Kürt sorununda siyasete dönüş bir beka gereğidir
Kürt sorununun, beka söylemine ve asayiş politikalarına verdiği yanıt açıktır. Sorunun alanı genişlemiş ve dinamiklerini çeşitlemiştir.
Seçim sonrası dönemde siyasi iktidar ve cumhur ittifakı bakımından “hararetin” en çok yükseldiği konulardan birisi, siyaset dışı, hatta siyaset karşıtı bir çerçevede tanımlanan Kürt meselesi oldu.
Suriye’de güvenlik koridoru tartışmaları ve pazarlıklarının iç siyaset bakımından önemli bir yan işlevi bulunuyor. Bu, Kürt sorununun bundan böyle Suriye’deki YPG-PKK meselesinden ibaret olduğunu vurgulayan beka siyasetine, bu siyasetin tazelemesine ilişkin bir işlev. İktidardaki AK Parti-MHP-legalist asker üçlüsünden oluşan koalisyona güç taşıyor, tutkal oluyor.
Ne var ki, bu tablo pek çok açıdan kurgusal bir gerçeklik tablosudur.
Bunu görmek için, iktidar koalisyonunun mevcut beka kaygısını veri alarak, ama resmi tersine çevirerek, şu soruları, asıl soruları sormak gerekir:
Kürt siyasetini, Ortadoğu’daki oluşumlara, içeride sivil ve siyasi alana yönelik yasaklara, baskıya indirgeyen, bu sorunu diyalog, uzlaşı, çözüm anlamında siyaset dışı ilan eden bir politika, beka tehdidini ortadan kaldırır, sorunun çözülmesi bakımından bir sonuç verebilir mi?
HDP’li belediyelere kayyum atamak ya da kaynak sınırlayan bir politika gütmek, dokunulmazlıkların kaldırılmasını meclisteki “söz hakkı” için bile tehdit haline çevirmek, Demirtaş’tan, Önder’e pek çok siyasiyi cezalandırmak, HDP’ye terör örgütü yandaşı olarak yaklaşmak, yıllar önce katıldıkları açık toplantılardan ötürü, soruşturma ve kovuşturmalarla akademisyenler, gazeteciler, aydınlar ile Kürt meselesi arasındaki fikri ve siyasi ilişkiyi koparmak ve benzerleri adımlar Türkiye’nin Kürt sorununu çözer mi? Bırakın çözmeyi “görünmez” hale getirir mi?
Bu sorulara yanıt verirken, “evet” istikametinde bir ima bile akıl dışı olur.
Türkiye Kürt meselesinin toplumsal, etnik, siyasi bir sorun olduğunu inkar eden pek çok iktidar gördü. Hemen hepsi bu sorunun açtığı asayiş ve şiddet tuzağına düştü. Bugün de durum, askeri teknolojik imkanların artmasına, Türkiye’nin bölgede daha müdahil ve askeri açıdan aktivist politikalar izlemesine, Afrin ve Cerablus operasyonlarına ve PKK’nın baskı altına alınmasına rağmen farklı değil. Zira, Kürt meselesi ve Türkiye şu iki basit evrensel kuraldan azade değil: “Toplumsal meseleler kuvvet yoluyla çözülemez ve bu tür meseleler, yanlış teşhislere, politikalara, özellikle kuvvete tepki verir.”
Nitekim, Kürt sorununun, beka söylemine ve asayiş politikalarına verdiği yanıt açıktır: Sorunun alanı genişlemiş ve dinamiklerini çeşitlemiştir.
-1990’larda Türkiye’nin 10-15 ilini kuşatan bu sorun bugün Suriye’den İstanbul’a uzanan bir hat üzerinde ülkenin ve bölgenin belirleyici bir dinamiğine dönüşmüştür.
- Ortadoğu’daki Kürt egemenlik alanı hiç olmadığı kadar büyümüş, Türkiye kendi Kürt sorununu bu alandan koparıp demokratik bir entegrasyonun kapılarını açabilecekken, izlediği siyasetle kendi meselesini Ortadoğu’nun tam parçası kılmıştır.
- Kürt siyasetinde sertleşme işaretlerinin ortaya çıktığı 2014 yılından itibaren, Kürt siyasi hareketinin yasal ayağı olan HDP’nin oy oranı yüzde 10’u aşan bir seviyeye yerleşmiştir. 2014’te önce Demirtaş yüzde 9.8’lik bir oya ulaşmış, bu oran takip eden seçimlerde HDP adına yüzde 13.1 (Haziran 2015), yüzde 10.8 (Kasım 2015), yüzde 11.70 (Haziran 2018) olarak devam etmiştir. Bu seyir esasen Doğu ve Güneydoğu Anadolu merkezli başlayan, 2011’den sonra Suriye’ye sirayet eden Kürt sorununun, son aşamada Türk siyasi alanına ağırlık koyarak kendisini dışa vurmaya başlamasıdır.
Bu tabloya başarılı denebilir mi? Siyasi iktidarın tanımlarını veri alacak olursak bu, tehlikeyi bertaraf eden bir tablo mudur?
Kaldı ki bu veriler, sadece bugüne işaret etmiyor, bu istikamette yol alındıkça sorununun ne denli derinleşeceğini de gösteriyor. Ne devlet adamların ve siyasilerin meydan okuyucu açıklamaları, ne baskıcı ideolojik şemalar ne de politik kabarmalar ve tehdit dili bu gerçeği ortadan kaldırmıyor.
Bugün Türkiye’nin Suriye’de ABD ve Rusya’yla yaptığı pazarlıklar, bu çerçevede kurduğu dengeler, kendi yanlış politik tercihlerinin esiri olmasına yol açıyor. Güvenlik koridoru pazarlığı ile Öcalan’ın Suriye’nin toprak bütünlüğünü vurgulayan mesajları arasında bir bağ olmadığını kim iddia edebilir?
Dün bulunduğumuz nokta basitçe şöyleydi:
Türkiye Kürt sorununu demokratik-entegrasyon esası ve yerel yönetimler üzerinden bir modelle bir çözüme bağlama ve bunu bölgeye ihraç etme imkanına sahipti.
Bugün bulunduğumuz nokta ise durum yine basitçe şöyle:
Türkiye çözümü değil, sorunu bölgeye ihraç etmiştir. Bugün bölgede, oyuna müdahil uluslararası bir çok aktörün egemenlik kavgasında ve güç arenasında edilgen bir durumdadır, Türkiye’nin Kürt sorununa ilişkin çözüm ve denge modeli, dışarıdan içeriye doğru yönelme noktasına gelmiştir.
Sorun çözümü esastır, ancak çözümün dili ve meşruiyeti de o denli önemlidir.
Nitekim dış dinamikler ve Suriye dengesinden gelecek bir “çözüm” paketi ya da fikri toplum, demokrasi, yeni bir toplumsal sözleşme ruhu, hepsinden önemlisi güçlü ve içeriden destek alan siyasi bir irade devrede olmadıkça, iç siyasi alanda yeni gerginliklere, ayrışmalar yol açabilir.
Kürt sorununda demokratik siyasete, diyaloga geri dönüş, gerçek anlamda bir istikrar ve beka gereğidir.