Diyarbakır Cezaevi de Yassıada’ya benzemesin
27 Mayıs darbesinin “acı hatıralarıyla yüzleşmek” için Demokrasi ve Özgürlükler Adası yapılacaktı.
Yassıada bile beş yıldızlı bir tatil adasına çevrildiyse varın Diyarbakır Cezaevi’ni bekleyen tehlikeyi siz düşünün!
Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı yerlerde yeller esiyor. Serin deniz yelleri, ılık imbatlar, tatlı yaz meltemleri...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, projeyi tanıtırken “Tarihte yaşanmış acılardan ders çıkarılması amaçlandı” demişti. Demokrasi şehitlerinin hatıraları burada canlı tutularak yaşatılacaktı.
Fakat 125 odalı Katre Island Hotel, müşterilerini pek de geçmişin acılarını anmaya çağırmıyor.
“Küçük bir kaçışa, rahatlamaya” çağırıyor.
Kafa dağıtmaya ya da rahatlatmaya kimin itirazı olabilir, herkesin ihtiyacı.
Turistlere hitap eden böyle deniz tatili tesislerimiz olmalı, var da zaten.
Misafirlerine türlü lüks, şatafat ve eğlenceler vaat eden, fazlasını sunan tesislerimizin varlığını yadırgayan yok.
Ama bunlardan birini Yassıada’ya açmak gerekir miydi? Hepsi doldu taştı, tatil oteli dikecek başka da yer mi kalmadı!
Yadırgamamak elde değil...
İlan edilen amaca da ters. Şehitlerin hatırasını yaşatmayı bırakın, asgari saygıya bile uygun düşmüyor.
Nerede kaldı geçmişin acı hatıralarını canlı tutmak, yüzleşmek!
Hafıza müzesi yapmak için yola çıkılmıştı, bildiğiniz tatil adasına çevrildi.
Yassıada’nın başına bu gelebiliyorsa Diyarbakır Cezaevi’nin başına neler gelmez...
Yersiz değil bu endişe.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen ayki Diyarbakır ziyaretinde ne demişti:
“Bugün sizlere bir de müjde vermek istiyorum. Geçmişte uzunca bir dönem adı zulümle, işkenceyle, insanlık dışı muamele ile anılan Diyarbakır Cezaevini yakında boşaltıyor ve kültür merkezi olarak sizlerin hizmetine sunuyoruz. Böylece Diyarbakır’ın hafızasındaki bir kötü anıyı ortadan kaldırmış oluyoruz.”
Yani zaten vaat edilen, beklendiği gibi bir utanç müzesi yapmak değil.
Acı hatıralarını ibretialem için koruyup yaşatmak, işkence geçmişiyle yüzleşmek istenmiyor. Onları silmek, şehrin hafızasından kaldırmak isteniyor.
İnşallah Yassıada, kötü örnek olmaz. Emsal filan alınmaz.
“Diyarbakır’ın hafızasındaki kötü anıları ortadan kaldırma” sözü de birçok başka söz gibi dilerim unutulur, tutulmaz.
Yoksa kültür merkezinden ne kastedildiğini, bir demokrasi ve özgürlük projesini daha bekleyen akıbeti artık siz düşünün.
Bu yazıyı kim, nerede yazdı?
Aşağıdaki satırlar, 17 Ağustos tarihli bir yazıdan. “Bu gizlilik kimi koruyor” başlığıyla çıktı.
Haydi bakalım, kimin nerede yazdığını ‘yakıştırma’ yöntemiyle çıkarabilecek misiniz!
Şöyle:
“12 yaşındaki Mehmet Halit Yavuz’un, Muş Karşıyaka Kur’an Kursunda tuvalet kapısının koluna asılmış şekilde bulunmasının üzerinden bir buçuk aydan fazla zaman geçti.
Yüksekliği 1 metreyi bile bulmayan bir kapı koluna 12 yaşındaki çocuğun kendisini asarak nasıl intihar edebildiği doğal olarak polisin ve savcılığın araştırması gereken bir konuydu.
Ve nedendir bilinmez 12 yaşındaki bu çocuğun ölümünün soruşturulmasıyla ilgili dosya için “gizlilik” kararı verildi.
Mehmet Halit Yavuz’un ailesinin avukatları bu gizlilik kararı nedeniyle dosyaya bakamıyorlar bile.
Merak ediyorum, savcılık bu gizlilik kararını alma gereğini neden duydu?
Savcı, kimi ya da kimleri koruyor?
Teorik olarak böyle bir olayda korunması gereken ilk kişi olayın kurbanı olan çocuktur...”
Herkes unutsa da çocuk yaşta bir Kur’an kursu talebesinin şüpheli ölümünü unutmayan bu gazete yazarı kim olabilir?
Kur’an kursu düşmanı olacak değil, talebesinin hayat hakkına sahip çıkıyor. Buralarda kötülük edenlerin peşine düşecek kadar dost ve savunucularından biri olmalı.
Şunlardan hangisine uyuyor, kime yakışır bu profil:
A-Yeni Akit, Abdurrahman Dilipak.
B-Yeni Şafak, Yusuf Kaplan.
C-Türkiye, Prof. Ahmet Şimşirgil.
D-Karar, Akif Beki.
E-T24, Mehmet Yılmaz.