. Tanizaki’nin ‘Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın’ını 2017 sonunda Jaguar Kitap baskısından okumuştum. Aynı yayınevi 2019 yılında Didem Kizen’in çevirisiyle Tanizaki’nin ‘Gölgeye Övgü’ başlıklı uzun denemesini de yayımlamıştı. Onu vaktiyle ıskaladığımdan, bu defa Burcu Erol çevirisinden İthaki Yayınları’nın ‘Gölgeye Övgü’sünü kaçırmadım.

Tanizaki’nin ‘Gölgeye Övgü’sünün son on yıl içinde okuduğum en iyi iki deneme kitabından biri olduğunu söyleyebilirim. Diğeri de Leonardo Sciascia’nın ‘Aldo Moro Vakası’dır (Yapı Kredi Yayınları, 2016). Tanizaki, ‘muhâfazakâr’ bilinmesine karşın, o kadar ‘modern’ bir yazar ki, insanı şaşkına çeviriyor. Kengo Kuma da aynı kanıda. Ancak, Kuma’nın deneme hakkındaki ‘mimarî bir söylev’ yorumuna pek katılmıyorum. Çünkü, ‘Gölgeye Övgü’, geleneksel Japon mimarisine minnettarlığın ötesinde, Doğu ile Batı arasındaki farkları anlaşılır kılan bir ağıttır.

Sanırım ’89 yılıydı, arkadaşlarla birlikte Nagisa Oshima’nın 1976 yapımı ‘Duygu İmparatorluğu’ filmini seyretmiş ve onlara filmin erotik sahnelerini fazlasıyla Batılı bulduğumu söylemiştim. Bildiğimden değildi ama, nedense geleneksel Japon kadınının erotizmi filmdeki gibi ‘aydınlıkta’ yaşamayacakları hissindeydim ve Eiko Matsuda’nın cinselliğinin loş ışıkta daha etkili olabileceğini düşünmüştüm. Örneğin, 1972 yapımı ‘Paris’te Son Tango’filmindeki gibi katmerli portakal nergisi rengindeki bir loş ışık mükemmel olabilirdi. Ancak ‘Gölgeye Övgü’ denemesinin XIV’üncü bölümüyle o hissim otuz üç yıl sonra hakikata dönüştü. Sanırım erotizme de tıpkı Tanizaki’de olduğu gibi ‘ışıkla gölgenin kurguladığı bir uhrevîlik’ olarak bakmak en doğru yöntem olacaktır...

JAPONLARIN İÇİNDE GÖLGE BARINDIRAN BEYAZLIĞI

Batılıların beyazlık algısıyla Japonların beyazlık algısının biraz farklı olduğunu, çünkü bir Japon ne kadar beyaz tenli olursa olsun, teninin beyazlığının içinde bir miktar gölge barındırdığını söyleyen Tanizaki, iki beyazlık arasındaki işlevsellikleri de kâğıdın beyazlığıyla açıklıyor. Ona göre, Batılıların kullandığı beyaz kâğıdın dokusu bile ışığı dışarıya yansıtırken, Japonların kullandığı beyaz kâğıdın dokusuysa ışığı usulca içine sızdırıp hafif bir ‘gölge’ yaratıyormuş. Yapılar için de benzeri şeyleri söylüyor. Batılılar mimaride fazla ışık alan evleri severken, geleneksel Japon mimarisi Batılılarınkinin aksine loş ışık esâsı üzerine inşâ edilmiş. Bunu ‘gölgeye övgü’nün bir tür ifâdesi sayıyor. Kitabın 24’üncü ve 56’ncı sayfaları Yasujiro Ozu’nun filmlerindeki mimarî ayrıntıları aklıma getirince, Tanizaki’nin ne kadar haklı olduğu kanısına vardım. Altın renginiyse bugüne kadar hiç Tanizaki gibi düşünmemiştim. İşin doğrusu, altın renginin ‘hüzünlü güzelliği’nden habersiz yaşamışım. Tanizaki’nin yazdığına göre, sadece Japonlar gibi loş evlerde yaşayanlar, altın renginden efsunlanıyorlarmış. Nedeni de, bu rengin loş evlere giren ışığı yansıtarak her köşeye yayan bir ‘ayna’ görevi yapmasıymış. Yani, altın rengi, tıpkı Japon kâğıdının dokusundaki beyazlık gibi ışığı içeride dağıtıyormuş.

12kr02-man1.jpg
Fotoğraf sanatçısı Matthieu Zellweger, Tanizaki'nin ‘Gölgeye Övgü’ kitabından ilhamla çektiği bu fotoğrafta, Japonya’daki estetiğin sırrının görünenin ardındaki gölgelerde olduğuna dikkat çekiyor.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN