Temmuz düşünceleri

Sosyal medya bataklığından hep uzak durdum. Hiç kullanmadığım resmî bir twitter hesabım var, o kadar. Bir ara eşin dostun tavsiyesiyle bir facebook hesabı da edindim, fakat yürütemedim. Çünkü buna vaktim yok. Dijital platformları çok kullananlar asıl işlerine ne kadar vakit ayırabiliyorlar, bilmiyorum. Bazı siyasî liderlerimiz bile sosyal medyayı aktif olarak kullandıkları gibi Netflix dizilerini de seyrediyorlarmış. Aşk olsun vallahi!

Başkalarını bilmem, ama ben zamanın ne kadar değerli olduğunu, yapacak ciddi işleri olanlar için yirmi dört saatin bile yetmeyeceğini idrak edeli çok oluyor. Bu yüzden son günlerde bastıran ve verimli çalışmamı engelleyen rutubetli temmuz sıcaklarından çok şikâyetçiyim. Temmuz ve ağustos aylarını sevdiğimi söyleyemem; benim mevsimlerim ilkbahar ve sonbahardır. Kışı da kışın kışlığını bildiği bölgelerde severim, bu taraflarda değil.

Geçenlerde Nurullah Ataç’ın Günce’sine bir vesileyle yeniden göz atarken 18 Temmuz 1954 tarihinde yazdıkları dikkatimi çekti. Hazret kendine has Türkçeyle şunları yazmış:

“Uzun sürdü, sert oldu bu yılın kışı da onun için sıcaklardan yakınmıyayım diyorum. Ama olmuyor işte (...) Ne çıkar havaların sıcak olmasından? Evet, rahat gezilmiyor sokaklarda, gölgeden çıktınız mı beyninize bir yumruk yemiş gibi oluyorsunuz, bin güçlükle uyuyorsunuz geceleri, sabahleyin uyanınca da ter içindesiniz, yorgunsunuz. Doğru bütün bunlar. Gene de ne çıkar? Biliyorsunuz ki geçicidir, güz gelecek, kış gelecek, üşüyeceksiniz de arayacaksınız bu yakıcı sıcağı...”

* * *

Bizim eskiler ısınma imkânları kıt olduğu için kışı, bunaltıcı sıcaklar ve rutubet yüzünden de yazı pek sevmez, daha ziyade bahara neşideler söylerlerdi. Nesib bölümünde baharın tasvir edildiği kasideler, yani bahariyeler bol, yazdan şikâyet edilen temmuziye ve iç karartıcı kış tasvirlerinin yapıldığı şitaiyeler sayılıdır. Sonbaharı da pek sevdikleri söylenemez. Hazan, çürümeyi, yok oluşu temsil ettiği için hüzün vericidir. Sonbahar duyguları edebiyatımızın modernleşme döneminde de hüzün yüklüydü. Mehmed Rauf’un Eylül’ünü düşününüz.

Servet-i Fünun edebiyatı, mevsimlerle ilgili duyguların çeşitli şekillerde ifade edilmesi bakımından hayli zengindir. Tevfik Fikret, Âveng-i Şühûr (Ayların Hevengi) isimli uzun manzumesinde aylarla ilgili duygu ve düşüncelerini anlatır. Rumi takvimde yılın ilk ayı olan martta donuk bakışlı ve soğuk çehreli kış, Fikret’e göre, kararsızdır, hem gitmek ister hem istemez; örter, açar, bakar, yine örter bulutları. Onun bu şaşkınlığı ve nazlanışı yüzünden zavallı kuşlar serseme döner; aldanarak açılan çiçekler ise aynı anda hem sevinci hem hüznü yaşarlar. Nisan, çiçekli bir dala konmuş kanatlı bir hülyaya benzer; sarı bir nilüferin dudağından doğmuştur. Mayıs, saf, şuh ve sevdalı bir köylü kızıdır; çiçekler onun gülüşünden serpilen parlak renklerdir. Haziran, Fikret’te altın başaklı tarlasının bir kenarını bezeyen ağaçların altında hayale dalmış mutlu bir çiftçi, temmuz ise tarlada mavi yeldirmesinin yenlerine alnını silerek yorgun argın gezinen köylü kadın imajı uyandırır. Ağustos mevsimin son nefesidir. Ya Eylül? Fikret bu ayı ölmek üzere olan bir genç kızın son deminde güzel yüzünde dolaşan hüzünlü gülümsemeye benzetir.

Fikret’in teşrinleri, yani ekim ve kasım aylarını anlattığı bölümlerde derin bir ümitsizlik duygusu hissedilir. Aralıkta her yer beyaz... Toprağın cesedi, kefeni andıran yekpare beyazlığın altında titremektedir. Ocak, Fikret’te aç ve yoksul insanları temsil eder; yine kar vardır ve işte iki zavallı, yoksulluğun iki timsali gibi, çatlamış elleriyle karıştırdıkları çöplükte yiyecek arıyorlar. Şubatta kar, son kanat çırpınışlarıyla uyuyan toprağa ümit yağdırmakta ve akan seller dağların göğsünü parçalamaktadır, vb.

* * *

Âveng-i Şühûr’un yazıldığı tarihte ekim, kasım, aralık ve ocak kelimeleri ay isimleri olarak kullanılmıyordu. Ay yılını esas alan Hicrî takvimin yarattığı bazı zorluklar sebebiyle 18. yüzyıl sonlarında, malî işlerde güneş yılı kabul edilmişti. Bunun için yeni ay isimleri gerekiyordu. O tarihte Suriye civarında kullanılmakta olan Rumî Takvim’den Süryanice ay isimleri alındı. Âzer, nisan, eyar, haziran, temmuz, âb, eylül, tişrin (teşrîn-i evvel, teşrîn-i sânî) ve kânun (kânun-ı evvel, kânun-ı sânî). Fakat nedense Âzer, Eyar ve Âb adlarını beğenmeyip onların yerine Lâtince mart, mayıs ve ağustos’u tercih ettiler. Böylece zamanı iki türlü saymaya başlamıştık. Avrupa ile ilişkilerimiz, daha sonra Gregoryen takvimin kullanılmasını zorunlu kılınca işler daha da karıştı. Hicrî, Rumî ve Efrencî birlikte kullanılıyor, periodiklerde üç takvime göre belirlenmiş tarihler ayrı ayrı yer alıyordu.

Rumî yılbaşının 1 Ocak’a alındığı 1918 yılında ise tuhaf bir durum ortaya çıktı: Birinci kânun anlamına gelen kânun-ı evvel yılın son ayı, ikinci kânun anlamına gelen kânun-ı sânî yılın ilk ayı olmuştu. Zaman zaman birinci kânun, ilk kânun ve ikinci kânun, son kânun şekillerinde de kullanılan bu ay adları, 1930’larda aralık ve ocak şeklinde Türkçeleştirildi. Ocak, Süryanice kânun’un Türkçesidir. Kânun-ı evvel’e hangi gerekçeyle aralık isminin verildiğini bilmiyorum. Ekim yapılan teşrîn-ı evvel’e ekim adı yakışıyor doğrusu. Arapça menşeli bir kelime olan ve teşrîn-i sâni yerine kabul edilen kasım, zaten halk takviminde kullanılıyordu. 8 Kasım’da başlayıp Hıdırellez’e, yani 6 Mayıs’a kadar devam eden döneme Kasım denirdi.

* * *

Divan şairlerince yazılan temmuziyeler, Süryanice’den alınan temmuz isminin yaz aylarını ifade etmek üzere Rumî takvimin kabulünden önce de kullanıldığını gösteriyor. Temmuz menşe itibariyle Sümercedir. Dumuzi, Sümer mitolojisinde tanrıça İnanna ile evlenen ve Uruk’un ilk kralı olan çobanın adıdır. İbranice ve Süryaniceye tammuz şeklinde geçen dumuzi, Yunancada Adonis’e dönüşerek mitolojinin önemli kahramanlarından biri olur.

Refik Halid’e göre “ayların yamanı” olan temmuz ayı “tarih itibariyle bir bakıma pek sakar, başka bakıma pek uğurlu, şakaya pek gelmez, omuz silkip geçilemez, ‘Adam sen de...’ denilemez bir aydır.” Daha sonra temmuzda yaşanmış önemli hadiseleri sıralayan (mesela Rumi 10, Miladi 23 Temmuz) Refik Halid, bu hoş yazısını şöyle noktalar:

“Temmuza güveniniz.

Temmuzdan çekininiz.

Temmuz cana can katabilir, canı cehenneme de yollayabilir.

Temmuz hem Cebrail’dir nübüvvet getirir, hem Azrail’dir, son nefesi alıp götürür ve çok defa da İsrafil meşhur ‘sûr’unu temmuzda öttürür.”

Hainane bir kalkışmanın destanlara yaraşır bir direnişle akamete uğratıldığı 15 Temmuz’u düşünüyorum da Refik Halid’e yerden göğe hak veriyorum.

Not: Sevgili dostumuz İrfan Çiftçi, bir kalp krizi sonucu genç yaşta hayata veda etti. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine ve dostlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum