Görüşler

Türkiye’de araçsal ve arızalı liberalizm anlayışı

Türkiye’de araçsal ve arızalı liberalizm anlayışı

Türkiye’de araçsal ve arızalı liberalizm anlayışı

KUTLU KAĞAN DALKILIÇ

Türkiye sosyolojik olarak sağ kesimde Muhafazakâr ve Milliyetçi karakterin baskın olduğu yapıya sahip bir ülke. Türk siyasi tarihinde, Batı’daki karakteriyle Liberal Demokrat geleneğin iç dinamiklerinin değil, Muhafazakâr Milliyetçi demokrasinin otoriter ve keyfî kuralsızlığının belirleyici olduğunu açıkça gözlemek mümkün. Pekâlâ nedir bu dinamikler?

Liberal Demokrasi’nin en önemli unsuru katılımcı kamusal ve kurumsal kültürdür. Bu anlamda kamusallığın millet kavramıyla oldukça yakın bir ilişkisi var. Millet olmak dar kolektif kimliklerin yani cemaatlerin veya komünitelerin üstünde, kamusal olanın tamamını kapsayacak bir anlayışın yani sosyal olanın, cemiyetin bütününü ifade ediyor. Dolayısıyla Liberal anlayışın temeli olan birey ve bireysel özgürlük hiçbir aracı kimliğe ihtiyaç duymadan doğrudan vatandaşlık ile kamusal alanın etken belirleyicisi oluyor. Bireylerin toplamından oluşan milletin menfaati yani Milliyetçilik ise kamusal yararın toplamını ifade ediyor.

Türkiye’de ise Muhafazakâr-Milliyetçi demokrasi geleneğine sahip bir ülke olarak, bu ortak kapsayıcı kamusal yararın bir türlü oluşmadığını gözlemliyoruz. Sebeplerini birkaç noktada aramak mümkündür.

Birincisi, millet olmak için birey ile devlet arasındaki bağın gereği olan vatandaşlık bağı dışında aracı kolektif kimliklere ihtiyaç duyan bir ülkeyiz. Bu durum cemiyet anlayışını zedelediği gibi, devlet ve devlet ekseninde şekillenen piyasanın, ortak kamusal yararı hangi cemaat veya kolektif kimlik üzerinden belirleyeceği gibi bir sorunsal doğuruyor. Bugün belirleyici olarak, en geniş anlamda Muhafazakâr kolektif kimlik dersek buna, kamusal yarar Muhafazakâr yarar ile özdeşleşmiş biçimde karşımıza çıkabiliyor.

İkincisi, devlet anlayışının bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi gücü tek elde toplaması ve gücünün denge denetimden uzak bir noktaya evrilmesi, bu sınırsız ve denetimsiz gücü kurumsal mekanizmalara dağıtamadığını söyleyebiliriz. Aynı zamanda güç, bizim gibi ülkelerde, sivil alanın içinden bir rekabet ve menfaat paylaşımından doğmadığı ve gelişmediği için, sivil alanla devlet arasında gücün nasıl sınırlanacağı da kendiliğinden gelişmiş yasal bir uzlaşmaya dayanmıyor. Bu durum gücü tek elinde toplayan devleti de cazibe merkezi haline getiriyor. Hâkim kimlik devleti ele geçirdiğinde, kamusal yararı da kendi kimliğiyle sınırlayabiliyor. Devlet ele geçirilecek bir aygıt olmaktan çıkmadığı sürece, kolektif siyasi kimliklerin kamusal yararı kendi alanıyla sınırlaması ve geride kalanlara kültürel, kamusal, kurumsal ve ekonomik tahakküm uygulaması kaçınılmaz görünüyor.

Muhafazakâr-Milliyetçi demokrasi anlayışının belirlediği en büyük açmaz budur. Bu durumun Muhafazakâr Milliyetçiliğin ontik tabiatından kaynaklandığını elbette söyleyemeyiz. Muhafazakâr Milliyetçi demokrasinin bugün hâkim olduğu devlet ve kurumlar nezdinde tüm alanları bu ve benzeri kimliklerle değil, kolektif kimliklerden arınmış ortak, çoğulcu, kurumsal ve kamusal yararın gözetildiği alanlara dönüştürmek zorundayız. Bu açmazı gidermek ancak aracı kimliklerden sıyrılmış ve kamusal yararı birey nezdinde vatandaşlıkla sınırlamış Liberal Demokrasi ile mümkün görünüyor.  Bunun için temelde kamusallığın milletin tamamına ortak bir yarar gözeteceği kurumsal kültürü yasalarla oluşturmamız gerekiyor.

Üçüncü sorun, Türkiye’de Liberal Demokrasi’nin gerçek anlamına kavuşması ve kurumsal yaptırımlarının sağlıklı sonuçlarının elde edilmesi sorunudur. Muhafazakâr gelenekte Liberalizmin ve Liberal Demokrasi’nin kullanışlı bir araç olmaktan, Milliyetçiler nezdindeyse Liberal geleneğin ihanet-hainlik çemberinden kurtulması veya kurtarılması gerekiyor.

