Değerleri Beklemek
İnsan fani hayatını bir değer zinciriyle anlamlandırır. Neye nereden baktığımız, iyiyi nasıl tanımladığımız bu değerlerle belirlenir.Değerlerin çoğunun temelinde dini, tarihi, milli, sınıfsal, ideolojik argümanlar vardır.
Her değerin bekçileri de vardır.
Türkiye’de tüm değerler zinciri -diğer her şey gibi- siyasal alana endekslenmiş durumda. Neredeyse tüm değerleri siyasi partiler temsil ediyor, bekçiliğini de onlar yapıyor. Değerlerin siyasetin tekelinde olması ise hem değerleri yıpratıyor hem siyaseti çirkinleştiriyor hem de toplumu geriyor.
Uzun zaman boyunca cumhuriyetin kurucu değerlerinin bekçisi orduydu, şükür ki o konuda göreli bir sivilleşme yaşandı ve siyasetin alanı genişledi. Kemalizmin sivilleşmesi de bir başka gündem olarak kendi sayfasında yazılmaya devam ediyor.
Bugünse artık önümüzdeki en büyük problemlerden biri dini değerlerin bekçisinin kim olduğu.
Geçmişteki modernleşme çabalarının toplumdaki dini referanslı değerleri aşındırarak tepki doğurduğu ve bu tepkinin bir siyasal alana büründüğü hepimizin malumu. Siyasal alandan gelen baskıya karşı siyasal örgütlenme olması da kaçınılmaz bir durum. Fakat siyasal baskının aşılmasına rağmen değerlerin bekçiliğinin siyasal tarafta kalması değerleri daha da siyasileştiriyor. Bu siyasileşme doğal bir özdeşleşme de doğuruyor.
Bugün siyasi iktidara karşı oluşan her tepkinin çabucak dini değerlere yöneldiğini hemen hemen herkes kabul ediyor. İktidar partisi de İslami değerlerle parti arasındaki özdeşleşmeyi artırmak adına elinden geleni yapıyor.
Bazıları bu konudan bahsederken “Siyasal İslam” kavramını kullanıyor, upuzun bir tartışma olduğu için şimdilik o konuya girmemeye çalışıyorum. Başka bir yere dikkat çekmek istiyorum.
Siyaset konjonktürel, pragmatist ve kaygan. Elbette değerler de durağan değil; değişken, kültürel ve hatta dönemsel. Fakat ikisi arasındaki ritmin aynı olmadığı aşikar. Siyasetin ritmine uydurmak için değerleri epey hırpalamak gerekiyor.
Dini değerlerin konjonktürel, pragmatist ve kaygan olmayan; sivil ve müstakil bir alana ihtiyacı var. Siyasetin uzun yıllar devam eden baskısı kalktığına göre, dini değerlerin hala siyasal alanda durmasının anlamı kalmıyor.
Ayrıca dini değerlerin bekçiliği siyasal alana kaldığında suistimal alanı da büyüyor. İddia dini değerleri güvence altına almak olunca saldırının bitmesi ihtimali iddiayı tüketiyor. İddianın devamı için saldırıların da sürmesi gerekiyor. Bir kısır döngü sürüp gidiyor.
Oysa siyaset kurumunun bir değerler zincirini değil hukuk devletini güvence altına alması ve “devletin dini adalettir” demesi herkes için en yaşanılır imkanı oluşturacaktır. Böylece tüm değerlere karşı ifade özgürlüğünü aşan durumlarda zaten hukuk devletinin gereği olarak kanuni cezalar verilir. Hiç kimse hiçbir yerde dil koparmaktan bahsedemez.
Bugün Türkiye’de kutuplaşmayı kıracak, deizmi azaltacak ve dini değerleri güvence altına alacak en önemli proje dini değerlerin sivil alanda beklenmesidir. Türkiye’de sivil toplum imkanları dini değerleri herhangi bir saygısızlıktan korumak için yeterlidir.
Bu sivilleşme yapılabilirse değerler etrafındaki düşünsel gelişim de artacak ve hatta değerlerin tartışılmaya açılması ve süzgeçten geçirilmesi de mümkün olacaktır. Pragmatik olmayan sivil bir alan hem iç tartışma hem de davet için çok daha elverişlidir.
Türkiye bir tünelden geçiyor ve bu tünelin en önemli virajlarından biri İslami değerlerin bekçiliğinin sivil alana taşınması olacak. Bu viraj sorunsuz geçilirse kronik sorunların birçoğunu geride bırakabiliriz.
Yolumuz açık olsun.