İktidarın filmi sessize alma hakkı
Kemal Tahir'in eşkıya romanı, "Rahmet Yolları Kesti" adını taşıyor.
"128 milyar dolar nerede" pankartlarına karşı başlatılan amansız mücadelede bütün yollar yine kesildi. Ama rahmet kesmişe benzemiyor pek.
"128 milyar dolar nerede" pankartı binalarından sökülünce Kastamonu CHP, hınzırca bir yol buldu. Aynı yere "256 kağadın yarısını nettiniz, deyvesenize" yazılı bir afiş astılar.
Fakat yarısı 128 kağıt ediyor, sistem yer mi!
Kayıp rezervleri çağrıştırıyor, aynı soruyu ima ediyor diye o da kaldırıldı.
Baskı dönemlerine mahsus kapalı ve dolaylı anlatım yani apokaliptik edebiyat, son zamanlarda epey gelişmişti.
Lafın tamamını dümdüz söylemeden söyleme sanatına siyaset de ısınıyordu. Bu konuda çok iyi mizah örnekleri çıkıyordu. Kastamonu CHP'nin son afişi gibi. Dolaylı ve alaylı. Parlak bir ironik anlatım denemesiydi.
Ama sistem yer mi bu numaraları!
İma, kinaye ve çağrıştırmanın bile yasaklandığı daha ileri bir çağa girdik.
Doğrudan söyleyemediğini, üstü kapalı ima da edemiyorsun artık.
Ahmet Altan, darbe çağrışımı davasından yeni tahliye oldu.
Emekli amiraller, muhtıra çağrışımından içeri giriyordu, gözaltıyla kıl payı kurtuldular.
Fakat tarihin ilerleme yönü değişmedi.
CHP'ye kayıp rezervlerin akıbeti doğrudan sordurulmuyordu, şimdi üstü kapalı da sordurulmuyor.
İl başkanları her gün savcılıkta göbek çatlatıyor, Cumhurbaşkanı'na hakaret kastı gütmediklerini anlatmak için. Kim dinler, Marko Paşa'ya anlatsınlar.
Yazılı ve sözlü anlatımla birlikte dil dökme dönemi de kapandı, yeni bir çağ açılıyor: Pandomim Çağı.
Sözsüz oyun, sessiz film oynamak gibi...
Muhalefetin propaganda ve eleştiri hakkı olmaz mı! Fakat ağzını açmadan yapacak. Göz ucuyla, el kol hareketleriyle, canlandırmayla anlatacak!
İşaret diliyle konuşmanın dahi sakınca doğurduğu günler görmedik değil. İlerinin ilerisi var, buna da şükür.
Başbakanların, kendilerine bağlı askere laf etme hakları yoktu bir zamanlar.
Rahmetli Mesut Yılmaz, irticayla mücadeleyi kullanarak kendisini sıkıştıran Orgeneral Çevik Bir'den şikayetçiydi.
Krizin gerçek nedeni, Bir'in Genelkurmay Başkanlığına göz dikmesiydi. Başbakan Yılmaz ise kapalı önünü açmaya yanaşmıyordu. Ama sorunu, yüksek sesle dile de getiremiyordu.
Yılmaz bir gün dayanamadı, Tiflis seyahatinde gazetecilere sessiz filmle anlattı.
Hem anladıklarını yazan gazeteciler haşlandı, hem de pandomimle anlatan Başbakan 21 Mart 1998'de sert bir muhtıra yedi.
Dinleyenler arasındaki Yalçın Doğan, çok sonra “Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz” kitabında, Yılmaz'la diyaloglarını şöyle tarif etti:
“Onun deyimiyle sessiz film oynuyorduk. Askeri apolet ve dört yıldız işareti yapınca biz 'Orgeneral Çevik Bir mi' diyoruz, başıyla onaylıyordu. 'Yukarılara mı gitmek istiyor' diye sorunca 'Evet' anlamında başını sallıyordu.”
General Bir'in ihtiraslarını işaretle çağrıştırmak dahi pahalıya patlamıştı.
Yılmaz, muhtıra sonrasında havayı yumuşatmak için "Asker demokratik hakkını kullandı" demişti.
AK Parti de filmi sessize alarak demokratik hakkını kullanıyor sanırım. Bu gidişle bir sonraki durakta pandomim kopar.
Emekli amirallerin ‘terbiyesizliği’ buymuş
Cumhurbaşkanlığı ve AK Parti sözcüleri, tepkilerini benzer bir kalıpla göstermişlerdi.
Hepsi, emekli amiralleri “terbiyesizlik, edepsizlik, saygısızlık ve hadsizlik”le suçlamıştı.
“Oturun oturduğunuz yere, haddinizi bilin” komutuyla biten mesajlardı.
Görüş ve eleştirilerini ortak açıklamayla paylaşmak niye terbiyesizlik, edepsizlik, saygısızlık ve hadsizlik oluyordu? Önceki güne dek anlam verememiştim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe’de gençlerle söyleşirken nedeni anlaşıldı.
Şöyle söyledi: “Askerin emeklisi, emekli olmayanı olmaz. Şu anda Cumhurbaşkanı olarak ordunun başkomutanıyım. 104 emekli olarak bu açıklamayı nasıl yapıyorsunuz? Bu sizin özgürlüğünüzle alakalı bir konu değil. Bir başkomutan olarak kabul etmem mümkün değil...”
Demek ki asıl suçları emre itaatsizlik, başkomutana karşı gelmekmiş.
Karşısında esas duruşu bozmak bile askeri disipline aykırı bir büyük saygısızlıkken bir de sorulmadan fikir bildirmek ha! Edepsizliğin, terbiyesizliğin, hadsizliğin dik alası haliyle.
Ahir ömürlerinde derslerini aldılar, bir yaşlarına daha girmişlerdir, öğrenmenin sonu yok, emekliler bir daha gece TV’de izlerken bile selam duruşunu bozmazlar.