İflah olmaz bir siyaset
Salgın dalgasının insanın ruh hali üzerinde yarattığı etkiler keskin. Benzerleri, ileriye dönük kanaatlerde, davranışlarda, yargılarda, dahası sistemler ve devletler üzerinde de olacak.
Açık: Salgın, hakim siyasi-ekonomik-toplumsal düzenin niteliği ve zaaflarını, bunalımlar karşısındaki kırılganlığını bir kez daha ve açık bir şekilde ortaya koydu.
Nitekim pek yerde ilk hükümler benzer:
Devletlerin Kodvid-19 karşısında yaşadığı bu acz, kurum ve kural yerine şahıs ve keyfiliğin egemen olduğu popülist esintilerle, kısa vadeli kar düzenine dayanan, regülasyon karşıtı sert neo-liberal ekonomik düzenle yakından ilişkili görünüyor.
Bunun karşısında doğal beklenti ve muhtemel gelişme, devlet mekanizmasının yeniden ve etkin bir biçimde organize olmasıdır. Kurumlaşma dozunu artırarak ve sosyalleşerek topluma nüfuz etmesi, ekonomik alanda etkin dengeleyici ve düzenleyici güç haline gelmesidir.
O zaman temel soru, pandeminin nasıl ve ne zaman biteceği kadar, sistemlerin revizyonunun nasıl ve ne istikamette gerçekleşeceğidir.
Önümüzde her zaman olduğu gibi iki istikamet var:
Ya, devletin topluma ve ekonomiye nüfuz etme çabasının, sosyal devlet arayışlarının, devlet-toplum ilişkilerinde yeni devlet hükümranlığı modeline ve otoriter öyküye yol açması...
Ya da kurumlaşma ve liyakat esaslı, doğayı ve insanı gözeten, toplumla ilişkileri şeffaf, denetime açık, katılma dair ara yüzlerin çoğaldığı bir siyasi merkezin, ekonomi düzeninin ve demokrasi anlayışının üretilmesi...
Gerçekleşecek olan yine her zaman olduğu gibi bu iki istikametin arasında bir nokta veya (farklı ülkeler için) noktalar oluşacaktır.
Bununla birlikte bu iki istikamet, geleceğe dair umut ve umutsuzluk, iyimserlik ve kötümserlik arasındaki çizgiyi çizerler.
İkinci yolu tutturmak, çatışmacı ve rekabetçi zihniyeti sorgulamayı, ulus içi ve uluslararası uzlaşma ve işbirliği fikrini merkeze almayı gerektirecektir.
Bunun gereği bir yana bugün zemini de var.
Salgın ve etkileri karşısında bir süredir uluslararası ve uluslariçi çatışmaların ivmesi de, anlamı da azaldı.
İnsan merkezli bir güvenlik anlayışı, etkinlik üretecek işbirliği ve konsensüs hali, tanımlı, tanımsız, herkesin doğal beklentisi haline geliyor.
Türkiye, bu ve benzeri fikirlere yaklaşabilecek mi?
Mevcut siyasi iktidarın bunu, bırakın gerçekleştirmesi, anlaması bile mümkün değil.
Ortada değil mi?
Muhalefetin elindeki belediyelerin salgın karşısında toplumsal ve ekonomik seferberliğe katılması, dayanışma ağları kurması bile siyasi iktidarı, rekabet güdüsüyle rahatsız ediyor, işbirliği bir yana çatışma dozunu arttırmasına yol açıyor.
Aynı siyasi iktidar salgınla mücadeleyi söylemde dahi partizanlaştırmaktan kendisini alamıyor. Cumhurbaşkanın her önlem açıklaması, bir yanıyla siyaset yapma, muhalefete laf atma, Batı’yla hesaplaşma, AK Parti’ye methiye düzme vesilesine dönüyor.
Hele infaz yasasındaki değişiklik önerilerinin çerçevesi akıl alır gibi değil. Şiddete bulaşmamış, pek çoğu keyfi ve siyasi gerekçelerle tutuklu olan muhalifler, Kürt siyasetçiler, gazeteciler cumhur ittifakının kararıyla kapsam dışı bırakılıyor. Böyle bir dönemde, af niteliğinde, uzlaşmaya, yumuşamaya vesile olabilecek bir yasa, iktidar için bir yemin tazelemesi ve bir yaptırım aracına dönüşüyor.
O zaman umut değişimdir.
Değişim ve demokrasidedir.
Her zaman olduğu gibi...