Muhafazakâr taban, Kemalist kadronun ve dolayısıyla devletin, milletin örf ve diniyle kamusal olarak çatışan agresif laiklik ve halkı kültürel olarak terbiye edici agresif devletçi anlayışından dolayı uzun süre merkezin imkânlarından uzak kaldı. Merkezden uzaklaşmakla sınırlı kalmayıp gündelik sivil hayatı da oldukça sıkışmıştı. Bu anlamda Liberal izler taşıyan merkez sağ siyasi oluşumlar, Muhafazakârlar nezdinde dini özgürlük ve merkezin imkânlarına kavuşmaktan öte bir anlam maalesef ifade etmedi. Serbest Fırka’dan Terakkiperver Fırka’ya, Demokrat Parti’den Adalet Partisi’ne, Anavatan Partisi’nden Ak Parti’ye kadar tüm bu oluşumların arkasında duran Muhafazakâr kitle, bahsi geçen partilerin Liberal serbestiyetçi politikalarını hep aynı hassasiyetle destekledi: Kamusal alanda dini özgürlük ve iktidar nispetinde merkezin menfaatinden faydalanmak.

Böylesi reaksiyoner bir Muhafazakâr Demokrat anlayıştan sağlıklı bir Liberal Demokrasi çıkması elbette beklenemezdi. Gerek siyasi partiler gerekse Muhafazakâr kitle, Liberal anlayışı ve açılımı, sadece Kemalist devlet anlayış yerine kendi anlayış ve kimliklerini devlete ikame etme aracı olarak görüyordu. Liberal demokrasi elbette kendi tarihsel ve reel anlamından koparılıp, ilkel bir ajandanın aracı haline getirilirken, hayattan ve gelecekten de koparılmış, güç ve devlet ele geçirildiğinde kurtulmak gereken bir manivelaya dönüşmüştü. Oysa Liberal Demokrasi temelde grup kimliklerinden arınmış birey temelli vatandaşlık ve ortak kamusal yararın, çoğulcu yasalarla ve uzlaşmayla uygulanmasını gerektiriyordu.

Milliyetçi gelenekten gelen siyasi yapıların ve grupların Liberal Demokrasi anlayışını yine sağlıklı bir zemine oturtamadığını görüyoruz. Batı’da Milliyetçilik ve Demokrasi eş zamanlı ve tamamlayıcı vasıfta gelişip ilerlerken, bizim tarihi seyrimiz ne yazık ki böyle olmadı. Milliyetçilik, iç ekonomik mücadele ve bireysel özgürlük zemininde gelişmeyince yalnızca memlekette iç ve dış tehditlere karşı bir güvenlik koduna dönüştü. Bu güvenlik koduyla şekillenen vasat ve vülger Milliyetçilik, kendi otoriter devlet ideolojisinin dışında sivil alanda yeşeren tüm müstakil oluşumları da bir güvenlik tehdidi olarak tanımladı. Dolayısıyla Liberal alandan yükselen tüm çoğulcu sesler ihanet veya emperyalizm uşaklığıyla aynı otoriter vülger dille yaftalandı. Bu noktadan kalkan bir Milliyetçilik için sağlıklı bir bireysel özgürlük, denetlenebilir bir kurumsal kültür, kamusal yararın tamamını gözetmek ve kolektif yapısal değer üretmek elbette mümkün değildi.

Sonuç olarak, Türkiye bahsedilen arızaların şiddetinin giderek artmasıyla, Liberal Demokrasi anlayışına bugün şiddetle ihtiyaç duyuyor. Demokrasinin yalnızca sandıkla tanımlandığı ülkemiz, ne yazık ki sandığın gerek şart olduğu ancak yeter şart olmadığı gerçeğini henüz tam anlamıyla maalesef idrak edemedi. İşte bu noktada yeter şartlar, Liberal Demokrasi’nin ülkemize katacağı değerlerin toplamıdır.

Liberal Demokrasi, sömürücü kurumların nepotizmine karşı katılımcı kurumsal ve kamusal yarardır. Çoğulcu ve uzlaşmacı anayasadır. Bireysel özgürlüklerin teminatıdır. Devletin gücünün sınırlarının konmasıdır, sivil alanın hareket özgürlüğüdür. Milletin tamamın içine alan, bireysel vatandaşlıktan başka hiçbir aracı grup kimliğinin olmadığı, milleti ve cemiyeti bütüncül bir anlayışla kapsamaktır. Devletle millet arasındaki uzlaşmanın sınırlarının belirlenmesidir. Şeffaf ve denetlenebilir ekonomidir, kurumlardır. Hukukun üstün olduğu, kuvvetler ayrılığı ile devletin ve kurumların denetlenebilmesidir. Hiçbir kimliğin devlet eliyle otoritarizm-totalitarizm yaratmasına izin vermeyecek kamusal kurumsal kültürün koruyucusudur. Bu anlamda Milliyetçiliğin ve Muhafazakârlığın da asıl mecrasına dönmesinin olmazsa olmazıdır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir