BALDIZ: İÇERDİĞİ MESAJLARLA KADINLARIN FİLMİ
Film açıkça kadınların filmi. Hem kadrosu bakımından hem de içerdiği mesajlarla... Ana kahramanımız Fatoş. Ki sinemaya parlak bir dönüş yapan Oya Başar tam anlamıyla kusursuz bir karakter yaratıyor.

Atilla Dorsay
Bİ UMUT (Gökhan Ari): Filmin yapımcıları (ki aralarında kendisini sinemaya adamış Arzu Mildan da var) bizlere tam anlamıyla bir Anadolu hikâyesi sunuyorlar. Onlara göre, bu tümüyle gerçek ve yaşanmış bir hikâyedir. Son derece farklı, özgün ve baştan çıkarıcı bir film...
ELMASLAR (Ferzan Özpetek): Film 1970’lerde bir filmin çevrilmesi etrafında geçiyor. 18 kadının yer aldığı, çok geniş bir ekranda ve son derece oynak bir kamerayla çekilmiş olması filme özellikle ilk yarıda çok hareket veriyor. Ben müziği ve arada kullanılan İtalyanca şarkıları da çok sevdim.
MUCİZE AYNALAR (Tolga Örnek): Kendine özgü bir Türk filmi. Hatta en kendine özgü filmlerimizden biri denebilir: özellikle komedi -ya da, belki daha doğrusu, absürd komedi- denen alanda... Öyle olması da doğal; çünkü sonuç olarak bu film sadece bizim için değil; dünya çapında bir komedi dehası olan bir isimden uyarlanmış: Aziz Nesin!..
TUR REHBERİ (Hakan Algül): Tur Rehberi, perdedeki insanı mutlu kılan şen-şakrak bir komedi olmuş. Yönetmen Hakan Algül’ün sinemada hayli çalışması var. Ama sanırım bu film onun kariyerinde zirveye oturur.

ERKEN KIŞ: AYRIKSI VE İMKANSIZ BİR AŞK HİKAYESİ:
Her geçen yıl, bırakın ilk onu, ilk beşi bulmak bile gittikçe zorlaşıyor. Temel sorunlardan uzak oldukça kişisel öyküler, yalnızca festivallerin düzeyini düşürüp onları önemsiz ve de sıkıcı bırakmakla kalmıyor, giderek sinema ortamımızın bol ödüllü bir hiçliğin içinde kaybolmasına da yardımcı oluyor. Bol ödüllü sinema festivalleri, dergisiz, kitapsız, salonsuz ve de filmsiz, giderek yalnızlaşan bir sinema ortamı. Yaman bir çelişki… Yarınlara kalacak koskocaman bir hiçlik… İrili ufaklı festival sayısının, düzeyli yerli film sayısını katladığı bir süreçten geçiyoruz… Bu yıl mıi? Geçen yılki gibi… Ne eksiği var ne de fazlası... İzleyebildiklerim kadarıyla sırasız:

Burçak Evren
ERKEN KIŞ (Özcan Alper): Ayrıksı bir ‘imkansız bir aşk hikayesi’ ya da sıradanlığın görünür olup da anlatılmaz güzel yanı.

TAVŞAN İMPARATORLUĞU (Seyfettin Tokmak): Doğa çocuk ilişkisinin toplamından daha çok bir şeyler anlatmaya yönelik içten bir çalışma.

O DA BİR ŞEY Mİ (Pelin Esmer): İç içe geçmiş yaşamlar.. Ya da zaman tozunun altındakiler...
GÜNDÜZ APOLLON, GECE ATHENA (Emine Yıldırım): Mitolojinin gölgesinde politik bir yüzleşme...
ATLET (Semih Gülen, Mustafa Emin Büyükcoşkun): Sporun arka sokaklarında dolaşan bir çalışma. Ya da halterin altındaki bir başka ağırlık.

SAHİBİNDEN RAHMET: SİNEMATOGRAFİK AÇIDAN DERLİ TOPLU İŞLER:
Sinemamızın yeni sinemacıları kuvvetli kurgu ve senaryolarıyla gelecek adına heyecan veriyorlar... Sahibinden Rahmet, Ölü Mevsim, Fidan ve Gülizar adlı yapımlar yönetmenlerinin ilk filmleri olarak değerlendirildiğinde sinematografik açıdan oldukça derli toplu işlerdi. Genç ve profesyonel oyuncuların performanslarıyla öne çıkan bu filmler festivallerden de ödüllerle dönmeyi başardı. Seyfettin Tokmak’ın Kırık Midyeler adlı ilk uzun metrajından on iki yıl sonra çektiği Tavşan İmparatorluğu yarattığı başarılı atmosferle övgüyü hak ediyor. İnsan ve insanlığın derinliklerine sabırla eğilen ve derinliklere sıkışan hallerimizi buralardaki sorunlarımızı seyirlik kılan etkili anlatımlar...

Deniz Yavuz
SAHİBİNDEN RAHMET (Emre Sert, Gözde Yetişkin)
TAVŞAN İMPARATORLUĞU (Seyfettin Tokmak)
GÜLİZAR (Belkıs Bayrak)
FİDAN (Ayçıl Yeltan)
ÖLÜ MEVSİM (Doğuş Algün)

ALGORİTMAYA BİAT ET: POSTMODERN, YENİLİKÇİ VE ENTELEKTÜEL
ALGORİTMA’YA BİAT ET: Türkiye’nin Guy Maddin’i olarak anılabilecek Hakkı KurtuTürkiye’nin Guy Maddin’i olarak anılabilecek Hakkı Kurtuluş-Melik Saraçoğlu’nun teknolojik ‘Köprüdeki Kız’ düşü. Youtuber hikayelerine postmodern, yenilikçi ve entelektüel bir yerli ekleme yapıp ezber bozan epizotları ile şaşkına çeviriyor!

Kerem Akça
IDEA: Türkiye’nin Roy Andersson’ı usulü Seconds arayışına çıkıyor. Distopik Scanners eylemini Pirsemoğlu ustalığıyla yapıyor.

ATLET: Semih Gülen’in Sivas’a kardeş gelen asap bozucu bir spor filmi. Pehlivan’ın #metoo döneminden halter ardılı.

ALDIĞIMIZ NEFES: Şeyhmus Altun’dan Türkiye’nin Cennet Günleri olarak anılacak çarpıcı bir ilk film. Görüntü yönetmeni-kurgu-müzik birlikteliğiyle hipnotize ediyor.
NOİR: Ragıp Ergün’ün filmi Türkiye’nin A Ghost Story’si olma hedefiyle yola çıkarken deneysel illüzyonlarıyla sersemletiyor. Teknolojik kayıt üzerine planladığı yasa Haneke usulü melankolik ve çılgın bir yaklaşımda bulunuyor.

KANTO: GÜNÜMÜZ İLİŞKİLERİNE ESASLI BİR BAKIŞ
ALDIĞIMIZ NEFES (Şeyhmus Altun): Benim için bu senin en önemli keşif filmi oldu. Şeyhmus Altun’un filmi iç yangınlarına karışan bir doğal felaketin büyüme çağında olan çocuklar üzerindeki etkisini anlatan, zorlu bir hikaye. Ayakta kalmayan çalışan bir ailede tüm direnciyle var olmaya çalışan Esma’nın hüzün dolu hikayesine muhteşem bir atmosfer sineması eşlik ediyor. Senaryo, kurgu ve görüntü yönetiminde oldukça yetkin bir yapım.
O DA BİR ŞEY Mİ? (Pelin Esmer): Pelin Esmer’in olgunluk dönemine girdiğini göstergesi, oldukça düşünülmüş çok titiz bir çalışma olmuş. Kuşkusuz senenin en iyi yapımlarından ve sanırım herkesin listesine girecek tek film olabilir. İncelikle işlenmiş bir hikaye, tam oturan oyunculuklar… Film içinde film, yan karakter hikayeleriyle tamamen uyumla bağlanan olay örgüsü… Ve kapısı sokağa açılan sinemaları tekrar ve tekrar hatırlatan emeğimizin gölgesi… Rafine bir reji ile karşımızda, daha ne olsun...
KANTO (Ensar Altay): Belgesellerinde tanıdığımız Ensar Altay’ın Kanto filmini ilk Antalya Film Festivalinde izledik. Hikaye günümüz ilişkilerinin topografyasına esas bir bakış atmış. Bir kadının ailesine adanan hayatı, görünmez ve çoğu kez takdir edilmez emeği, değişen nesillerle birlikte yeniden sorgulanan aile olma halleri ama yine de sevgi, emek ve fedakarlığın kazandığı çok yalın, süssüz ve sloganlara bulaşmadan derdini anlatan bir yapım.

Gökşen Aydemir
PERDE (Özkan Çelik): Özkan Çelik’in Adana Film Festivalinde yarışan filmi, sahte orta sınıf ahlakı üzerinden çeşitli çıkarsamalar yapıyor. Birbirine bağımlı ilişkiler, toplumsal normlar, kol kırılır yen içinde kalır mantığı ve bu düzende arkadaşlık mümkün müdür hala gibi konulara ayna tutmaya çalışmış. Filmin yüzde doksanı küçük bir odada geçiyor ama yine de diyaloglar o kadar ilgi çekici ki, seyirciyi boğan sıkan bir hale bürünmüyor.
RAYLARIN ÖTESİNDE (Cenk İzgören): Cenk İzgören’in ikinci uzun metrajı benim için oldukça şaşırtıcı bir yapım oldu. Her sene bağımsız sinemamızda birkaç tane kadın özgürleşmesi hikayesini zevk ve beğeniyle izliyoruz. Ama genellikle bu yapımlar, politik bir noktadan kadın özgürlüğüne yaklaşırken, İzgören filminde daha çok mitolojik imgelerden yarattığı metaforlarla zaten ana tanrıça olduğuna inandığı kadını anlatmış.

