Hizmet aşkının bedeli
"Adama tuzsuz yağ mı yedirir bedavadan Osmanlı, avanak oğlum...Osmanlı düzencidir. Bedavayla yere çalar köylü kısmını. Köylü kısmının bedavaya dayanamadığını bilir. Bedava diye koşar da bizim köylümüz, tarlayı malı kaptırır Osmanlı'ya..."
Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek romanında, Köy Enstitülerine şüpheyle yaklaşan Anadolu kadınına söyletir bunları. Cumhuriyet'e geçildiği halde, kadının gözünde bütün devletliler aynıdır, hepsi Osmanlı.
Bayram Bilge Tokel "Osmanlı'nın hoşlanmadığı, halkın terbiyesini bozan türküler" bahsine bu alıntıyla okuru hazırlamış. Son eseri 'Sarayın Sesi Halkın Nefesi'nde.
Dadaloğlu'nun "Kalktı göç eyledi Avşar elleri...Ferman padişahın, dağlar bizimdir" isyanından hoşlanacak değildi devlet.
Orası izah istemez de halkı, bu noktaya ne getirdi?
Cevabı, Avşar ve Yörük ağzında bir zamanlar yaygın olan şu anonim dörtlükte:
"Şalvarı şaltak Osmanlı, eyeri kaltak Osmanlı, ekende biçende yok, yiyende ortak Osmanlı."
Kemal Tahir'in konuşturduğu Anadolu köylüsünün devlete bakışını da açıklıyor. Gözünde devlet, ağır ve haksız vergilerle mahsulüne çöken, belini büken bir beleşçi.
Gelmiş geçmiş devlet ve siyaset büyüklerimiz arasında, köylü kısmının bedavaya dayanamadığını en iyi bilenlerden biri de "Çoban Sülü" lakaplı Süleyman Demirel'di.
Ne isteyecekse "Kendim için bir şey istiyorsam namerdim" diye isterdi.
Mizahçılar bu demagojiyle az gırgır geçmedi, kullanışlı malzemeydi.
Favorim şu taşlama: "Kendim için bir şey istiyorsam namerdim diyen adam ne istiyor?"
Bittabii hizmet etmek istiyor. Hizmet aşkıyla yanıp tutuşuyordur, başka ne isteyecek!
Romandaki köylüyü ikna etmeye yetmeyebilir. Ama gerçek hayatta, Osmanlı'nın yasakladığı şiirleri, türküleri, bozlakları keyifle dinleyen şehir halkından bu karşılıksız hizmet aşkına inanan hala eksilmiyor.
Oysa din hizmetleri bile bedavaya gelmiyor, hizmet ehlinin masrafı var.
Böyleyken dünya hizmetleri mi bilabedel olacaktı! Onun da bir diyeti, hizmetkarın göz hakkına düşen payı, bağış kesintisi, hayır komisyonundan hissesi herhalde hesap ve helal edilecek.
Hizmet aşkına mutlaka bir bedel biçmek, adettendir. Kitabına uyduracak allame, her devirde bulunmuştur.
Romandaki köylü kadın, konuyu yanlış anlamış. Devletlilerin hizmet aşkına talip olmasını, bedava hizmet teklifi sanıyor.
Lafın gelişi bedava o. Bilmez ki bedava olan, en pahalı olandır.
Devlet garantili yol, köprü, havaalanı ve hastanelerin millete neye mal olduğunu, kaça patladığını bugünlerde görse, romanda ileri geri konuşmazdı öyle. Ki milletin cebinden tek kuruş çıkmadan yaptırıldılar.
Bugün deneyimli her vatandaşa malumdur ki, bedava diye çağrıldığı hizmetlere icabet ederken cüzdanını yanında götürmeyi unutmamalıdır.
"Çaylar şirketten, müessese ısmarlıyor, ikramımızdır" davetlerine tedariksiz gidilmez.
Bu arada kaça geleceği önden asla kestirilemeyeceği için de hesabı denkleştiremeyip mahcup olan çok.
Zaten paraları, bedava hizmeti karşılamaya çıkışmadığı için Avşarlar, Yörükler başkaldırı türküleri yaktı.
Bedavayı gerçekten bedava zanneder, hizmet aşkı edebiyatına kanarsanız, sonunuz romandaki kadına benzer maazallah. "Osmanlı'da oyun bitmez, bedavayla yere çalar köylü kısmını" diye söylenir durursunuz.
Arkanızdan da 'beleşi duyunca dayanamıyor' diye atıp tutarlar.
Tarih gösteriyor ki usta bir beleşçi, kimi söğüşlediyse onu beleşçilikle suçlamakta ataktır. Lafı, üttüğünün ağzından alır.
Tava gelip mağdur olan köylü kısmı sadece tarlayı, malı mı kaptırıyor? Sadece çırak mı çıkarılıyor? Günün sonunda repliklerini de çaldırıyor. Ne diyeceğini bilemez halde, el elde baş başta kalakalıyor işte.
Nankörlük dahi ütülenlerin üstüne yıkılır.
Dua etsinler de Yusuf Hayaloğlu'nun sözleriyle İbo'dan "nankör kedi"yi bari onlara dinletmesinler:
"Ne söyledim, ne söyledim sana ne söyledim ki/Vurdun kapıyı gittin/Be vicdansız, be insafsızın kızı, be nankör kedi/İnsan bir şey söyler..."