Pîr-i Türkistan
Bir ülkenin yol göstericileri olmalı. Bir de dağları. Bir hafta vakit geçirdiğim Kazakistan’da manevi önderler ve muhteşem dağlar gördüm.
Eski başkent Almaata’dayım. Tanrı Dağları’nın eteklerinde 2 milyon nüfuslu bir güzel şehir. Konuştuğum insanlar Almaata için “en güzel, en modern şehir” diyor. Modern kısmına katılırım fakat kim nasıl düşünür bilemem, güzellikte Türkistan (Yesi) benim şampiyonum. Orada gönlünü Hakk’a, yüzünü halka çevirmiş bir güzel adam var: Orta Asya’nın fatihi Hoca Ahmet Yesevî.
Yol boyunca Hakk’ı hatırlattı. Hakk’ın türküsünü söyledi gariplere. “Bu topraklar gariplerin, Türkistan Hakk’a yakın olacak” deyip durdu. Milletinin Müslüman kalması ve aşkla yaşaması için gayret etti.
Geçimini el emeğiyle, kaşık ve kepçe yontarak temin etmiş. Aslında yonttuğu şey kaşık ve kepçe değil. İnsan. Yontarak güzelleştirmiş insanı ve Türkistan’ı.
***
Şimdi bir koşuşturma içinde insan. Vakti yok ve para kazanmakla meşgul. Hakim “dünya sistemi” de insanın kalbiyle baş başa kalmaması için var gücüyle çalışıyor. Dünyayı kontrol altında tutuyor sürekli. İstiyor ki sadece tüketsin insan ve kendisine karşı çıkmasın. “Vatanınız dünya” desin insanlar ve bir ülkeleri olmasın. Hakim sistem, insanın Hakk’ı hatırlamasına hiç sıcak bakmıyor. Dinleri birleştiriyor, insanları aynılaştırıyor. Gariplere sığınak olan İslam’a ise tahammülü yok. “Şiiri de şarkıyı da benim istediğim gibi söyleyeceksin” diyen bir “dünya sistemi” var şimdi.
İşimiz zor. Bir kalple yaşamak zordur. Sadece iyiyi istemek zordur. Adaletten, sevgiden uzaklaşmadan kötülerle mücadele etmek zordur.
***
İslam mevcut “dünya sistemi”ne cevap verebilecek, onunla mücadeleyi göze alabilecek bir din. İki meseleyi âlemin merkezine koyar İslam: Aşk ve adalet. Aşk ve adalet, Hak yolcusunun en sevdiği kelimeler. Aynı zamanda dünya sistemini tedirgin eden iki kavram. Aşk ve adalet fıtrattır, insanın insana kulluğunu ortadan kaldırır.
***
Almaata’da Ahmet Yesevî’yi soruyorum. “Evet, tabii, bizim atamız” diyorlar hemencecik. Adalet ve aşk şampiyonu Ahmet Yesevî ile gurur duyuyorlar. Ahmet Yesevî’nin yolunu, Rusların Müslüman halklara yaptıklarını ve dünyanın gidişatını konuşmaya başladığınızda ise Kazak dostlarınız adına üzülüyorsunuz. Ahmet Yesevî’yi tanımıyorlar ve dünyanın gidişatına dair söyleyecekleri fazla söz yok.
***
Kazakları suçlamıyorum ve küçümsemiyorum. Ruslar İslam’ı kendi hakimiyetleri önünde en önemli engel olarak görürler. Kazakistan’ı tamamen idareleri altına alan Ruslar büyük bir asimilasyon siyaseti uyguladılar. Halkın ibadet hürriyeti kaldırıldı, camiler kapatıldı. Daha yakın zamanda bile -1950-75 arasında- yüzlerce din/İslam aleyhtarı kitap Kazak Türkçe’sine çevrildi. Rus yönetimi bunlarla da yetinmeyerek Türk lehçeleri arasındaki farklılıkları artırıp her birini ayrı bir dil şekline sokmaya çalıştı. Kiril alfabesini kabul ettirdi. Ne mi oldu sonunda? Kazaklar Ruslara benzemeye başladı. Sovyetlerin dağılmasından sonra kendi dili, dini ve ülkesi olduğunu hatırlamaya başladı Kazaklar. Şimdi kendi ayakları üstünde durmaya çalışan, diline, dinine uzaktan bakan bir halk var. Türk olduğunu, Müslüman olduğunu daha çok hatırlamaya çalışan bir Kazak halkı var.
***
Sadece Kazak halkı için değil, her birimiz için, insanın önünde iki seçenek var: Ya kendiniz olup ülkenizin kaderiyle yan yana yürüyeceksiniz ya da dünya sisteminin bir parçası olup “dünya vatandaşlığı”na rıza göstereceksiniz.
***
Ahmet Yesevî bize birinci yolu önerir. Gönlünü Hakk’a açmış bir Türk (Ruslar sevmez bu kelimeyi) olarak Pîr-i Türkistan, Divân-ı Hikmet adlı eserinde aşk, ölüm ve hakikat uğruna konuşur. “Dünya sistemi”nin yıktığı kalpleri sevgiyle onarır. Milletine milletinin diliyle seslenir. Çünkü Yesevî, “Ancak bir dil bir milleti meydana getirir” inancını benimser. Dünyadaki en güçlü bağın insanın Rabbi ile kalbi arasındaki bağ olduğunu söyler bir de. Kalbini evi, kıblesi bilir.
***
Kalp, vatanını sever. Çünkü vatan annemizdir, evimizdir. Vatanını kaybeden annesini kaybetmiştir. Kalbimize, vatanımıza, evimize bakarak yaşarız. Oraya bakarak garip kalırız.
Tebessümle söylediğim bir şey daha var: Yesevî’nin yolu, aşk yoludur. O yolu kaybedersek, şiiri de musikiyi de kaybederiz. İncelik ve zarafet gider. Şiire, kelimeye, ruha dokunmak yerine özden uzaklaşır, şekilde kayboluruz.
Türkistan yollarını yazacaktım. Ahmet Yesevî izin vermedi. İyi ki böyle oldu. Sevdim. Siz de sevin. Türkistan yolarında görüp işettiklerim, haftaya nasipse.