Yaralar…

Bu toplumun yaraları var. 

Yaranın ardında ise tedaviye muhtaç üç derin hastalık var... 

Bunlardan birincisi “simgesel bozukluk”tur. 

Bu hastalığın esiri kişi, kesim ve sistemler, kendi dünyalarına ait kültürel işaret ve tarzları, anlama, algılama, denetleme, yandaş ya da öteki kılma aracı olarak kullanırlar.  

Bizde bu bozukluk, siyasi bir ihtiyacı karşılama, nevi şahsına münhasır ya da otoriter bir laiklik anlayışı üzerinden bir kültürel, hatta ekonomik tekel sahası oluşturma işlevi görür. 

Kamusal alan olarak adlandırılan işte bu biteviye büyüyen tekel sahadır. 

O zaman bu sahaya giriş ve çıkışlar “sembolik uygunluk kriter”ine tâbi olur. Dün İslami kimliğin siyasal ve kamusal hayatın dışında tutulmasını bu sembolik denetim sağlardı. Bugün sistemin parçası olmayı sağlayan tersten yapılan sembolik denetim haline geldi. 

İkinci hastalık “kimlik-dogma ilişkisi takıntısı”dır. Kimlik-dogma ilişkisi, İslami veya etnik kültürel kimliklerin öz olarak ataerkil bir yapıyı simgelediği, ilerlemenin karşı kutbunu oluşturduğu inancını ifade eder. 

Bu çerçevede örneğin din, insan-inanç ilişkisinden çok toplum-siyaset ilişkisi açısından ele alınır. Örneğin etnik kimlik, her zaman tehlikeyi ifade eder.  

Üçüncü hastalık “toplum tasavvuru yokluğu”dur. 

Toplum tasavvuru yokluğu “dondurulmuş tarih ve toplum” algısı üzerine oturur. Örneğin toplumun hatırı sayılır bir kesiminde 1923 ve takip eden yıllar, o dönemin arayışları sadece başlangıç değil, aynı zamanda varış noktası, özlem geçmişe yöneliktir. Başka bir kesimde ideal an ve geçmiş başka bir dönemle tezahür eder. Bugün gücü pek azdır, tasavvurda bugün neredeyse yoktur. 

Tarih tasavvurundaki bu “öznellik”, toplum tasavvuruna ilişkin bir “bozukluk” ile anlam kazanır ve tamamlanır. 

Nitekim farklı talep, kimlik ve aktörlerden oluşan parçalı toplum anlayışı bu kesimde aktif bir şekilde reddedilir. 

Buna karşılık öne çıkarılan, hatta idealleştirilen “homojen insan” üzerine kurulu modernist-ilerlemeci bir düzen, yani “benzer bireylerin toplamından ibaret tekil bir toplum anlayışı”dır. Farklılık algısı da buraya hapsolur. 

Örneğin, toplumsal dokuya ait farklı kültürel unsur ve tabakalar temizlenmesi gereken ataerkil kalıntılar olarak değerlendirilirken, toplumsal farklılaşma, “homojen birey ve ideal toplum modeli”nin hem kurucu hem pekiştirici unsurları olarak kabul edilen eğitim, gelir, cinsiyet gibi verilerle ele alınır. 

Bu durumun toplumsal tasavvur eksikliği yanında bir toplumsal tasavvur bozukluğuna işaret etmesinin ana nedeni, otoriter zihniyetin “oluşması arzu edilen toplumsal yapı” ile “var olan toplumsal yapı” arasında bir “zihin karışıklığı hali” yaşamasıdır. 

İdeal bir toplum tahayyülü fiili bir işlev görmekte, mevcut toplum bu tahayyülün üzerine oturtulmakta, en azından bu tahayyülle uyumlu davranması beklenmektedir. Aksi durumlar, “irrasyonel gelişmeler” ya da “ataerkil tortu ayaklanmaları” olarak algılanır. 

Bu hastalıklar iyileşirse, eğer, Türkiye berrak, sivil ve demokrat bir toplum olmasını öğrenecektir. 

YORUMLAR (108)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
108 Yorum