Cesur olan dakahraman olan dademokrat olan da ‘Gül’müş

Sayın Abdullah Gül…

Diyorsunuz ki, ”Lütfen, çok rica ediyorum bu kitaba farklı anlamlar yükleyerek beni üzmeyin!”

Diyorsunuz ki, “Bizim Ahmet tanıklıklarına, gözlemlerine dayanarak bir kitap yazmış.”

Velhasıl kelam diyorsunuz ki,

Bu kitabın benim tarafımdan yazdırılmasını, dikte ettirilmesini bırakın, bilakis bu kitabın yazımına sıcak bakmadığımı Ahmet’e söyledim. Ben Maslak’ta kuracağım vakfın çalışmalarıyla haşır neşirken, bizim Ahmet İkitelli’de kitabını neşretmiş!

Diyorsunuz ki, suçu bana yüklemeyin?

Beyan esastır diyeceğim ancak…

Hani Ahmet Sever’in 29 Temmuz 2012 tarihinde verdiği bir mülakat vardı. Sever kitabında genişçe yer ayırmış o mülakatın arka planına dair. Siz de ‘tashih’ ve ‘redakte’ yaparken muhakak ki okumuşsunuzdur.

O tuhaf mülakat da gündeme bir bomba gibi düşmüştü.

Her ne kadar zahiren bir gazeteye verilmiş bir söyleşi olsa da batınen adrese yazılı bir sitem mektubu özelliğini taşıyordu.

Sizin ağzınızdan danışmanınızın kaleme aldığı bir mektup.

Söyleşinin hedefinde her ne kadar Başbakan Erdoğan değil de, Başbakan Erdoğan’ın etrafında uluorta konuşan isimler gibi görünse de asıl hedefin Erdoğan olduğu aşikardı.

Ve algı şuydu: Ahmet Sever Gül’den habersiz konuşmuş.

Böylesi bir şey olabilir miydi?

Kimimize göre evet!

Zira Sever’in söyleşide kullandığı dil öyleymiş algısını güçlendiriyordu.

Kendim kadar emindim ki, bana göre hayır!

Bir danışman çıkacak ve sizden habersiz mülakat verecek…

Ama Hüseyin Çelik, Yalçın Akdoğan gibi isimler ‘bir danışmanın çılgınlığına’ inanmış olmalılar ki, tepkiler ardı ardına gelmeye başladı, Sever’inde kitabında yazdığı gibi (Sayfa 126 127)

O mülakatın üzerinden üç yıl geçtikten sonra öğreniyoruz ki;

O mülakatın kime verileceğinden, ne söyleneceğine, Başbakanla Gül sorun varmış algısının önüne geçmekten kötü adamların ‘bağzıları’ olduğu vurgusuna kadar her şey adım adım, cümle cümle hesaplanmış, istişare edilmiş…

Velhasılı oldukça stratejik davranılmış.

Evet, Gül çıkıp ‘Artık yeter, susun’ dese ‘hoşgörülü’, ‘sakin’ yapısına zarar verebilirdi ama onun yerine Sever çıkıp bir sopa gösterebilirdi!

Sayın Abdullah Gül…

Siz de zaten gelen tepkiler üzerine amacınıza ulaşmış olmalısınız ki, “Ahmet bu röportajın yayınlanması çok iyi oldu.” demişsiniz (Sayfa 129).

Sayın Abdullah Gül…

Çok merak ediyorum…

Danışmanınızın yazdığı “kitap” ve Çınar Oskay’a verdiği mülakat üzerine gelen tepkilere yönelik düşünceniz ne oldu?

Kitapla ilgili olarak ‘Lütfen yanlış yerlere çekmeyiniz’ açıklamanızdan benim edindiğim izlenime göre…

İyi olmadı.

Zira, Gezi Olayları’nın çevre duyarlılığı ve bilinciyle yapılan demokratik eylemler olduğunu düşündüğünü, (Erdoğan’ın eşine çoluk çocuğuna duvarlara grafitilerle yazılan küfürleri de demokratik tepkiler olarak değerlendiriyor zahir)

Basın özgürlükleri konusunda Erdoğan’dan farklı düşündüğünü,

Erdoğan’ın Türkiye’yi neredeyse AB’den kopartma noktasına getirmesinden acayip rahatsız olduğunu, örnekleriyle anlatan kitap aslında sadece şu paragraf için yazılmış olup özetle diyor ki;

“Ben siyasete dönersem…”

“Türkiye’yi, kısa sürede yıldızının parladığı döneme tekrar götürürüm. AB sürecini yeniden canlandırırım. Dış politikadaki yanlışları düzeltirim. Ülke çok kutuplaştı, bunu giderecek adımları hemen atarım.

Demokratikleşmeye ağırlık veririm. Haklarında yolsuzluk iddiasında bulunan dört bakanı derhal Yüce Divan’a gönderirim.”

“Ama Tayyip Bey buna karşı çıkar.”

Gül’ün “Ben buradayım” mesajı sadece AK Partili seçmene değil…
İstanbul sermayesinden Anadolu sermayesine… ‘Davutoğlu ile olmuyor’ diyen AK Partili seçmenden CHP’li seçmene kadar…

Toplumun her kesimine veriyor mesajını.

Onun da şartları CHP MHP ve HDP’den farksız…

Erdoğan Beştepe’den çıksın, Çankaya Köşkü’ne dönsün…

Başkanlık iddiasından vazgeçsin…

Ve Erdoğan sussun, hiçbir şeye karışmasın.

Zira…

AK Partinin iktidara geldiği 2002 yılından bugüne kadar yaptığı reform niteliğinde ne kadar icraat, korkusuzca attığı ne kadar adım varsa hepsinin arkasında meğerse Gül varmış.

Meğer 27 Nisan muhtırası verildiği zaman “Misliyle cevap verelim Tayyip” diyesiymiş ve “Sen evinde dur biz arkadaşlarla hallederiz” diyesiymiş.

Ölümü göze alan bir kahramanmış gerektiğinde 11. Cumhurbaşkanımız!

Cesur olan da o, arkadaki gizli kahraman da o, demokrat olan da o, özgürlüklere saygılı olan da o, topluma karşı hoşgörülü olan da o…

Ama Erdoğan kötü adam…

Kavgacı… Baskıcı… Diktatörlüğe meyyal. Yolsuzlukları tasvip eden, güç ben de diyen bir adam…

Toplumu ikiye bölen çatışmacı…

Ama Gül, gül gibi adam!

Eğer bir siyasete dönerse… Tanımakta güçlük çektiği partisini de yola sokacak, ülkeyi de rayına oturtacak…

***

Kitabın zamanlaması manidar falan değil.

Bilakis zamanlama şahane.

Oldu oldu…

Şimdi olmazsa hiçbir zaman olmaz!

Abdullah Gül, bu kitap aracılığı ile ‘ben buradayım’ mesajını vererek üzerindeki sorumluluğunu yerine getirdi.

Ancak…

O da neyin nesi?

Sayın Gül her ne kadar “Yanlış yerlere çekilmesin lütfen” dese de…

Herkes bir yerlere çekti…

Gezi’cilere çaktığı selamda ters tepti, Gezi’yi onaylamayanlara da çaktığı selam ters tepti…

Twitter yasağına isyan edenlere gönderdiği ‘ben de sizin gibi düşünüyordum aslında’ selamına da, ‘internet yasasını onayladım onayladım da bir sorun bakalım neden’ sorusuna da kimsecikler kulak vermiyor.

Samimiyet sorunu olduğunun herkes farkında.

Çünkü kimse, ‘o kötü’ ama ‘ben iyiyim’ fırsatçılığını sevmez.

Abdullah Gül başkalarının sesinden mesaj iletmeyi bırakıp, varsa söyleyecekleri çıkıp kendi sesinden konuşmalı.

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum