Bir gece ansızın gelebiliriz
Bir süredir Gelibolu’nun toplumsal tarihi, topluluk, insan öyküleriyle ilgili çalışıyorum.
Osmanlı’nın son döneminde, tehcir furyaları öncesi, Gelibolu merkez ve köylerinde, 28.000 insan yaşardı: 16.000 (Rum), 8.000 (Müslüman), 2576 (Yahudi), 1200 (Ermeni).
Doğal olarak, geçmişleri ve nüfuslarıyla Rumlar Gelibolu tarihinin önemli bir parçasıdır.
Ancak tüm izleri yok edilmiştir. Bellekte de kayıt yoktur. Bugün Gelibolulu gençler Rum mahallesinin nerede olduğu bile bilmez.
1922’de son Rumlar mübadeleyle giderken, geride 4 kilise, 6 şapel, 8 okul, bir kaç büyük konak bırakmışlardı. Bunlardan geriye tek taş bile kalmamış durumda. Mezarlıklarının üzerinde bile bugün TOKİ türü binalar yükseliyor.
Gelibolu sadece bir örnek...
Birleşik, katmanlı, farklı topluluklardan oluşan yapıların ayrışması her zaman zor ve acılı olmuştur.
Çok milletli Osmanlı’da, bu, iyiden iyiye böyledir. 1915 Ermeni tehciri ve sonrası, (siyasi tartışmalar, suçlamalar, iddialar bir yana) tüm çıplağıyla karşımızda hala öylece durur. Süryaniler, 1915’te yaşadıkları kırımı “Seyfo” olarak adlandırırlar. Lübnan’da Osmanlı hala düşman olarak anılır. Cemal Paşa’ya, Suriye’de “kasap” lakabı verilmiştir.
Küçük bir parantez: (Muhtemelen bu satırları okuyan çok kişi, “bizde az mı çektik” diyecektir. Evet, Kafkasya’da, Balkanlar’da ölen, öldürülen Müslüman nüfus yüzbinlerle ifade edilir. Bu, doğrudur, ama doğrulayıcı değildir. Mütekabiliyet duygusu, çile hafızası bir durum, kayıplar bir olgudur. Ancak kırımları tokuşturmak, karşılaştırmak yanlıştır. Bu konuda karşılaştırmalı akıl yürütme, hafızayı formatlar, yükten kurtarır ve zulmü doğrular.)
Parantezi kapadık, devam edelim...
Gelibolu gibi pek çok Trakya şehrinde Rumlar bir dönemler nüfusun çoğunluğunu oluştururlardı. Rumlarının hikayesi daha az bilinir, ama o da acılıdır.
Osmanlı’da Rum ve Müslüman toplukları arasındaki güvensizlik 1821 Mora ayaklanmasıyla başlar. Balkan Savaşları ise bu ilişkiler açısından kritik bir aşamadır. Bu tarihte, Osmanlı ile Osmanlı Rumları bazen hem cephede aslen niyette karşı karşıya gelir.
Acılı hikayelerde bu savaş sonrası başlar.
1914 yılının Mayıs ve Haziran aylarında, 100.000 ila 150.000 arası Rum Yunanistan’a göçecektir.
Osmanlı kendi kararlarıyla gittiklerini, devletin bunun engellemeye çalıştığını söyler. Yunanistan ise korkuyla, baskıyla, mallarını, mülklerini bırakıp kaçmak zorunda kaldıklarını iddia eder.
Eski Meclis-i Mebusan Reisi, İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden Halil Menteşe anılarında şöyle diyecektir:
“Talât Bey, Balkan Harbi’ndeki hıyanetleri tebarüz eden anâsırdan memleketi temizlemeyi ön safa almıştı (...) Alınan tedbirler şu oldu: Valiler ve diğer memurin resmen işe müdahale eder görünmeyecek, cemiyetin teşkilatı işi idare edecek. Bir vak’a ihdas edilmeyecek, yalnız Rumlar ürkütülecek, bu talimat dahilinde harekete başlandı. Balkan Harbi’ndeki hıyanetlerinin tepkisile maneviyatı bozulmuş olan Rum halkı gitmek üzere ayaklandı…”
“Gavurların katledileceği” söylentileri, Teşkilat-ı Mahsusa’nın korkuyu arttırmak için kalkıştığı eylemler, örneğin Gelibolu’da kapıları çalınan, paralarına el konulan, “bir hafta sonra hepinizi keseceğiz nidalarıyla” sokakta sıkıştırılıp dövülen Rumlar, karşı milliyetçi duygular ve gelen göç...
Bir yıl sonra bir sürgün kararı gelir. Mart-Mayıs 1915’te Gelibolu yarımadasındaki Hrıstiyanlar askeri nedenlerle çatışma bölgesinin dışına çıkarılır, techire tabi tutulurlar. Gelibolulara hazırlanmaları için 2 saat süre verilir, yanlarına bir bohçadan fazlasını alamayacakları söylenir. Balıkesir, Susurluk ve Tekirdağ’a gönderilirler. Çoğu yok olacaktır. 1919’da Yunan işgaliyle birlikte, şehirlerine, örneğin Gelibolu’ya pek azı dönebilir. 1922’de ise mübadele gelir ve tümüyle göçerler.
Hikayenin toplumla ilgili boyutları da vardır.
1913-1919 arası 350.000 insanlarının öldüğünü söyleyen, milliyetçi tonu yüksek Rum yayınlarında bile Gelibolu’da binlerce Rumun, köylerde, çifliklerde, Müslüman komşularının yanına sığındığını anlatılır.
Hem, bu gerçek vardır, hem 1914 Baharında Rumlar göçerken, geride bıraktığı evlerini yağmalayanlar gerçeği...
Kırımlar, temizlikler, gasplar toplumdan muaf değildir. Ve her toplumda iyiler ve kötüler, vicdanlılar ve vicdansızlar vardır. Zamana kimin hakim olacağı, hangisinin galebe çalacağı, o ülkenin egemen kültürü, yönetim anlayışı için belirleyicidir.
Bunları yazmayı bir dekanın Boğaziçililere hitaben yolladığı, “bir gece gelir, işi bitirir, erkesi gün işe gideriz” mesajı aklıma düşürdü.
Böyle bir damar hep vardır.