‘Gece Açan Çiçekler’ romanı henüz yayımlanan Tarık Tufan, Rami Kütüphanesi’nde okurlarıyla buluştu. Romanında İstanbul’un son ahşap konaklardan birinde yaşayan bir aile dramını işleyen Tufan, “Konaklar İstanbul’un üzerine romanlar yazılmış anlam dünyasının son şahitleri. Artık yeni bir İstanbul’la karşı karşıyayız. Tabii ki, rezidansların, toplu konutların da romanları yazılacaktır. Bana göre bizim kültürel antropolojimizde konak güçlü bir metafor olarak devam ediyor” dedi.
SALİHA SULTAN
Günümüz romancılığının usta kalemi Tarık Tufan’ın 12’nci eseri ‘Gece Açan Çiçekler’ Doğan Kitap etiketiyle okurla buluştu. Tufan, yeni romanında İstanbul’un Vefa semtinde ayakta kalan son ahşap konaklardan biri olan Canfeda Konağı’nda yaşayan bir ailenin dramatik hikayesini anlatıyor. Yaşadığımız coğrafyanın politik geçmişinin ruhlarımızda yarattığı sosyolojik sarsıntıyı da romanında katman katman işleyen Tufan, Rami Kütüphanesi’nde yeni başlayan ‘Velhasıl Sanat Konuşmaları’ programının ilk konuğu oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla düzenlenen etkinliğin moderatörü ise, edebiyat stund-upları ile tanınan, edebiyatçı yazar Mehmet Cemil’di. İkili, gün boyu süren yoğun kar uyarılarına rağmen tıklım tıklım dolan salonda, ‘Gece Açan Çiçekler’ romanından Türk edebiyatında romanın seyrine ve toplumsal hallerimizin bu metinlere yansımasına uzanan samimi bir sohbete imza attı.
Tarık Tufan ve Mehmet Cemil
‘EV, KARAKTERLERİN YAŞADIĞI DÖNÜŞÜMÜN MEKANIDIR’
Söyleşinin açılış konuşmasında Mehmet Cemil, esere dair derinlikli okumayı yazarı ile birlikte yapmanın dört yıldır düzenlediği etkinliği farklı bir boyuta taşıdığını belirtti. Cemil, ardından yazar Tufan’ın romanını bir gecede okuduğunu söyleyerek, “Üslup noktasında bu kadar derinlikli bir katmanı işlerken aynı zamanda akıcılığı ve sürükleyiciliği sağlayabilmeniz bir okur olarak benim için keyifliydi” görüşünü aktardı. Romandaki aile hikayesi ve konak temasına dikkati çeken Cemil, edebiyatımızda Yakup Kadri’nin ‘Kiralık Konak’, Mithat Cemal’in ‘Üç İstanbul’, Orhan Pamuk’un ‘Sessiz Ev’ romanlarında bu imgeyi kullandığını hatırlatarak, Tufan’a “Neden bu konu ve tema?” sorusunu yöneltti. Tufan, bu sorunun birçok cevabı olduğunu ifade ederek, şunları söyledi: “Öncelikle Cumhuriyetin ilk dönem edebiyatını okumayı seven bir okurum, bahsettiğin romanlar okumaktan çok zevk aldığım romanlar. Mekanların dönüşümü açısından ‘Yaprak Dökümü’ mesela... Ali Rıza Bey’in ilk oturduğu yer Bağlarbaşı’nda güneş alan müstakil bir evdir, romanın sonunda Dolapdere’de rutubetli bir bodrum katında hayatını sürdürmeye devem eder. Tanpınar’ın ‘Huzur’u da, bir parça mekanlar üzerinden okunabilir. Bizim edebiyatımızda ev bir anlam dünyası olarak karakterin roman boyunca yaşadığı dönüşümlerin mekanıdır, aslında ev bütün dünya romanlarında güçlü bir metafor olarak kullanılır. Yani bu temayı kullanmamın nedenlerinden bir tanesi büyük edebiyatımıza, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Peyami Safa, Orhan Pamuk gibi isimlere bugün çağdaş roman yazanlar olarak bir tür teşekkür duygusu. Bir şekilde bizim önümüzü açan romancılar bunlar. Bir diğeri de Türk edebiyatına bir anlamda mekan üzerinden selam vermek istedim.”
‘REZİDANSLARIN, TOPLU KONUTLARIN ROMANI DA YAZILACAKTIR’
Tufan, konakların İstanbul’un üzerine romanlar yazılmış anlam dünyasının son şahitleri olduğu düşüncesini de aktararak, sözlerine şöyle devam etti:
“Artık yeni bir İstanbul’la karşı karşıyayız tabii ki, rezidansların, toplukonutların da romanları yazılacaktır. Benim çocukluğumda, Zeyrek’te konaklar zenginlerin oturduğu mekanlardan, her odasında Anadolu’dan gelmiş bir ailenin yaşadağı mekanlara dönüşmüştü. Muhayyelemde hep bir konak anlatısı vardı. Yıllar önce bir arkadaşım mesela bir konağın dağılma sürecini anlatmıştı ve evin babası ölünce çocuklarının verdiği kitapları son anda eskicilerin elinden kurtardığını anlatmıştı. Bütün bunları yan yana koyunca konak fikri bende epey derinleşti, bir tür dağılma, değişim, hayatın kendi içerisindeki devinimi... Güçlü mekanlar hikayeyi kendi içinde taşıyacak kadar derin anlam dünyaları açarlar. Bana göre bizim kültürel antropolijimizde konak güçlü bir metafor olarak devam ediyor.” Cemil ise Tufan’ın bu sözlerinin ardından “O halde romanın için Cumhuriyetin kurucu metinlerinin imgesel olarak devamlılığı, hem de bir aile ve konak üzerinden Osmanlı’nın son döneminden günümüze çizilen bir perspektif diyebiliriz o halde” değerlendirmesini yaptı. İkilinin zaman zaman yaptıkları esprilerle de dinleyicilere iki saatlik keyifli bir zaman dilimi yaşattığı sohbette Tufan ayrıca dinleyicilerden gelen soruları yanıtladı, söyleşi bitiminde ise bütün konuklara hediye edilen ‘Gece Açan Çiçekler’ romanını imzaladı. Rami Kütüphanesi’nde Mehmet Cemil’in entelektüel birikimi ışığında samimi bir okur yazar buluşmasına imza atan ‘Mehmet Cemil ile Sanat Konuşmaları’ şubat ayı boyunca sürecek. 14 Şubat’ta Kaan Murat Yanık, 15 Şubat’ta İrem Uzunhasanoğlu, 21 Şubat’ta Furkan Çalışkan 22 Şubat’ta Ercan Kesal okurlarıyla buluşacak.
‘MUTSUZ AİLELERİN HİKAYELERİ KENDİNE ÖZGÜDÜR’
Tarık Tufan’ın, Mehmet Cemil’in kendisine yönelttiği “Roman ‘Neden ben?’ sorusu ile başlıyor. Neden?” sorusuna şu cevabı ise roman okuru açısından anlamlı:
“Hayat romanlardan daha tuhaf ve daha anlaşılmaz. Biz yazarlar insanlar anlasınlar diye onu daha makul hale dönüştürüyoruz, gerçeği olduğu gibi yalın anlatsak kimse inanmaz. Gerçek daha tuhaf, romancı onu inanılır hale dönüştürüyor. İnsanların yaşadığı felaketlerde aklına ilk bu soru gelir, ‘Neden ben?’, bunu aşmak kolay değil, küçük hayatlarımız böyle başlıyor. Aslında roman dediğimiz şey karakterler bunu dile getirdikleri, düşündükleri anda başlıyor. Romanın başladığı yer neden ben, neden biz sorusudur. Romanlar doğal olarak sıradan hayatın dönüşümü ile başlar. İnsanın trajedisinin başladığı yerdir bu. İnsanı anlama, çözüm arayışı, yorumlama çabasıdır, bir tür isyan etme biçimidir. O sıradan akışı bozan bir şeydir. Her şey olduğu gibi akmaya devam ettiğinde ordan roman, trajedi çıkmaz. Her şey bir düşüşle başlar, kaldı ki insanın hikayesi de cennetten yeryüzüne bir düşüş ile başlar. Bütün mutlu ailelerin hikayeleri birbirine benzer ama mutsuz ailelerin hikayeleri kendine özgüdür. Roman özü itibari ile yoldan çıkmanın, mahremiyeti ortadan kaldırmanın, düşmenin, trajedinin, insanın karanlık noktalarının açığa çıkması meselesidir.”
‘ZONARO VE DERVİŞLERİN İLİŞKİSİNİ YAZMAK YİRMİ YILDIR ZİHNİMDEYDİ’
Mehmet Cemil konuşmasında romanda hikayenin biri konağın ablası Halide, diğeri Üsküdarlı Derviş Ali olmak üzere iki anlatıcının ağzından dinlendiğini belirterek, bu karakterlerin kendisine çok ikonik geldiğini ifade etti.
“Derviş’in anlatısı saray ressamı Zonaro ile tanışmasının ardından başlıyor. Bir derviş ve saray ressamını yan yana getirmek bir buluş, genelde biz doğudan batıya bakarız ama Abdülhamit ressamı Zonaro üzerinden batıdan doğuya bakışı, dervişlik kültürünün sanat üzerinden karşılaştırılmasını görüyoruz” tespitini yapan Cemil, Tufan’a “Zonaro bu romana nasıl girdi?” sorusunu yöneltti. Tufan’ın bu soruya cevabı şu oldu:
“Çok entelektüel görünmek istemem ama 20 yıl kadar önce bir Zonaro sergisine gitmiştim, o büyük dervişler tablosunun karşısına geçtiğimde gerçekten çarpıldım. Ordaki dervişlerden birine kendi yüzünü nakşetmiş, yani biri Zonaro’ydu. Bir an aklıma bir soru geldi, dedim ki ‘Acaba Zonaro bu tabloyu yaparken bu insanlarla ne konuştu, ne anlattılar birbirlerine, nasıl bir iletişim kuruldu aralarında?’. Bunları zihnimde kurgularken her zaman olduğu gibi not defterimi çıkardım ve ‘Derviş ve Ressam’ diye bir başlık attım, 20 yıl boyunca birgün bunu yazarım diye düşündüm. Zihnimi kıştırtan tuhaf karşılaşmalar vardır onlar bende çok romans duygusu yaratıyor. Tuhaf rastlantılar, buluşmalar… Zonaro da işte romana böyle girdi.”