Şimdi hangi İran’ı göreceğiz?

BLACKSBURG, VIRGINIA

İran’ı iki nükleer güç olan İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri ile karşı karşıya getiren 12 günlük savaş, tüm tarafların zafer ilan edebildiği çatışmalardan biri oldu. İran İslam Cumhuriyeti için bu açıklama hızlı bir şekilde geldi ve rejimin hala ayakta olduğu gerçeğine odaklandı. Ağır kayıplara ve geniş çaplı hasara rağmen ne bir çöküş, ne bir isyan ne de bir rejim değişikliği yaşandı.

Pek çok İranlı, özellikle de yurtdışındaki muhalefet (sürgündeki veliaht prens Rıza Pehlevi’den eski silahlı grup Halkın Mücahitleri’ne kadar bazıları saldırıları açıkça alkışladı) için saldırının boyutu hükümeti devirmeye yönelik bir niyete işaret ediyordu. Ancak isyan çağrısını kimin yaptığı göz önüne alındığında, isyan olası değildi. İran’ın sivil ve profesyonel hayatının bel kemiği olan kentli orta sınıf, bölgede onlarca yıldır baskı ve şiddetle anılan iki yabancı güç adına ayaklanmayacaktı.

***

Dolayısıyla sıradan İranlıların “kazanıp kazanmadığı” bundan sonra ne olacağına bağlı: hükümetin nasıl tepki vereceği, sivil altyapıyı ne kadar çabuk yeniden inşa edebileceği ve acımasız bir bombalama kampanyası karşısında bayrağın etrafında toplanan orta sınıfa taviz verip vermeyeceği.

Bazı değişimler İsrail saldırmadan çok önce başlamıştı bile. 2023 ortalarından bu yana İran İslam Cumhuriyeti içe dönük stratejik bir yön değişiminin işaretlerini vermeye başlamıştı. 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırısının ardından ya da Lübnan ve Suriye’deki müttefiklerinin baskı altına girmesiyle doğrudan çatışmaya girmemişti.

2022’de, genç bir kadın olan Mahsa Amini’nin gözaltında ölümü sonrası kitlesel protestolar nedeniyle rejim, yazılı olmayan kıyafet kurallarının sokak düzeyindeki uygulanmasını büyük ölçüde gevşetmişti. Geçen nisan ayında Tahran ve birkaç küçük şehri ziyaret ettiğimde kentsel manzaranın ne kadar değiştiğine şaşırmıştım. Çoğu olmasa da pek çok kadın baş örtüsü olmadan dışarı çıkıyor ve kafe kültürünün yayıldığı şehirlerde genç erkeklerle rahatça bir araya geliyordu.

Ardından Mesud Pezeşkiyan’ın Haziran 2024’te sürpriz bir şekilde cumhurbaşkanlığına seçilmesi geldi. Daha reform yanlısı bir figür olan Pezeşkiyan, başörtüsü uygulamasını öncelik hâline getiren ve protestoları şiddetle bastıran muhafazakâr İbrahim Reisi’nin yerine geçti. (Reisi bir helikopter kazasında hayatını kaybetmişti.) Buna karşın, yeni bir başörtüsü yasası kabul edildiğinde, Pezeşkiyan yasayı uygulamayı reddederek yeni bir sosyal normun oluşmasına izin verdi.

***

Ayrıca, İran ekonomisi yabancı basında sıkça yer aldığı kadar zayıf değil. Veriler parlak bir tablo çizmese de yakın bir çöküşe işaret etmiyor. ABD’nin 2018’de, Donald Trump’ın 2015 nükleer anlaşmasını terk etmesinin ardından, uyguladığı sert yaptırımlara rağmen ekonomi yavaş yavaş toparlanıyordu. 2024 itibarıyla GSYİH 2018 zirvesini aşmış ve büyüme yıllık ortalama %3 civarında seyretmişti; bu da Biden yönetiminin yaptırımları sıkı biçimde uygulamamasının da katkısıyla artan petrol ihracatına bağlıydı. Ayrıca anket verileri, son yıllarda enflasyona göre düzeltilmiş kişi başına reel harcamalarda artış olduğunu gösteriyor.

Pezeşkiyan’ın atamaları - ilerici bir refah ve çalışma bakanı ve Chicago eğitimli genç bir ekonomi bakanı da dahil olmak üzere - daha iyi bir ekonomi yönetimine doğru bir dönüş sinyali verdi. Ülke içinde ise İran’ın yıllık bütçelerinde ve beş yıllık planlarında sık sık yer alan %8 büyüme hedefinin gerçekleştirilebilir olup olmadığı tartışılıyor. Ekonomistler arasındaki fikir birliği “yaptırımlar hafifletilmeden olmaz” şeklindeydi ki bu da füze değil diplomasi gerektirecekti.

Yine de Pezeşkiyan yönetiminin ekonomik reformları - 2010’da yenilikçi bir nakit transferi programının yeniden başlatılması da dahil olmak üzere - kentli orta sınıfın İsrail hava saldırıları karşısında hükümetin yanında durma isteğini güçlendirmiş olabilir. İran’ın nükleer tesislerine yönelik ABD saldırısına verdiği ölçülü tepki, liderlerinin önceliklerinin nerede yattığını gösteriyor. Yeniden bir çatışmayı, İran’ı bölgenin en güçlü ekonomileri arasına sokmayı amaçlayan 2005 tarihli Yirmi Yıllık Vizyon Planı’ndan beri benimsenen kalkınma misyonundan bir sapma olarak görüyorlar.

Asıl soru, son savaşın İran’ı daha fazla askerileşmeye ve devletin ekonomideki rolünün artmasına mı yoksa sivil toplum ve özel sektör için daha fazla özgürlüğe mi iteceğidir. Pek çok kişi 1980’lerde Irak’la yaşanan sekiz yıllık kanlı savaşın karneye bağlama, merkezi planlama ve devlete bağlı kurumların hakimiyetine nasıl yol açtığını hatırlayacaktır. Piyasa ilkelerinin yeniden benimsenmesi ve özel sektörün canlandırılması neredeyse yirmi yıl süren reformlar gerektirmişti.

Bugün İran daha iyi bir konumda olabilir; çünkü savaş daha sınırlı kaldı ve özel sektör ile piyasa kurumları daha sağlam temellere sahip. İran-Irak Savaşı nasıl kırsal toplulukların katkısını kabul eden büyük kalkınma yatırımlarına yol açtıysa, bu savaş da kentsel orta sınıfa benzer bir takdir jestini tetikleyebilir. Eğer böyle olursa, Pezeşkiyan’ın aradığı türde bir toplumsal uzlaşı sağlanmasına önemli katkı sunabilir.

***

Yirmi yıl önce İran’da bir espri vardı: İran’ın bir Kore stratejisi olması ve bunun bazen Kuzey’e, bazen de Güney’e benzediğiydi. Şimdi İran benzer bir seçimle karşı karşıya. Nükleer caydırıcılığı, muhalefeti bastırması ve kapalı sınırlarıyla Kuzey Kore modeli bazılarına cazip görünebilir. Ama İran’ın kültürünü, dinini, tarihini ve karakterini bilen çoğu gözlemci bunu, nükleer silahsızlığın yarattığı savunmasızlığı ortaya çıkaran bir savaşın ardından bile, gerçekçi bir seçenek olarak görmeyecektir.

Kuşkusuz ordunun yeniden inşası ile sivil ihtiyaçların karşılanması arasında - su tedarikinin desteklenmesinden benzin dağıtımına ve gençlerin istihdamına kadar - gerilimler yaşanacaktır. Neyse ki, askeri bir yığılmanın tersine, yeniden ekonomik yapılanma, özel sektörün katılımını çekebilen ve savunma ile kalkınma arasındaki bütçe çelişkisini azaltan kapsayıcı politikalarla ilerletilebilir.

Ateşkesin devam ettiğini varsayarsak, asıl soru kimin kazandığı ya da kaybettiği olmayacak. Asıl soru İran’ın bu arayı ekonomik kalkınmayı iki katına çıkarmak için mi kullanacağı yoksa savaş travmasının ideolojik bir katılaşmaya mı yol açacağı olacaktır. Kalkınmayı önceleyen seçenek rejimin doğası gereği kısıtlanabilir; ama bunun alternatifi – kalıcı bir savaş durumu – ekonomik ve toplumsal açıdan sürdürülemez.

DJAVAD SALEHİ ISFAHANİ KİMDİR?

Virginia Tech’te iktisat profesörü, Kahire’deki Ekonomik Araştırma Forumu’nda araştırmacı ve Harvard Kennedy School Belfer Center Orta Doğu Girişimi’nde üye olarak görev yapmaktadır.

YORUMLAR (21)
21 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.