AVM’ler, marketler ve bozulan pazar dengesi
80’li yılların başında İngiltere’de Margaret Thatcher başbakanlık koltuğuna otururken, ABD’de ise Ronald Reagan başkanlığa geldi.
Her iki liderin ortak özelliği Keynesyen ekonominin son uzantılarını ortadan kaldırarak yeniden liberal ekonomiye adım atmalarıydı.
Keynesyen ekonomide kamunun aşırı güçlenmesi, devletin ekonomide bir aktör olarak özel sektöre rakip olması ve piyasaları bozması, küresel ekonomik dengeleri de bozmuştu.
Devasa devlet fabrikaları yeri geldiğinde zararlarını özel sektöre vergi olarak yansıtıp kapatabiliyordu. Ortaya çıkan fiyatlar ise dengesiz olduğundan kimse önünü net göremiyordu. Mesela devlet bir malın fiyatını, aniden ucuzlatıp pahalılaştırabiliyordu.
Kıta Avrupa’sında Thatcherizm ve ABD yakasında da Reaganizm olarak ifade edilen neo-liberal dönem başladığında bahar havası eşliğinde “yeni Dünya düzeni” kurulduğu sanıldı. Oysa işin renginin öyle olmadığı aradan 30 yıl geçtikten sonra anlaşıldı.
Neo-liberalizm kısa sürede kendine yeni dengeler oluşturdu. “Zengini daha zengin et ki, fakire iş versin” mantığı 90’lı yıllardaki finansallaşma rüzgarı ile adeta Dünya’nın yıkım sürecini hazırladı.
“Devlet baba” sözü tarihe karışırken özel babalar çok acımasız çıktı. Yıllar içerisinde reel ücretler eridikçe eridi. Zenginlerin serveti ise katlanarak arttı ve yüzde 1 zengin kalan yüzde 99’un varlığına eşitlendi.
***
Burada anlattığım hikayenin aslında özüne dönersek şunu anlayacağız: Ekonomide bir model veya yeni kararlar etkilerini kısa sürede değil, orta ve uzun sürede daha net gösteriyor.
Türkiye 2000’li yılların başında iki büyük furya yaşadı. Alış-veriş merkezleri (AVM) furyası ve büyük hipermarket ve zincir marketler furyası ile savrulduk. Ulaşım yollarını tıkayan, mahalle içlerine kadar giren AVM’ler ve zincir marketlere yönelik yıllarca ne bir yasa ne de bir yaptırım gelmedi. Hatta teşvik bile edildiler diyebiliriz.
Hatırlayın o günleri...
“Mahallede bakkaldan 2 liraya aldığım süt, markette 1,3 lira ise bu pahalılığa son vermek gerekiyor” deniliyordu. Evet, ilk bakışta çok doğru gibi gelen bu sözler gelin bakın nasıl bir sonuç ortaya çıkardı.
Bugün, ülkemizde süt fiyatları marketlerde 2,5-3,0 lira arasında ama üreticide 0,80-0,90 kuruş aralığında. Bugün marketlerde 4,0-5,0 liraya satılan domatesler üreticinin elinde 0,70-0,90 kuruş aralığında. Son bir haftada süt ve domates üreticisi eylem yapıyor ama marketlerin raflarında fiyatlar düşmüyor.
Son 4 yılda ülkemizde gıda fiyatlarında çok ilginç fiyat hareketleri yaşanıyor. Üretimde bir sorun yaşanmayan patates fiyatları bir bakıyorsunuz 5-6 liraya kadar yükseliyor. Yine rekolte sorunu olmayan kuru fasulye bir anda iki-üç kat artabiliyor. Veya Cumhuriyet tarihinin üretim rekoru kırıldığı yılda pirinç fiyatları yüzde 50’ye yakın zamlanabiliyor.
***
İş işten geçti ve zamanında alınmayan kararların faturalarını ödemeye başladık. Hal yasası ile halden hale fiyatlar uçtu. Yüksek akaryakıt vergileri ile ucuz yerlerdeki ürünler pahalı yerlere taşınamaz oldu. Marketler tekeli ile bozulan pazar şartları tarladaki ucuzluğu vatandaşa yansıtmıyor. AVM’ler sayesinde sokakta düşen tüketim, betonlar arasında yükselir oldu. Günde 12 saat asgari ücretle çalışan SGK’lılar ise işin bir başka tarafı.
Bugün gıda fiyatlarındaki yükselişi, et fiyatlarındaki artışı veya yüksek enflasyonu nasıl çözeceğiz diye düşünüyorsak biraz geçmişe dönmemiz gerekiyor.
Hal yasasından perakende yasasına, AVM yasasına ve zamanında yapılmayan yasalarla bozulan pazar şartlarına eğilmemiz gerekiyor.
İthalat ile sistemi bir daha yıkıp dağıtacağımıza, içeriyi nasıl toplarız diye bakmamız gerekiyor.
Sorun üreticide ve tüketicide değil. Sorunu geçmiş yıllarda uyarılara kulak tıkayıp geçtiğimiz ve piyasa dengelerini bozduğumuz eski günlerde aramalıyız.