6-7 Eylül ve toplum...
İstanbullu, 75 yaşında bir esnafla yıllar önce yaptığım bir mülakattı hiç unutmam. 2005 yılıydı, Kızıtoprak’ta, evindeydik.
Söz bir ara 6-7 Eylül olaylarına gelince, şunları söylemişti yaşlı adam:
“O zaman bir milyon nüfusun azınlıklar denilen kesimi önemli bir yekûn tutuyordu. Mesela biz Beyoğlu’na çıkardık hiç Türkçe konuşulmazdı. Omuz atarlardı. Rum ve Yahudi piç kuruları vardı. Piç kurusu derdik biz onlara. Oraya hakimlerdi, bu bir. İkincisi, böyle Türk müessesesi yok gibi bir şeydi, İstanbul’da. Tarihten gelen mesela bezcilik filan gibi basit şeyler, Türklerindi. Kapitülasyonlar tesiriyle her şey onların eline geçmiş. Kaymak tabakaydı onlar. Azınlık gibi değil de sahip gibi davranır, farklı olduklarını belirtirlerdi. Dolayısıyla sempatik değillerdi. Samatya’da, Yenikapı’da, Balat’ta filan komşularıyla iyi geçinirlerdi ama Beyoğlu’na çıktığınız zaman ağırlıkları hissedilirdi…”
Bugün 7 Eylül… 6-7 Eylül 1955 olaylarının 68. yılı…
O iki gün boyunca Taksim’de binlerce Rum ve azınlık iş yeri, evi, dini mekanı saldırıya uğramış, talan edilmişti. 1955’te Kıbrıs hadiseleri yüzünden ülkede milliyetçi rüzgarlar esmekteydi. Eylül başında, daha sonra MİT tarafından gerçekleştirildiği anlaşılan, Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalanması üzerine kimi hazır kıtalar talan ve saldırıya başlamışlar ve Beyoğlu yerle bir olmuştu. Olayların ardından birçok Rum ve gayrimüslim sahip oldukları her şeyi geride bırakıp, yıllardır yaşadıkları yerleri terk ettiler.
Birileri tezgâhlar, zorlar, tahrik eder…
Birçok araştırmacı bu olayları sermayenin Türkleştirilmesinin kritik anlarından birisi olarak kabul eder.
Acaba sadece sermaye mi? Bu işin toplumsal zeminini, tahrik olmaya hazır bir şekilde bekleyen kitleleri nereye koymak gerek? Bu ve benzeri olaylarda, mağdurlara yardım edenler, saklayanlar, saldırganları durdurmaya çalışanlar hep olmuştur. Şükranla anılırlar.
Ama madalyonunun bir de diğer yüzü vardır.
İstanbul’u o esnafın yukarıdaki sözleri, bu yüzü, hadiselerin toplumsal zeminini en iyi anlatan, ortalama milliyetçi duygularını iyi tarif eden tanıklıklardan birisidir.
Toplum hep buradadır…
1895 yılında da böyle olmuştu örneğin.
30 Eylül günü talep ettikleri reformlar için Ermeniler Babiali önünde gösteri yapmışlar. Ardından medrese öğrencileri ve esnaf grupları Ermenilere saldırmış, sopalı hamallar devreye girmiş, üç gün süren olaylarda 2 bine yakın Ermeni sokaklarda katledilmişti. Reformların kabul edilmesinden sonra ise ilk olarak Erzincan’da başlayan olaylar hızla tüm Doğu vilayetlerini kaplamış, Kuzey’e uzanmış ve 1,5 ay içinde 50.000’e yakın insan (1800 Müslüman, 40000 civarında Ermeni) sivillerin yaptığı Ermeni mahalle baskınlarında hayatını kaybetmişti. Olaylar sonrası 150.000 Osmanlı Ermenisi ülkeyi terketmişti.
Balkan savaşlarının ardından Ege’deki Rumların korkutulması işini üstlenen Teşkilat-ı Mahsusa eylemleri sonucu 150.000 Rum Yunanistan’a kaçmış, malları, mülkleri Türkleştirilmişti. Tarihçiler giden Rumların mallarını talan için çeşitli illerden trenlerle gelindiğini söylerler.
Toplum yine oradaydı.
Bu durum sadece tarihi deneyimleri acıların, Balkanlarda ödenen kanlı bedellerin, korkuların, öfkenin, kuvvetli bir öteki fikrinin ürettiği bir halden ibaret değildir. Aynı zamanda bitmek bilmez bir “fetih” ve “sahip olma” duygusundan kaynaklanır.
Kiliseden kalma müzeler, camilere hala bu duyguyla çevriliyor, tarihte gayrimüslimlerle özdeş olmuş Beyoğlu gibi mahallelere bunun için devasa ve simgesel camiler yapılıyor.
Memlekete ait olduğu yılladır aşikar bir mahalleyi, mekanı, dağı, adayı kültürel ve nüfus olarak fethetmek, sınıfsal olarak ele geçirmek, kültürel olarak dönüştürmek, muhafazakar dünya için her zaman önemli bir siyasi hedeftir.
Kendisine sol diyenlerin çoğu da bu dalganın dışında kalmaz. Toplum, en azından toplumun hatırı sayılır bir kesimi hep oradadır.
Bunun içindir ki, yüzleşme, helalleşme, toplunu tarihiyle kendisiyle konuşması demokratik bir zihniyet için esastır.
2005 yılında başlayan 2015’le kadar süren, 1915 olayları ve Kürt meselesinin taşıyıcılığını yaptığı yüzleme, konuşma, arınma çabaları ve dönemi hayati bir değer taşıyordu.
Sarkaç, bugün tam tersi uçta…
Siyasetin katkısı belki büyük, o yüzleşme günlerini naiflik ve ihanet olarak ananlar sağdan sola hala burada…