Şu sıralar şairler ne kadar da dengeli

Ele avuca gelmez bir çocuk. Çocuk değil, delikanlı. Galiba (kulakları çınlasın) Nabi Abi (Avcı) vesile olmuş gazeteye gelmesine.

Hangi gazeteye?

1986’daki Zaman gazetesine.

‘86’daki’ diye özellikle belirtiyorum ki, sonraki ‘Zaman’larla karışmasın.

Werner Hügo imzasıyla deli-kanlı yazılar yazıyor. Yazdıklarının tadı, tuzu, rengi, ışığı var.

Arada ‘Çete’yi çıkardı. Sonra ‘Delikanlı’yı.

Çete’yi Fidel Castro’ya da göndermişler.

Yakasını Amerika’ya kaptırmamasını da tembihlemişler.

Ben idareli söyledim. ‘Çete’nin lisanı benimkinden daha sarihti.

Haftanın sonuna doğru evde kitap aramak itiyadım haline geldi.

Pazar günleri şiirle meşgul olmağa hem kendim alıştım, hem okurlarımı alıştırdım.

Fakat bazen bir şey bulamıyorum.

Birdenbire, “Hakan Albayrak Kitabı” geçti elime.

Hakan’ı da ne zamandır görmüyorum.

Olur mu olur. Kitapla biraz meşk edersem Hakan’ı görmüş gibi olurum.

“Sabaha doğru bindokuzyüzaltmışdört

Kara iktidar tişörtüne bürünmüş bir şair

Harlem boyunca ayaktakileri selamlıyor

Kur’an’ın açık bir sayfasında

Tozu dumana katanlara kasem ediyor Allah

Asfalt kanımızdan usandı diyor bir zenci.

Sabaha doğru bindokuzyüzaltmışdörtte

Bodler alnından öpüyor Malkım’ı.”

Hep oralarda dolaşıyor Hakan.

Malcolm X’in, Aliya’nın, Köroğlu’nun, Selahaddin’in, İmam Şamil’in dolaştığı yerlerde.

Şiirin, Hakan Albayrak’ta ve bazı istisnai şairlerde gördüğüm taşkınlığa ihtiyacı olduğunu daima düşünürüm.

Taşkınlık? Öyle rastgele değil. İnsanın içinin taşması. Bir coşkunluk.

Hakan bunları taşkınlık dediğim şey için mi veya şiir olsun diye mi yaptı.

Hayır. Bunlar, Hakan’ın kendisidir.

Sene 1991. Alıntıladığım mısraların hepsi ya 80’lerin sonuna ya 90’ların başına ait.

“Kimim ben/nerden gelip nereye gidiyorum/bunun ne önemi var/mossad besliyor kafka’yı/zen’i Amerika finanse ediyor/çünkü hepimizi uyuşturup/ortadoğuyu ateşe vermek istiyorlar”

“Öyle büyüttük öyle büyüttük ki felsefeyi/eylemi aldı bizden/ve ateşler içinde bağdat’ın orta yerinde/çırılçıplak kalakaldık işte/dengeler adına silahsız/dengeler adına şahsiyetsiz/miskin, geveze, entelektüel../dengeler adına vurmadı kim vurmadıysa/dengeler adına şair yaptılar bizi”

Bu mısralar bendeki Hakan Albayrak imajının bir kısmına tekabül eder.

‘Ele avuca gelmez bir çocuk’ dedim ya... Bu, Hakan Albayrak’ı ilk tanıdığım günlere ait değil. Gazetede ara sıra gördüğüm bir adamın ele avuca sığıp sığmadığını nereden bileyim?

Sonradan muttali oldum.

Hakan, bir Balkanlar’da, bir Kafkaslar’da... Bir güneyde, bir kuzeyde.

Haşarılık gibi bir şey mi bu?

Değil.

Benim gördüğüm, insanlarda çok nadir rastladığımız mesuliyet hissi.

Oralarda görülecek bir şey var. Oralarda yaşanacak, paylaşılacak bir şey var. Oralarda ucundan tutulacak bir iş var.

İçindeki ateş rahat bırakmıyor onu.

O da, rahat olmadığı zaman kendini daha rahat hissediyor.

‘Ben hala denize inanıyorum’ Hakan Albayrak’ın ele avuca gelmeyişini azıcık izah eder.

“fondaki şarkı bitti yavrum/pilotun apandisiti patladı/uçak düşüyor/ve birlikte ölmek kulağa hoş gelse de/ben atlamayı tercih ediyorum/olur ya denize düşerim/bir gemi geçer”

‘Telefonun başında bekleyen adamın şarkısı’ okuduğum günden beri hatırımdan çıkmadı.

“alo hazreti ali?

(değilmiş)

O zaman niye arıyorsun kardeşim!”

“Tanrım dokun bana kendi aşkına dokun/Hızımı alamıyorum tanrım yanıyorum bana dokun” deyişini de hiç unutmam.

Şu tek mısralık şiiri de:

Başlık: BİZİ SEVERKEN DEVLETTEN FARKLARI YOKTU

Şiir: bizi severken devletten farkları yoktu

Şu sıralar şairler ne kadar da dengeli...

Ne kadar ağırbaşlıyız, ne kadar akıllı...

Herkes, içindeki ateşi nasıl ustalıkla söndürüyor.

Yoksa, tükendi mi ateş? Ben mi var zannediyorum?

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum