Çalışan sürünüyor; emekli geçinemiyor

Başlık anlatmaya çalışacağım konuyu tam yansıtmıyor. Bence başlıkta olmayan bir durumu daha eklemem gerekiyor:

"işveren de perişan"

İş hayatından neden kimse memnun değil?

Bu soruyu kendimize yeniden sormamız gerekiyor. Veya bu soruyu yeni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı sayın Süleyman Soylu'da sormalı.

Mevcut istihdam sistemimiz ne çalışana, ne iş verene, ne de emekliye yarıyor. Neden mi? Gelin beraber irdeleyelim:

Ağustos 2015 itibari ile:

27.150 bin çalışan var.

Bu çalışanların 6.017 bin kişisi tarım sektöründe.

Çalışanlardan 18.972 bin kişi erkek.

Kadın çalışanlar ise 8.179 bin kişi.

Bu kadar çalışana karşılık Haziran 2015 SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) kayıtlarına göre 20.619 bin çalışan var. Bu çalışan sayısına karşılık 10.486 bin emekli dosyası ve 11.177 bin emekli maaşı alan var.

(TUIK verilerin göre Haziran-2015 ayında çalışan sayısı 27.261 bin kişi. SGK kayıtlarına göre ise 20.619 bin kişi. Yani 6.642 bin kişi kayıt dışı çalışıyor)

Kayıtlı çalışan (yani devlete vergi ve prim ödeyen) her 1,8 çalışan 1 emekliye bakmak zorunda. Yoksa aradaki fark devlet bütçesinden karşılanacak.

Nitekim de öyle oluyor. 2015 yılı programına göre bu 20 milyon 619 bin çalışan üzerinden devlete 149 milyar 599 milyon lira SGK primi ödenecek. Bu parayı işverenler ödeyecek.

İşverenler ayrıca işçilerinin gelir vergisini ödemek zorunda. Ve ayrıca çalıştırdıkları işçileri için işsizlik fonuna para ödemek zorunda. Ve de kıdem tazminatı ayırmak zorunda.

SGK 2014 yılında emeklilere 134 milyar 392 milyon lira maaş öderken 54 milyar 551 milyon lira da sağlık harcaması gerçekleştirdi. (2014 GSYH 1 trilyon 749 milyar lira. Yani GSYH'nın yüzde 10,8'i emekli maaş ve sağlık giderine harcanıyor)

SGK 2015 yılında ise emeklilere 158 milyar 601 milyon lira maaş ödeyecek ve 57 milyar lira da sağlık giderinde bulunacak.

Ödenecek bu paralar ya SGK primi olarak çalışanlardan karşılanacak veya oluşan açıklar toplanan vergilerden karşılanacak.

Haziran 2015 itibari ile SGK bütçe açığı -4,3 milyar lira oldu. Bütçe programına göre 2015 yılında -18,1 milyar lira açık öngörülüyor.

2015 yılı Ocak-Ekim döneminde merkezi yönetim bütçesinde 24.676 milyon lira kurumlar vergisine karşılık 70.109 milyon lira gelir vergisi tahsilatı yapıldı. Gelir vergisinin nerede ise yüzde 90'dan fazlasının ücretlerden kesilen vergiler olduğu düşünüldüğünde tablo daha ilginç oluyor. (70.109 milyon liralık gelir vergisinin 64.901 milyon lirası kaynakta kesilen vergi olması bu acı tabloyu ortaya çıkartıyor)

Şimdi hesabı birlikte yapalım. Çalışanlar üzerinden toplanan vergi ve SGK prim tutarı aylık bazda yaklaşık ortalama ile (vergi primi 6,5 milyar TL ve SGK primi 12,5 milyar TL) 19 milyar liraya ulaşmaktadır. Veya bir başka ifade ile çalışanlar üzerinden aylık bazda yaklaşık 1.000 lira SGK primi ve gelir vergisi devlet adına kesilmektedir. Ve bu parayı işverenler ödemektedir.

İş verenlerin diğer işçilik giderleri de (kıdem tazminatı ve işsizlik fonu gibi) eklendiğinde işverenin bir işçi çalıştırmasının maliyeti bin liranın bile üzerine çıkmış oluyor.

Nitekim TOBB Türkiye'de istihdam vergisinin düşürülmesini isterken OECD'de işçi çalıştırmanın karşılığı devlete ödenen payın yüzde 35 olduğunu; buna karşılık ülkemizde bu oranın yüzde 59 olduğunu açıklamıştı.

Çalışan işçi maliyeti (devlet kesintileri nedeniyle) yüksek olunca işverenler iş kanunlarının da dışına çıkarak işçilerinden ek isteklerde bulunabiliyor.

İşçi çalıştırmanın maliyeti yüksek olunca günde 8 saat süre zaten bir çok sektörde hayalin bile ötesine geçmiş durumda. Yıllık izinler zaten bir çok sektörde kağıt üzerinde kalıyor. 3 kişilik işleri artık 2 kişi yapınca çalışanın tabiri caiz ise canı çıkıyor.

İşveren ise zaten "işçi çalıştırmak" gibi en ağır ceza ile karşı karşıya. İşçisine ödediği paranın yarısından fazlasını da devlete ödemek zorunda kalıyor. Vergi dilimleri de dar aralıkta tutulunca işçi çalıştırmanın maliyeti yılın son aylarında daha da artıyor.

Devlet gelirlerinin yüzde 70'inden fazlasını ağırlıklı yükü dar gelirlilerin üzerinde olan dolaylı vergilerden alınca durum bir daha vahimleşiyor. Her 6 ayda bir kamu personeline ve emeklilere maaş düzenlemesi yapılırken özel sektörde 2-3 yıl tek kuruş zam alınmadan geçiriliyor.

(Ocak-Ekim) 2014 yılında kamu personeline 93 milyar 909 milyon lira harcayan devlet 2015 yılında 105 milyar 707 milyon lira harcıyor. Emekli ve memur maaşları eklendiğinde ise bütçeden geriye yatırım için pay kalmıyor. 80'li yıllarda toplanan vergilerin yüzde 25 civarı yol-su elektrik gibi kamu altyapı yatırımlarına gittiği düşünüldüğünde artık bütçede yatırım oranının yüzde 10'un altına düştüğü nasıl izah edilecek?

Örneğin kamu yatırım oranı düştüğünde araba satılıp vergi alınıyor ama yeterince yol yapılamadığı için hayat trafikte geçiyor. Biz bu sisteme "Zalimleşen Büyüme" diyoruz.

Çalışanın kazanmadığı büyüme modeline de "Fakirleştiren Büyüme" diyoruz.

Ve maalesef Türkiye bu iki kısır döngü içerisinde kıvranıyor. Ne çalışan mutlu, ne de işveren. Şartlar böyle ağır olunca da tabii ki herkes bir an önce emekli olup bu kısır döngüden kurtulmak istiyor. 45-50 yaş aralığı son durak olarak görülüyor.

Oysa gelişmiş ülkeler bile emeklilik için yaş sınırını 65'den 67'ye çıkartırken, Türkiye'de siyasi partiler "yaş sorunu" diye ifade edilen erken emekliliğe teşvik vermek ile oy istiyorlar.

Sorunun erken emeklilik değil, çalışma hayatının cazip edilmesi noktasında düşünülmesi gerekiyor. 50 yaşında emekli olup 26 yıl cüzi bir maaşla sürünmek yerine belki de 60 yaşında emekli olup hayat standardını sürdürmek önerilebilir -özendirilebilir.

Anne adaylarına ve anneler için esnek çalışma ile aileye yakın yarım günlük çalışma alanları daha da açılabilir.

Çalışanların vergi yükü düşürülerek daha çok kazanılan ve daha çok hakların kullanıldığı bir çalışma hayatı düzenlenebilir.

Kısaca Türkiye'nin acilen çalışmanın ve çalışanın kazandığı yeni bir modele ihtiyacı var. Mevcut model üç tarafı da memnun etmiyor.

Ve bu model Türkiye'nin içinde bulunduğu "Orta Yaş Fırsat Eşiğinin" önünde en büyük engel olarak duruyor.

Ya bugün çalışıp zengin olacağız; ya da bu sistemle gidip 15-20 yıl sonra fakir ve yaşlı bir ülke olarak kalacağız. Çocuklarımıza bırakacağımız miras için şimdiden tercihimizi yapmak zorundayız.

Bugün 50 yaşında emekli olup kenara çekilmek demek, evde gözümüzden bile sakındığımız çocuklarımıza karanlık bir gelecek teslim edeceğimiz anlamına geliyor.

Tercih sizin!

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum