Barış sürecinde iç siyasetin sahne alma zamanı…
Kürt meselesinde başlangıç faslını bitirip kritik evreye, “inşa” evresine geldik.
Başlangıç hızlı ve etkili oldu. Kimi engeller aşıldı, kimi gerekler yerine getirildi. Cumhur İttifakı, Bahçeli’nin çağrıları, İmralı’nın cevabı, PKK’nın silah bırakma kararı, velhasıl barış fikrinde uzlaşma, Meclis’te geçiş dönemi kanunlarının hazırlanması için partiler arası komisyon kurulması, PKK’nin Türkiye’den çekilmesi, Irak’ta Türkiye sınırındaki kampları ve kimi mağaraları boşaltması, SDG’nin Suriye merkezi rejimine entegre olma eğilimi göstermesi bu evrede yaşanan önemli gelişmelerdi.
Bunlar bir bütün hâlinde silahsız, şiddetsiz bir Kürt meselesine, PKK’sız bir Türk siyaset arenasına doğru ciddi bir ilerleyişi gösteriyor.
Bir süre önce yazdım. Öcalan’la görüşülmesi hem simgesel hem fiilî açıdan önemli, çatışma çözümünde pek çok engeli kaldıracak, PKK’nın fiilen silahsızlanmasını hızlandıracak kritik bir aşamaydı. Meclis’te temsil edilen partilerin çoğunluğunu içeren “geçiş hukuku çalışmalarını” bir komisyonun kurulması, iktidar-devlet-yasamanın sorun çözümü için birlikte irade göstermeleri de son derece önemliydi. Üçüncü kritik konuda, Suriye’deki Kürtler ve örgüt meselesinde de gidiş pozitif. SDG merkezi devlete entegrasyon fikrine yaklaştı. Geriye YPG’nin statüsü, Kürtlerin siyasî faaliyet alanı kalıyor. O da gerek Suriye gerek Türkiye’de çözüm sürecinin ya da Kürt meselesinde biçim değişikliğinin kalbini oluşturuyor. Çözümü zaman istiyor ve pozitif barış evresine girişe işaret ediyor.
Bunlar kolay olmadı. Bununla birlikte “barış arabası” şu ana kadar daha çok düz yolda ilerledi. İktidar, PKK, Öcalan’ın yeni dönem ihtiyaçları, CHP ve başka muhalefet partilerinin sürece katılma zorunluluğu hissetmeleri işleri nispeten kolay kıldı.
Şimdi barışı inşa zamanı geldi.
Gerekli kanunların çıkması, PKK’lıların hak ve hukuku, Öcalan’ın durumu, yeni bir toplumsal sözleşme, demokratik değişimlere açılacak kapılar yeni evrenin gerekleri arasında yer alıyor.
Bu kez yol daha virajlı olacak.
İnşa evreleri kazanın içine fayda siyasetini sokar; farklılıkları ve iç siyaseti sahaya davet eder. Barışa onay vermek ötesinde barışı kurmak söz konusu olunca, aktörlerin niyet farklılıkları, öncelikleri, ayrışmaları ve tereddütlerinin doğal olarak sahaya iner.
Hatta inmeye başladı bile…
AK Parti’ye bakalım. İmralı’ya gittiler. Ama şu anda Öcalan görüşmesini önemsizleştirmeye, sıradanlaştırmaya çalışıyorlar. Meclis’te İmralı tutanaklarının hızlı bir şekilde geçiştirilmesi, Öcalan’ın kurduğu cümlelerin telaffuz edilmemesi, Hüseyin Yayman’ın “İmralı’ya gitmedik.” açıklamaları bu konuda açık göstergeler. Bir de Erdoğan meselesi var sanırım. AK Parti’de barış süreci konusunda ilerleyiş ve hedef bakımından en tereddütlü kişi Erdoğan olsa gerekir. 2013-15’te durum biraz böyleydi. Erdoğan, bir “şey” vermeden “almak” istiyordu. Bugün de hedefinin PKK’nın sınırlı karşılıklarla silah bırakmasının ötesine geçtiğini sanmıyorum. Özellikle söz konusu olan pozitif barış, yani Kürtlerin özsel talepleri, demokratik bir zemin oluşması, yeni bir toplumsal sözleşme olduğunda en büyük engellerden birini Erdoğan’ın zihniyeti oluşturacaktır.
CHP’yle devam edelim. İmralı konusunda aldığı tavırdan sonra ana muhalefetin üç hassasiyeti olduğu görülüyor. İlki, çözüm sürecini siyaset üstü görmemek, diğer bir ifadeyle 19 Mart sürecinden ayrı ele almamak ve önceliği ikincisine vermek… Diğeri, iktidarın sürüklediği ve ona yarayacağını varsaydığı barış işleyişinden uzak durmak… Üçüncüsü ise yine barış sürecinin işleyişinde kendi kitlesindeki milliyetçi, Kemalist, modernist sınırları zorlamamak. Bunların her biri CHP’nin inşa sürecinde aktif rolünü zorlaştırır, üçü birlikte adeta imkânsız kılar.
Yeni Yol Partisi’nin İmralı tavrı da bu ittifakta bir siyasî gerilimin olduğunu gösterir. Muhafazakâr bir merkeziyetçilik ve milliyetçiliğin öne çıkmasına işaret eder. Bunlar, tıpkı CHP’de olduğu gibi af, Öcalan’ın durumu, eve dönüş gibi konularda sorun çıkarmaya adaydır.
Bakalım devran nasıl dönecek?
