Satranç muhabbeti

Televizyonlarda sık sık arzıendam eden popüler bir molla, hiçbir sahih hadis kitabında yer almayan bir hadisi zikrederek satrancın tavla ve kumardan bile beter bir oyun olduğunu, hatta oynayanlara ölürken Kelime-i Şehadet’in nasip olmayacağını söylemiş. Diyanet yetkilileri bu iddiaya gereken cevabı verdiler. TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “Satranç” maddesinde de doyurucu bilgi var. Meselenin itikadî tarafını din adamlarına bırakarak bugün izninizle bir satranç muhabbetine girişmek istiyorum.

***

Satrançtan daha mükemmel bir oyun henüz icat edilmiş değildir. Hindistan’dan İran yoluyla bütün dünyaya yayılan satranç, İslâm dünyasında sevilerek oynanan ve geliştirilen bir oyun oldu. Satranç üzerine çok önemli kitaplar yazılmış ve Ebubekir es-Sûlî gibi büyük satranççılar yetişmiştir. Bildiğim kadarıyla, en muhafazakâr fakihler bile satranç hakkında yasaklayıcı hükümler vermediler. İranlıların ayakta tutmak ve yaygınlaştırmak için büyük gayret gösterdikleri tavla, satrancın hiçbir zaman ciddi bir rakibi olamadı.

Tavla-satranç savaşı hiç bitmemiş olsa da, insanlık tarihinde satrancın çok özel bir yeri var. Bütünüyle zekâya dayanan, bir taktik ve strateji oyunu olan satrancın devlet adamları ve askerler tarafından tercih edilmiş olması son derece tabiidir. Tavla pek küçümsenecek bir oyun değilse de, kumara dönüşmeye yatkındır ve zar atılarak oynandığı için bu oyunda kazanmak, zekâdan daha fazla şansa bağlıdır.

***

Satranç, Osmanlı dünyasında da yaygın olarak oynanan bir oyundu. Satranç bilmeyen padişah ve şehzade yoktur. Evliya Çelebi, Cem Sultan’ın maymununun bile satranç bildiğini iddia eder. Yıldırım Bayezid, Fâtih, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanuni, IV. Murad ve III. Selim gibi padişahların birer satranç ustası idiler. Kütüphanelerimizde satranç hakkında bir hayli yazma eser vardır. Bunlardan biri, Uzun Firdevsî’nin II. Bayezid’e takdim ettiği Satrançname-i Kebir -ki bu eserde yetmiş kadar oyunun nasıl oynandığı şemalarla gösterilir- birkaç yıl önce TDK tarafından yayımlandı.

Büyük bir satranç ustası olan Timurlenk’in satranç tahtasını genişletip yeni taşlar ilave ettiği biliniyor. Bir gün rakibini şah-ruh, yani şah-kale hamlesiyle sıkıştırmıştı. Tam o sırada bir oğlunun dünyaya geldiği müjdesini alınca bebeğe Şahruh, yeni kurduğu bir şehre de Şahruhiye ismini verdi. Şahruh, isminin hakkını vermesi için usta bir satranç oyuncusu olarak yetiştirilmişti. Rivayet ne kadar doğrudur, bilmiyorum; Timur, Çubuk Ovası’nda Yıldırım Bayezid’i mağlup ettikten sonra zaferinin şerefine oğlu Şahruh’la satranç oynar ve onu da yener.

Yavuz’un Trabzon valisiyken derviş kıyafetinde Tebriz’e giderek çok iyi bir satranç oyuncusu olan Şah İsmail’e meydan okuduğu ve onu kolayca yendiği de Evliya Çelebi tarafından anlatılır. Bu, muhtemelen uydurma bir hikâyedir, ama uydurma bile olsa, hem Yavuz’un daha şehzadeliğinde Safevî meselesiyle ilgilendiğini göstermesi, hem de satrancın önemine işaret etmesi bakımından dikkate değer.

***

Satranç, Osmanlı coğrafyasında son derece yaygın bir oyundu. Sarayda, konaklarda, kahvehanelerde, hatta bazı tekkelerde çok iyi satranç oynayan Türklerin bulunduğundan şüphe etmiyorum. Eski divanlar taranırsa, bütün divan şairlerinin satranç bildiklerine hükmetmek gerekir. Çünkü şiirlerinde şah, ferz (vezir), ruh (kale), pîl (fil) ve beydak (piyon), açmaz, kişt (kiş) ve mat gibi satranç tabirlerini kullanmayan şair yok gibidir. Geniş bilgi edinmek isteyenlere Prof. Dr. Mehmet Arslan’ın “Divan Şiirinde Satranç ve Satranç Istılahları” başlıklı makalesini bulup okumalarını tavsiye ederim.

Tuhaf olan, modern edebiyatımızda satrancın sırra kadem basmasıdır. Tanzimat devrinin önemli simalarından Ahmet Vefik Paşa’nın satranç oynamaktan çok hoşlandığını, bu oyunlarda çok zaman mağlubun galibe ziyafet çekmesinin kararlaştırıldığını, ancak Paşa’nın galip gelse de her seferinde ziyafeti kendisinin çektiğini bir yerde okumuştum.

Abdülhak Hâmid’in de bir satranç üstadı olduğunu bilenler bilir. Lüsiyen Hanım’ın hatıralarında, Bebek’teki evlerinin haftada bir satranç kulübüne dönüştüğünden ve bazan yirmi dört saat süren çetin satranç partilerinden söz edilir. İsmet Paşa, bir gün Sıraserviler’deki evlerine sırf Hâmid’le satranç oynamak için gitmiş; galip gelebilmek için bir hayli çekişmişler. Son zamanlarında satranç kitaplarından hareketle kendi kendine satranç oynayan Hâmid’in “Hep Yahut Hiç” şiirinden birkaç mısra:

O halde ne çare,

ya satranç veyahut

o mâhut

briç.

***

Hangi şair ve yazarların hangi oyunlara meraklı oldukları “keyifli” bir araştırma konusudur. Nâmık Kemal, Ahmet Hâşim, Yahya Kemal, Faruk Nafiz vb. tavla oynarlardı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın satranç oynayıp oynamadığını bilmiyorum; ama Mahur Beste isimli romanının kahramanlarından Atâ Molla bir satranç tutkunudur; uşağının iyi satranç bildiğini fark ettikten sonra neredeyse bütün vaktinin onunla satranç oynayarak geçirmeye başlar. İki büyük kızını, damatlarını satranç imtihanından geçirdikten sonra evlendirmiştir. Üçüncü damadı Behçet Bey’i hiç benimsememesinin sebeplerinden biri de bu tuhaf adamın satrançtan anlamamasıdır. Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ında da satrançtan sık sık söz edilir. Bu romanının bölümlerinden biri “Uzun Süren Bir satranç Oyunu” başlığını taşımaktadır.

17-01/22/22kr2besir1.jpgŞems-i Tebrizi’nin satranç oynamasını tasvir eden bir minyatür.

Unutmadan eklemeliyim: 1983 yılında genç yaşta hayata veda eden İlhami Çiçek’in “Satranç Dersleri” isimli uzun ve güzel bir şiiri vardır.

***

Satranç Avrupa’da yayılır, satranç kulüplerinde büyük satranççılar yetişirken bizde tavla yavaş yavaş hâkimiyetini ilan etti. Cumhuriyet devri edebiyatı taranırsa, romanlarda tavlanın daha çok yer aldığı görülecektir. Nâzım Hikmet, Orhan Selim müstearıyla yazdığı “Tavla ve Satranç” başlıklı yazısında, tavlanın eskiden ihtiyar oyunu olduğunu, her gelen zar için kafiyeli bir nükte savurarak “Acem halılarındaki servi nakışlarına benzeyen sedefli hanelerin üstünde pulları bir şarkı gibi dolaştırıp keyfettiklerini” söyler. Ama bazı ihtiyarlar da satranç oynarlarmış; “bu yüksek taktika, zekâ ve plan oyununun” öyle büyük ustaları varmış ki, isimleri o zamanlarda birer vezir ismi gibi saygıyla anılırmış.

17-01/22/22kr2besir2.jpgAbdülhak Hâmid, kendi kendine satranç oynarken.

Nâzım Hikmet bunları söyledikten sonra bugünkü gençlerin miras olarak satrancı değil de tavlayı benimsemiş olmalarını, üstelik tavlayı eskiler gibi şarkı söylercesine değil, büyük gürültüler çıkararak oynamalarını eleştirir ve “Fazla düşünmeye vakitleri mi, yoksa sabırları mı yok?” diye sorar.

Bu sorunun cevabı şu olsa gerek: “İkisi de...”

NOT. Stefan Zweig’ın o müthiş “Satranç” hikâyesini, henüz okumamış olan okuyucularıma hararetle tavsiye ederim.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum