ŞABAN ÖZDEMİR
Mustafa Çiftci, Bozkırda Altmışaltı, Adem’in Kekliği ve Chopin, Ah Mercimeğim kitaplarıyla günümüz Türk öyküsüne damgasını vuran bir yazar. Yazarın Anadolu’daki insanları anlattığı, gün yüzüne çıkmayan hikayeleri ise TRT’de yayınlanan ve büyük ilgiyle takip edilen ‘Gönül Dağı’ dizisinin senaryosuna ilham oldu.
Yazar geçtiğimiz ay İletişim Yayınları tarafından yayınlanan, bozkırın sesini ve nefesini taşıyan ‘Ağlaya Ağlaya Öldük Anam Bacım’ kitabı ile de yeniden okurunun karşısında. Kendine has tarzı ile geniş bir okur kitlesine ulaşan Çiftci ile KARAR okurları için konuştuk.

Yazdığınız hikâyelerde imza olmasa da Mustafa Çiftci’nin yazdığı hemen anlaşılan bir karakteristik var. Diliniz, hikâye dünyanız, mevzularınız kendinize has. Hikâye dünyanızın kaynakları nelerdir? Nelerden beslenirsiniz?
İmza olmasa da hikâyem tanınıyorsa demek ki üslubumuz oturmuş, bu iyi haber. Beslendiğim kaynakları ben de zamanında epeyce sorguladım. Sonra anladım ki canımı sıkan metinler okuyamıyorum. Huzursuz, kapalı, sıkıcı metinler beni çamura saplıyor. İnsanın sıkıldığı şeyden uzak durması belki bir savunma mekanizmasıdır. Ama can sıkıntısına da hürmet etmek lazımmış, yaşadık öğrendik. Okurken vaktin nasıl geçtiğini bilmediğim metinleri okurum. Aşk ile çalışan yorulmazmış ya. Aşk ile okuyacağınız metni bulunca kaçırmamalısınız. Onun verimi bir başka oluyor.
Samimiyete eşlik eden ince bir mizah da var. Öbür taraftan hikâye türü için mizah dikkatli kullanılması gereken bir öge. Siz bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Böyle bir dengenin sezilmesine sevindim. Hayatın her sahnesinde mizah az veya çok var. Hayatın kurduğu denge bizim için misal olmalı. Bir hikâyecikle anlatayım: “Dedem ölüm döşeğindeydi. Yanındakiler kelime-i şehadet getirmesi için telkinde bulunuyorlardı. O sırada babaannem dedemin dişlerine üzülüyordu. “Koskoca herif anadan doğma dişiyle ölüyor.” diye hayıflanıyordu. Ona göre takma dişle ölünmesi normal de hiç takma dişe muhtaç olmadan ana dişleriyle yaşayıp ölmek tuhaf. Babaannem ‘herifine’ değil ‘herifinin dişlerine’ yandı anlayacağınız...”
Şimdi sormak isterim bu sahnede incecik bir mizah yok mudur? Ve hikâyeci için hayattan daha somut bir ibret var mıdır? İşte ben de bu ibretlik sahneleri yansıtmaya çalışıyorum diyebilirim.

Hikâyelerinizde belli bir coğrafyayı, belli bir yaşta olanlara daha çok hitap edecek olayları anlatıyorsunuz. Hakikati teslim etmeli ki bu işi en iyi siz yapıyorsunuz. Böyle devam mı? Yoksa yeni türler, yeni mevzular girecek mi yazı hayatınıza?
Bu soruyu ben de kendime soruyorum. Cevabım şudur: Ben yazarken hesap kitap yapmadan yazıyorum. Eğer planlı bir yazma serüvenim olsa o zaman hangi mevzuyu ne zaman yazacağımı bilirim. Belki böylesi daha iyi olur. Ama planlı yaz(a)madığım için ne zaman neye sıra gelecek bilmiyorum. Ama mesela büyük şehirde, plazalarda yaşanan hayatı anlatsam ortaya nasıl bir şey çıkar merak etmiyor değilim. Ama içimde bir anlatma iştahı varmış editörüm öyle diyor. Belki bu iştahla başka yerleri, başka insanları da anlatırım. Neden olmasın? İsterim yani...
GÖNÜL DAĞI’NIN SEYİRCİSİYİM SENARYOYA DAHLİM YOK
TRT’nin gönülleri fetheden Gönül Dağı dizisi de sizin hikâyelerinizden mülhem. Hikâyelerinizi okuduğumuzda sinematografik bir havasının olduğunu da seziyoruz. Bu bilinçli bir tercih mi? Mustafa Çiftci’nin senaryo çalışmaları olacak mı?
Dizimiz için söylediklerinize müteşekkirim. Siz de takdir edersiniz ki senaryo ayrı bir iş. Çok emek ve sabır isteyen bir teknik metin. Sinemayla ilgili jüri üyeliklerim oldu. İyi bir seyirciyim. Ama senaryo için sağlığım ve vaktim müsait değil açıkçası... Senaryoya bir dahlim yok. O matematik kendi içinde güzel işliyor. Senaristler, Ali Asaf Elmas, Mustafa Becit ve Teoman Gök’e buradan selam ederim. Senaryoda beni yoracak, üzecek bir iş olmadı hiç. Ayrıca yapımcımız Ferhat Eşsiz, Yönetmen Yahya Bey ve oyuncularla güzel bir ekibiz. Nazar değmesinden korkarak söylüyorum. Allah bozmasın diyeyim...
