Irmağının akışına

 Hikayemiz suyla başladı. Sonra aktık, coştuk ve çoğaldık. Su kaynaktı, toprağa karıştık. Bir damla sudan gelip bin damla kan akıttık.  

Suyun yanına kurduk evimizi, toprağı suyla karıştırdık acıkınca. Sonra suyla yıkadık topraktan geleni, suyla haşladık başta. Suyla birlikte aktı tarih, onu sudan çıkarıp yine biz yazdık. 

Suya baktık kendimizi arayınca. Bir suda bir de dostta görünce kendimizi; suya dost olduk, dosta saka.  Sonra zaman da aktı, suya baka baka. Derdimizi anlattık ona, yakılmayan şiirimiz atıldı balıklara. Dağlardan ovalara ince ince sızdı bir koca şifâ. 

Medeniyetler kurduktan sonra suya başka başka yerlerden baktık. Suyu bulandırmadık ama biraz karıştırdık. Bir toplumun anlamaya çalışırken önce suyuna baktık, bir de susuzuna. 

Ya taşındık ya da suyu taşıdık sonra. Büyük kemerler, tüneller, kanallar yaptık. Çeşmeler koyup dört yana, insanı hayatsız bırakmadık.  

Son nefeste ve zor haberde bir yudum su aradık. Su getireni olmak istedik dostun, can suyu dedik ilk suya da. Su toprağa katılınca başladı hikayemiz, öyle oldu biterken de. Önce yıkadık, sonra toprağa kattık; mezar dedik adına.  

Sonra başka şeyler oldu, Allah’ın suyunda birileri mülk sahibi sandı kendini. Çeşmelerin devri bitti orada. Şişelere doldu su. Zaten kendisinin olan temel ihtiyacı paketleyip pazarlandı insana. Şişe şişe hayat satıldı.  

Dünya, suya kavuşamayana su götürmek yerine, suyu paketlemeyi tercih etti. İnat etti ve yokuşa akıttı suları. Binlerce yıllık medeniyetin, büyük teknolojilerin sonucunda su bulayıp öldü birileri. 

Bugün İstanbul’da dört kişilik bir ailenin aylık içme suyu masrafı yaklaşık olarak 200 lira. Temel bir ihtiyaç için -zaten bizim olan suya- ödediğimiz para bu. Dünyanın birçok yerinde, Balkan ülkelerinde, içme suyuna kimse para vermezken bizim su ticareti içinde boğuluyor olmamızı anlamıyorum.  

Tarihi çeşmelerimizin restorasyonunun önündeki en büyük engel da civardaki büfeler değil miydi? Kimsenin susuz bırakılmadığı sebillerin, suyun fahiş fiyatlarla satıldığı büfelere döndürülmesi kocaman bir medeniyet krizinin korkunç örneği değilse nedir? 

Köyleri ve tarımı bitiren, binlerce canlının hayatını yok eden yanlış HES uygulamaları, suya bakmayı unutmanın bir sonucudur sadece.  

Ocak ayındayız, ülkenin birçok yerinde kar değil, yağmur bile yağmıyor hâlâ. Barajlar boşalırken çaresiz bekliyoruz. Yarın için endişeleniyor, susuz kalmaktan korkuyoruz. Bu korku, aslında medeniyetin kuraklaştığını göstermeli bize. 

Kapitalist sömürge bakışı doğaya da aynı gözle bakıyor. Susuzluğun, kuraklığın, iklim krizinin temel sebebi bu. Dünyanın dengesini bozuyor ve bunun cezasını çekiyoruz. Belki biz bu cezayı daha az çekeceğiz fakat torunlarımıza berbat bir dünya bırakıyoruz. Buna hakkımız yok. 

Şimdi bizim büyük çözümümüz elbette devrimdedir. İnsanın insan gibi yaşayacağı bir hayatın formülünü aramak zorundayız. 

Geçici çözümleri de gerçek çözüm sanmadan uygulamak lazım bir yandan. Bu geçici çözümler elbette daha doğal bir hayatta yatıyor. Daha çok ağaç, daha temiz çevre suyu kurtarmanın ilk yolu. Doğal olana ihanet eden her şeye itiraz etmek, topraktan yana olmak lazım. Suyu israf etmemek, topraktan yana olmanın ilk şartıdır elbette. 

Şimdilik sakin akıyor sularımız, coşkun akacağı günleri düşlemek de topraktan yana olmaktır. Büyük ırmakların yanında kimsenin aç susuz kalmadığı günleri de görürüz inşallah. 

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum